26 Şubat 2024 Pazartesi

Dünyaya Yön Veren Müslüman Bilim Adamları-16

 İbn Miskeveyh



İbn Miskeveyh (Ahmed bin Muhammed Miskeveyh) (d.940-ö.1030) Fars asıllı ünlü filozof.

İran’ın Rey kentinde 940’ta (hicri 320) doğdu. Aktif politik kişiliğini filozof rolüyle birleştirdi. Tarihçi yönü de olan Miskeveyh Bağdat, Isfahan ve Rey şehirlerindeki Büveyye hanedanına hizmette bulundu. Aralarında Sicistaninin de olduğu bir entelektüel grubunun üyesiydi. İslam dünyasında Neoplatonik geleneğin ortaya çıkışında Miskeveyh’in telifçi rolünün etkisi bulunmaktadır. İbn Miskeveyh tarihten psikolojiye, kimyadan metafiziğe kadar pek çok farklı alanda çalışmalarda bulundu ve eserler kaleme aldı. Yunan filozoflarının tevhid ile ilgilendiklerini öne sürmekle Miskeveyh din ile felsefeyi uzlaştırma hususu probleminden uzak durmuştur.


Hayatı


Tam adı Ebû Ali Ahmed bin Muhammed bin Yakub bin Miskeveyh olan İbn Miskeveyh 936 senesinde İran’ın Rey kentinde doğdu.

İbn  Miskeveyh  öğrenimini,  doğduğu kent olan Rey kentinde tamamladı, iyi bir eğitim gördü. İbn Miskeveyh döneminin ünlü bilginlerinden ve hocalarından ders aldı. Çağının önde gelen filozofları (İbn Sinâ, Ebu Reyhan el-Beyrûni ve Ebu Hayan et-Tevhidi gibi) ile bilgi alışverişinde bulundu. İbn Miskeveyh özellikle Farabi’den çok etkilenmiş ve meşşai ekolün önemli isimlerinden olmuştur. Müslüman filozoflar evrimden bahsetmişlerdir.


İbn Miskeveyh asıl ilgi alanı olan felsefenin dışında uzunca bir süre kimya ile de ilgilendi, çeşitli araştırmalar yaptı. Kimya alanında yaptığı çalışmalardan hiçbiri bugüne ulaşmamıştır. İbn Miskeveyh felsefe ve kimya dışında tıp, edebiyat, tarih, ahlak ve metafizik ile de ilgilenip, bu konularda birçok eser kaleme aldı. Özellikle ahlak sistemi ile dikkat çeken İbn Miskeveyh ahlak konusunda çok önemli bir yere sahip olmuştur. Eserlerinde Farâbi metodunu izlese de, genel olarak Farâbi’nin aksine pratiğe nazariyeden önce yer verip, pragmatizme yaklaştı. Kendisinden önceki Meşşai ekolü filozofları gibi Eflatun ile Aristo’nun fikirleriyle İslam dinini uzlaştırmaya çalıştı.

İbn Miskeveyh dönemin önemli isimlerinin yanında kâtiplik ve kütüphanecilik yaptı. İlk önce vezir Ebu’l-Fadl İbnu’l Amid’in kütüphane memurluğunu yapmış, ün ve itibar kazanmaya başlamıştı.

Daha sonra da sarayda kâtiplik, özel kütüphane memurluğu, hazinedarlık ve muallimlik gibi çeşitli görevler aldı.

Ahlâk felsefesinde özellikle Eflatun, Aristo ve Calinos’tan etkilenen İbn Miskeveyh ahlâkın gayesinin üstün saadete erişmek olduğunu düşünmekteydi. Ona göre ahlâkın dört temel fazileti hikmet, şecaat, rikkat ve adaletti. Bu faziletlerin tek başına yaşayan bir insanda değil de toplumda oluşabileceğini öne sürdü. Bu nedenle ona göre ahlâk, “sosyal ahlâk”tı. Miskeveyh daha çok etik alanındaki eserleriyle İslam Felsefe geleneğinde tanınmıştır. Hatta etik konuları ilk ele alan İslam filozofu olduğundan bazı kimselerce kendisine “Muallim-i Selase” (Üçüncü Öğretmen) -bu sıfat, Aristo’nun “Muallim-i Evvel”, Farabi’nin “Muallim-i Sâni” oluşu gözönüne alınarak kendisine verilmiştir- unvanı verilmiştir. Miskeveyh Plato ve Aristo’nun yanı sıra, Porfirius, Pisagor, Galen, Afrodisyaslı İskender gibi Yunanlı filozofların eserlerinden etkilenmiş ve yararlanmıştır. Felsefe tarihçilerine göre İbn Miskeveyh öldüğünde geride 20 cilt eser bıraktı. Fakat bu eserlerin çoğu bugüne ulaşamamıştır. 1030 senesinde İsfahan’da öldü.


Türk Milleti Hakkındaki Görüşleri


El Fevzü`l Asgar isimli kitabında Türk Milletinden şu şekilde bahsetmiştir:

“...Nihayet nefsin onun üzerindeki etkisi güçlenince anlama ve ayırt etme güçleri sayesinde verilen eğitimi de alır. İnsanlık mertebesine oldukça yakın olan bu mertebe behimiyet (hayvan olma durumu) mertebesidir. Kuzey ve güneyde yeryüzünün en en uzak meskun bölgesinde ve onun civarında bulunan Türk ve Zenciler böyledir. Onlar ile anlattığımız hayvanlığın son mertebesi arasında büyük bir fark yoktur. Onlar yararlarına olan pek çok şeyi anlayacak durumda değillerdir. Kendileri hikmet ortaya koyamadıkları gibi komşu milletlerdekini de kabul etmezler. Bu yüzden durumları çok kötü ve yaşama düzeyleri düşüktür. Gıpta edilecek bir şeyleri olmadığı gibi hayvanların kullanıldığı iş alanlarında köle gibi kullanılmaktan başka bir işe de yaramazlar...”


Başlıca Eserleri


Tezhibu’l-Ahlâk (Tadhib al-akhlaq) ve Tathiru’l-A’rak, neşr. Hasan Temim, Beyrut 1398, Mısır 1329; İngilizce Çevirisi:The Refinement of Character, translated by Constant K. Zureyk; Fransızca Çevirisi:Traité d’ethique, Muhammed Arkoun, Dımaşk 1969; Türkçe Çevirisi: Ahlâkı Olgunlaştırma, Türkçe’ye çevirenler A. Şener-İsmet Kayaoğlu-Cihat Tunç, K.B.Y., Ankara, 1983.

el-Fevzü’l-Asgar (Al-Fawz al-Asghar), neşr. A.F. Fuad, Bingazi 1974, Salih Uzeyme, Tunus 1987; Fransızca Çevirisi: Le Petit Salut, Fransızca’ya çeviren Roger Ar-naldez; İngilizce çevirisi: Sweetman, Islam and Christian Theology, London, 1947


Kitabu’l-Hevâmil ve’ş-Şevâmil, (Ebû Hayyan et-Tevhidi ile beraber), neşr. Ahmet Emin-Seyid Ahmed Sakar, Kahire,1370/1952.


el-Hikmetu’l-Halide-Câvidan-ı Hi-red, neşr. Abdurrahman Bedevi, Mektebet el Nahdat al-Mısrıyye, Kahire, 1952.


Kitabu’s-Saâde, el-Mektebetu’l-Mahmudiyye, Mısır 1928.


Risâle fi Mahiyyeti’l-Adl, neşr. Abdülaziz İzzet, İbn Miskeveyh: Felsefetühü’l-Ahlâkiyye ve Mesâdiruha, Kahire, 1946. An Unpublished Treatise of Miskawaih on Justice, Leiden, 1964.


Risâle fi’l-Lezzati ve’l-Alâmi fi Cevherin Nefs, Ragıp Paşa Kütüphanesi, no. 1463.


Ecvibetün ve Esiletün fi’n Nefsi ve’l-Akl, neşr. Abdurrahman Bedevi, Dırâsat ve Nusûs fi’l Felsefe ve’l-Ulûm inde’l-Arab içinde, Beyrut 1981.Deux epitres de Miskawayh, BEQ, IXVII, 1961-62, s. 71-74.


Kitabu’l Akl ve’l Ma’kul, neşr. Mu-hammed Arkoun, “Mıskawayh: De’l Intellect et de l’Intelligible”, Arabica, XI, Leiden 1964, s. 83-87.An Epistle on The Intellect and Intelligible, Roxanne Marcote, ICLXX/2, Haydarabad 1996.




Dünyaya Yön Veren Müslüman Bilim Adamları

Yazar: Hacı Mahmut Hatun

21 Şubat 2024 Çarşamba

SURİYE SELÇUKLULARI-3

 



HALEP SELÇUKLU MELİKLİĞİ



1 ·-   FAHRÜ'L-MÜLÜK RIDVAN DEVRİ


A -  MELİKLİGİN KURULUŞU


Tacüddevle Tutuş, Rey savaşında yenilip öldürüldükten sonra Suriye Selçuklu Devleti, oğulları Rıdvan ve Dukak tarafından ayakta tutulamamış; devlet, merkezleri Halep ve Dımaşk olmak üzere Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na tabi iki küçük melikliğe bölünmüştü.

Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti'nin hanedan mensubu olarak hükümdarı olan Tutuş, Büyük Selçuklu Devleti'nin sultanı olma mücadelesine başlamak üzere Dımaşk'tan ayrıldığı zaman, oğlu Fah¬rü'l-Mülk Rıdvan'ı Artukoğlu İlgazi ve Mirdasi emiri Vessab gibi emirlerle kendisinin naibi olarak Dımaşk'ta bırakmış ve bu emirlere «İki oğlu Rıdvan ile Dukak'a itaat etmelerini» bildirmişti.

Tutuş, Rey savaşından önce Hemedan'da bulunduğu sırada Rıdvan'a gönderdiği bir mektupta “Suriye'de bıraktığı kuvvetlerle süratle kendisine yardıma gelmesini” bildirmişti. Babasının mektubunu alan Rıdvan, beraberinde İlgazi, Vessab ve birkaç Arap emiri olduğu halde, Dımaşk'tan Haleb'e gelmiş ve burada bulunan eski şehir valisi Kasirnüddevle Aksungur'a ait Türk asıllı memluk askerler de kendisine katıldıktan sonra, Rahbe yoluyla Bağdat'a hareket etmişti. Fakat o, Fırat ırmağı kıyısındaki Ane şehrinde konaklamaktayken babasının Rey savaşında yenildiği ve öldürüldüğü haberini aldı. Bu habere son derece üzülen Rıdvan, derhal çadırlarını toplatıp beraberindeki çok az sayıda asker ile Haleb'e hareket etti. Rıdvan yola çıkarken ordusunu bile beklememiş, yakalanmak korkusu ile durup dinlenmeden Haleb'e gelmişti. Bu sırada şehirde babasının naibi olarak Vezir Ebu'l Kasım b. Muhammed b. Bedi el-Harezmi bulunuyordu. Ebu'l-Kasım tarafından iyi bir şekilde karşılanan Rıdvan'a babasının vasiyeti gereği şehir ve kale derhal teslim edilmiştir. Böylece Rıdvan, iç kaledeki hükümdarlık sarayına yerleşmiş ve hiçbir muhalefetle karşılaşmaksızın babasının yerine Suriye Selçuklu meliki olmuştur. Rıdvan'ın yönetimine geçen devlet, Berkyaruk'un başında bulunduğu Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na tabi bir meliklik olarak devam etmiştir.

Rıdvan'ın melik sıfatıyla Halep'teki hükümdarlık sarayına yerleşmesinden bir süre sonra, Rey savaşından sağ salim kurtulan kardeşi Şemsü'l-Mülük Dukak, atabegi Cenahüddevle Hüseyin, Antakya valisi Yağısıyan ve daha sonra da Emir Adbüddevle Abak, Urfa üzerinden Haleb'e gelmişlerdir.

Uzun yıllar Rıdvan'ın atabegliğini yapmış olan ve ayrıca onun annesiyle evlenmek suretiyle nüfuzunu daha da artıran Cenahüddevle, şehir ve kale yönetimini tahakküme varan geniş yetkilerle yürütmeyi sürdüren ve buradaki bütün Selçuklu ailesine karşı saygısız ve soğuk davranan Vezir Ebu'l-Kasım'ın bu tutumunu hoş karşılamamış ve onu bertaraf etmek için Melik Rıdvan'la işbirliği yaparak birtakım faaliyetlere girişmiştir. Bu maksatla Cenahüddevle, şehir kalesindeki çoğunluğunu Mağripli askerlerin oluşturduğu muhafızları kendi tarafına çekmiş, bir gece yarısı harekete geçerek bu muhafızlarla vezirin evini kuşatmış, onu yakalatıp hapse attırdıktan sonra münadiler vasıtasıyla Ebu'l-Kasım'ın bertaraf edildiğini ve Rıdvan'ın gerçek hükümdarlığını halka duyurmuştur. Bununla birlikte Melik Rıdvan, bir süre babasının vezirliğini yapmış olan Ebu'l Kasım'a haber yollayarak emniyet içinde olacağını bildirmiş, böylece onun gönlünü almayı da ihmal etmemiştir. Ölümünden iki ay sonra (Mart-Nisan 1095) Tutuş'un adı hutbelerden kaldırılarak Rıdvan'ın adı okutulmaya başlanmıştır. Böylece Rıdvan, babasının ölümünden sonra büyük oğlu olarak tahta geçmiş, Ebu'l-Kasım'dan boşalan vezirlik makamına da Antakya valisi Yağısıyan'ın muhalefetine rağmen atabegi ve babalığı Cenahüddevle Hüseyin'i atamıştır.


B - SURİYE SELÇUKLU MELİKLİĞİNİ İHYA TEŞEBBÜSLERİ


Seruc ve Urfa Seferleri:


 

Melik Rıdvan, Halep Selçuklu melikliğini kurduktan sonra Emir Yağısıyan ile diğer ilerigelenlerin teşvik ve tavsiyeleri üzerine, melikliğinin sınırlarını genişletmek için askeri hazırlıklara başladı. Bu maksatla o, ilk hedef olarak savunmasız bir durumda olan Diyarbekir bölgesini seçti. Beraberinde veziri Cenahüddevle olduğu halde kuvvetleriyle birlikte bu bölgeye yönelmiş, çok geçmeden Yağısıyan ile Abakoğlu Yusuf da kuvvetleriyle kendisine katılmışlardır. Böylece kalabalık bir orduyla harekete geçen Rıdvan, Tutuş tarafından kendisine ıkta edilmiş olan Artukoğlu Sökmen'in idaresindeki Seruc'a yaklaşmış bulunuyordu ( 489 /1096) .

Rıdvan'ın askeri harekatını yakından izleyen Sökmen, Rıdvan'dan daha çabuk hareket ederek Seruc'a girip savunma hazırlıklarına başladı. Ancak iki taraf kuvvetleri arasında herhangi bir çatışma meydana gelmemiştir. Sökmenin tavsiyesi üzerine Seruç halkından bir heyet, Melik Rıdvan'ın huzuruna çıkıp askerlerinin özellikle ekinlere zarar vermemeleri, şehri kuşatmaktan vazgeçmesi hususunda istirhamda bulunmuşlar, bunun üzerine Rıdvan, Sökmen'in kendisini metbu tanıması şartıyla Seruc'u işgalden vazgeçmiş, daha sonra Urfa'yı itaat altına almak üzere buradan ayrılmıştır.

Melik Rıdvan, Urfa önlerine geldiği zaman şehrin iç kalesi Tutuş tarafından atanan bir Türk komutanının yönetiminde olmasına karşılık şehir, Bizans sarayında yetişmiş Kürpolat Ermeni Hetumoğlu Toros'un elinde bulunuyordu. Urfa'nın yönetimini Tutuş'un ölümünden sonra ele geçirdiği anlaşılan Toros, iç kaleye de hakim olmak için bir kısım surları tahkim ettirdikten başka, yeni surlar ve yirmibeş kadar da kule inşa ettirmiştir. Kalede bulunan Türk komutanı, Toros'un bütün bu faaliyetlerini komşu kale ve şehirlerdeki Türk emirlerine bildirmişti. Bununla birlikte iç kalede, muhafız kuvvetleri arasında Ermeni askerlerini de istihdam eden Türk komutanı, iç kaleyi Toros'a karşı savunamayarak bir Ermeninin ihaneti yüzünden burasını terketmek zorunda kalmış ve böylece iç kale de Toros' un eline geçmişti.

Melik Rıdvan beraberinde Urfalı bazı rehineler olduğu halde şehri kuşatmaya başladı. İbnü'l-Esir'e göre; Ermeni Toros'un umulmadık bir cesaret ve azimle savunmasına rağmen Rıdvan şehri almayı başarmıştır (489/1095). İç kale, isteği üzerine Yağısıyan'a verilmiş, o da burasını tahkim ettirerek bir miktar kuvvet yerleştirmiştir. 

Urfa'nın alınmasından sonra Rıdvan'ın beraberindeki emirler arasında gerginlik başgösterdi. Yağısıyan ve Abakoğlu Yusuf, Rıdvan'ın veziri Cenahüddevle Hüseyin'i bertaraf edip Halep'te melikliğin yönetimini ellerine alma konusunda anlaşmaya vararak onu yakalayıp hapsetmek üzere gizli hazırlıklara başladılar. Esasen, Yağısıyan, Cenahüddevle'nin vezirliğine karşı çıkmıştı. Fakat öte yandan her iki emirin karar ve faaliyetlerini haber alan Cenahüddevle, derhal ordudan ayrılıp yakın arkadaşlarıyla birlikte Haleb'e dönmüştür. Çok geçmeden Melik Rıdvan da kuvvetleriyle birlikte Haleb'e gitmek üzere, Urfa'dan ayrıldı. Fakat yolda Vezir Cenahüddevle'nin Halep'te bulunduğu öğrenilince Emir Yağısıyan şehre girmek istememiş, eski Halep veziri Ebu'l-Kasım el-Harezmi ile birlikte Rıdvan'dan ayrılarak valisi bulunduğu Antakya'ya gitmiştir. Bunun üzerine veziri Cenahüddevle'den başka, kendisine karşı da cephe aldığı anlaşılan Yağısıyan ve Abakoğlu Yusuf'un herhangi bir ortak hareketinden kuşkulanan Melik Rıdvan, süratle Haleb'e gelmiştir.

Onun Haleb'e dönüşünden kısa bir süre sonra Yağısıyan'ın düşmanca davranışları karşısında Cenahüddevle, Rıdvan'ın da tasvibini almak suretiyle, onun ıktaı olan Maarratü'n-Numan'ı almak için harekete geçti. Bu maksatla o, Adbüddevle Abak komutasında gönderdiği kuvvetler, burayı şiddetle kuşatmış, savunmada başarılı olamayan Yağısıyan'ın oğlu, şehri teslim etmek zorunda kalmıştır (1096). Böylece Yağısıyan'ın nüfuz alanı az da olsa daraltılarak Halep melikliğine karşı herhangi bir harekete geçmesi şimdilik önlenmiş oluyordu.



--  RIDVAN - DUKAK MÜNASEBETLERİ


1--Birinci Dımaşk Seferi:


Rey savaşında babası Tutuş'un yanında bulunan Şemsü'l-Mülük Ebu Nasr Dukak, bozgundan sonra babasına bağlı emirlerle Haleb'e gelmeyi başarmıştır. O, Halep'te ağabeyi Melik Rıdvan'ın yanında kısa bir süre kaldıktan sonra, babası Tutuş adına Dımaşk'ta hala yönetimi elinde tutan Emir Savtegin'in daveti üzerine, bir gece, gizlice Halep'ten ayrılıp Dımaşk'a hareket etti. Kardeşinin kaçışını haber almakta geciken Rıdvan, arkasından birkaç atlı göndermişse de onu yakalatamamış, Dımaşk'a ulaşan Dukak ise burada Suriye Selçukluları'nın Dımaşk kolunu kurmuştur. Fakat babasının Suriye'de tesis ettiği hükümranlığı tek başına sürdürmek isteyen Rıdvan, kardeşinin Dımaşk'ta ayrı bir meliklik kurmasına razı olmayarak onu bertaraf edip Dımaşk'a da hakim olma kararında idi. Fakat o, Yağısıyan ve Abakoğlu Yusuf gibi iki değerli emirin destek ve yardımından yoksun kalması sebebiyle Seruc hakimi olan Artukoğlu Sökmen'e elçiler göndererek Dımaşk'ı almak için kendisine yardımda bulunmak üzere Haleb'e gelmesini bildirdi. Melik Rıdvan'ın mektubunu alan Sökmen, emrindeki Türkmen süvarileriyle Halep yönüne hareket ettikten bir süre sonra beraberinde çok sayıda Türkmen kuvveti bulunan ve Yağısıyan ile birlikte Rıdvan'a karşı işbirliği yapan Abakoğlu Yusuf'a rastladı. Rıdvan'a yardıma giden ve böylece Yusuf'un hasmı durumuna düşen Sökmen, onun kendisine saldıracağından korkmuş ancak Yusuf'un güvence vermesi üzerine, iki Türkmen emiri birlikte Halep yönüne hareket etmiştir. Öte yandan Sökmen'in, kendi çağrısı üzerine yardıma gelmesine rağmen daima kuşkulu davranışlarda bulunmakta olan Emir Yusuf ile birleştiğini gören Rıdvan, her iki emirin Haleb'e herhangi bir saldırı düzenlemesinden şüphelendiği için beraberinde Emir Vessab ve Abak olduğu halde, veziri Cenahüddevle komutasında bir miktar kuvvet göndermek zorunda kaldı.

Cenahüddevle, her iki emiri Mercidabık yakınlarında karşılamış ve onlarla çarpışmaya girişmiştir. Emir Yusuf ile istemeyerek birleşmek zorunda kalan Sökmen'in yardımına gelmekte olduğu Rıdvan'ın askerlerine karşı çarpışmaya katılmaması üzerine Yusuf, Antakya'ya kaçmak zorunda kalmış ve bütün ağırlıkları yağma edilmiştir. Sökmen'in, Melik Rıdvan'a sadakati sayesinde Yusuf'u yenip bertaraf etmeyi başaran Cenahüddevle; Sökmen, Vessab ve Abak ile birlikte Haleb'e dönmüştür.

Rıdvan, Sökmen'in kendisine yardıma gelmesinden sonra, kardeşi Melik Dukak'tan Dımaşk'ı alma hazırlıklarına başladı. Sökmen ile birleşen Rıdvan'ın ordusu, Dukak'ın sefere çıktığı ve dolayısıyla şehirde bulunmadığı bir sırada, Dımaşk üzerine yürüyerek kuşatmaya başladı ( 489 başları / 1096). Dımaşk'ta Dukak'ın veziri Zeynüddevle Muhammed b. Ebu'l-Kasım, Şahne Salar Bahtiyar ve Dımaşk yerli muhafız kuvvetleri reisi Eminüddevle Ebu Muhammed b. es-Süfi ile az sayıda asker bulunuyordu.

Çarpışmalar sürüp giderken surlardan atılan bir mancınık taşı, askerleri daha iyi savaşmaya teşvik etmekte olan Rıdvan'ın bir hacibinin başına düşerek ölümüne sebep olmuştur. Hacibin ölümü, kuşatma savaşı yapan askerler üzerinde olumsuz bir etki yapmış ve askerler çadırlarına çekilmişlerdir. Bu arada seferden dönmekte olan Melik Dukak'ın da Dımaşk'a yaklaşmakta olduğu haberi alınmıştı. Sökmen'in de ordudan ayrılması üzerine Rıdvan, hiçbir başarı kazanamadan kuşatmayı kaldırıp Haleb'e dönmek zorunda kalmıştır.




2 --   Kudüs'ün Fatımiler Tarafından İşgali:


Rıdvan ve Dukak arasında hükümranlık mücadelelerinin başladığı sıralarda, Suriye Selçuklu melikliğinin yönetiminde bulunan Kudüs, Mısır Fatımileri tarafından geri alınmıştı. Suriye ve Filistin'de Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na tabi bir meliklik kuran Emir Atsız, 1071 yılının sonlarında Kudüs'ü Fatımilerden savaşsız olarak almayı ve Selçuklu hakimiyetine katmayı başarmıştı. Onun Suriye ve Filistin'deki. hükümranlığının Tutuş'a geçmesinden sonra (1079), Kudüs'de onun yönetimi altına girmişti. Tutuş, bu şehri, Anadolu'da Bizanslılara, Ahsa ve Bahreyn'de de Şii Karmatilere karşı başarılı mücadelelerde bulunduktan sonra kendi hizmetine giren Artuk Bey'e ıkta etmişti (1085-1086) . Artuk Bey'in 1091 yılında ölümü üzerine Tutuş, bu önemli şehrin idaresini oğulları Sökmen ve İlgazi'ye vermişti.

Suriye ve Filistin'de ortaya çıkan bu çekişmelerden faydalanmak isteyen Fatımi halifesi el-Mustansır, eski veziri Bedrülcemali'nin oğlu Emirü'l-Cüyuş Ebu'l-Kasım Şahinşah komutasında bir ordu gönderdi. Fatımi ordusu, şehir yakınlarına geldiği zaman Efdal, bu sıralarda Suriye Selçuklu melikliğine tabi olarak şehirde bulunan İlgazi ve Sökmen'e elçiler göndermiş ve şehrin kan dökülmeden teslimini istemiştir. Efdal'in bu teklifi reddedilince, Fatımi ordusu Kudüs'ü kuşatıp sıkıştırmaya başladı. Fatımi ordusunun sayı ve silah bakımından üstünlüğü, ayrıca Halep ve Dımaşk Selçuklu melikliklerinden de herhangi bir yardımın gelmemesi ve özellikle şehir surlarının büyük ölçüde yıkılması sebebiyle savunmanın son derece güçleşmesi sonucunda, İlgazi ve Sökmen, Kudüs'ü Fatımilere teslim etmek zorunda kalmışlardır (Şaban 489 / Ağustos 1096). Artuklu hanedanının uzun süre içinde oturduğu ünlü Davud burcu da Fatımilere teslim edilmiştir.

Böylece 1071 yılından beri Suriye ve Filistin Selçuklu hakimiyetinde kalmış bulunan Kudüs, yeniden Fatımi yönetimine geçmiş ve Filistin'de Selçuklu hükümranlığı tamamen sona ermiştir.



3 --  İkinci Dımaşk Seferi:


Melik Rıdvan, kardeşi Dukak'ın melikliğine son vermek malumuyla yeni bir girişimde bulunmak için askeri hazırlıklara koyuldu. Fakat kendisini yakından takibeden Yağısıyan, onun bu hazırlıklarını haber almış ve derhal Antakya'dan Dımaşk'a giderek durumu Melik Dukak ile atabegi Tuğtegin'e bildirmişti. Ayrıca Rıdvan'ın saldırması halinde kendilerine yardımda bulunacağını da vaat etmişti. Öte yandan hazırlıklarını tamamlayan Rıdvan, beraberinde veziri Cenahüddevle olduğu halde, ordusuyla Dımaşk üzerine yönelmişti.

Yağısıyan'ın, kuvvetleriyle kardeşine yardıma gittiğini haber alan Rıdvan, şehir surlarının da çok sağlam olduğunu göz önüne alarak Dımaşk'ı kuşatma girişiminde bile bulunmamıştır. Bu başarısız seferden sonra Rıdvan, Fatımiler tarafından geri alınan Kudüs'ü tekrar ele geçirmek için Nablus üzerinden Kudüs'e gitmişse de hiç bir başarı elde edememiş ve Haleb'e geri dönmek üzere buradan ayrılmıştır. Bu dönüş sırasında Rıdvan, Dımaşk Selçuklu melikliğine bağlı Mercü's-Suffer ve Havran yörelerinde birtakım yağma hareketlerinde bulunmuştur. Fakat Halep ordusunun hareketini yakından izleyen Dukak, Tuğtegin ve Yağısıyan ile birlikte bu yağma hareketlerine engel olmak maksadıyla Halep ordusunu takibe koyuldu. Öyle ki; her iki taraf kuvvetleri arasında çok az bir mesafe kalmıştı. İşte bu sırada durumun ciddileştiğini anlayan Vezir Cenahüddevle, komutasındaki bir kısım askerlerle çöl yoluyla Haleb'e gitmek üzere Rıdvan'dan ayrıldı. Vezirinin kendisinden ayrılmasıyla kuvvetleri azalan ve kardeşi Dukak ile bir savaşı göze alamayan Rıdvan da Dımaşk melikliğine ait yörelerde giriştiği yağma akınlarına son vererek Haleb'e dönmek zorunda kaldı. Öte yandan Dukak ve Tuğtegin Dımaşk'a, Yağısıyan da Antakya'ya dönmüşlerdi (Muharrem 490 / Ocak-Şubat 1096-1097). Melik Rıdvan'ın, babasının zamanındaki Suriye Selçuklu devletine ait bütün memleketleri yalnız kendi hükümranlığında toplama girişimlerinden biri de böylece başarısızlıkla sona ermiş oldu.



4 -  Kınnesrin Savaşı:


Melik Rıdvan'ın Suriye ve Filistin Selçuklu devletini ihya etmek için kardeşi Dukak'ın yönetimindeki Dımaşk'a karşı düzenlediği iki sefere karşılık olmak üzere; Dukak ve veziri Tuğtegin'in kumandasındaki Dımaşk ordusu, Halep Selçuklu melikliğine karşı harekete geçti. Dımaşk kuvvetleri, Hama üzerine yürüyüp yağma akınlarında bulundukları sıralarda, Antakya'dan atlılarıyla gelen Yağısıyan da bu kuvvetlere katıldı. Böylece daha kalabalık ve güçlü bir duruma gelen Dukak'ın ordusu, Hama'nın kuzeybatısındaki Kefertab bölgesine girdi (2 Rebiülevvel 490 / 17 Şubat 1097). Dımaşk ordusu, Halep bölgesindeki harekatını sürdürerek el-Cezr ve diğer bazı bölgelere akınlar düzenlemiştir.

Dukak'ın, Halep melikliği topraklarında giriştiği bu askeri harekat karşısında Rıdvan, karşı tedbirler almakta gecikmemiş, bu sıralarda Seruc'da bulunan Sökmen'i yardıma çağırdıktan başka Türk, Arap ve Halep yerli muhafız kuvvetlerinden oldukça kalabalık ve güçlü bir ordu hazırlamıştır. Rıdvan derhal ordusuyla harekete geçip Kınnesrin'deki Kuvayk çayının kıyısında konaklamış bulunan Dukak'ın kuvvetlerinin karşısında karargah kurdu. Burada iki kardeşin temsilcileri arasında bir kaç defa yapılan görüşmelere rağmen herhangi bir anlaşmaya varılamadı (5 Rebiülahir 490 22 Mart 1097) 'de her iki taraf kuvvetleri arasında oldukça şiddetli bir savaş başladı.

Kaynakların özellikle belirttikleri gibi; Sökmen, akşama kadar süren bu savaşta, son derece cesaret ve yiğitlik göstermiş, bunun sonucunda Melik Dukak'ın ordusu ağır bir yenilgiye uğramış ve bütün ağırlıkları yağma edilmişti. Bu yenilgi üzerine Dukak ve veziri Tuğtegin Dımaşk'a çekilmek zorunda kalmışlardı.

Öte yandan Melik Rıdvan ve beraberindekiler, muzaffer olarak Haleb'e dönmüşlerdi. Sıbt b. el-Cevzi, Halep ve yöreleri Rıdvan'ın, Dımaşk ve Meyyafarikin de Dukak'ın hükümranlığında kalması şartıyla iki kardeş arasında bir anlaşma yapıldığını belirtmiş, İbnü'l Esir, ise Kınnesrin savaşından bir süre sonra Rıdvan'ın adının Dımaşk ve Antakya'da Dukak'ın adından önce hutbelerde okutulması hususunda bir anlaşmaya varıldığını kaydetmiştir. Kınnesrin savaşı sonucunda Melik Rıdvan, ele geçirmek için çeşitli faaliyetlerde bulunduğu Dımaşk üzerinde az da olsa bir hakimiyet kurabilmiştir. Ayrıca veziri Cenahüddevle sebebiyle kendisine karşı muhalefeti savaşacak kadar ileri götüren babasının sadık emiri Yağısıyan'ın, elinde tuttuğu Antakya'ya dönmesini ve şimdilik etkisiz bir duruma getirilmesini sağlamıştır.



5 -   Vezaret Makamında Değişiklik ve Fatımilerle Antlaşma:


Kınnesrin savaşından sonra Melik Rıdvan ile atabegi, veziri ve babalığı Cenahüddevle Hüseyin arasında anlaşmazlık başgöstermiştir. Rey savaşını izleyen günlerde Haleb'e gelerek Rıdvan'ın devlet işlerini tam bir yetki ile yürütmüş, Halep melikliği için ortaya çıkan iç ve dış meselelerde daima onun yanında yer almış olan Cenahüddevle bu anlaşmazlık üzerine yanında karısı (Rıdvan'ın annesi) olduğu halde, yakınları ve kendi muhafızlarından bir kısmıyla birlikte Halep'ten ayrılarak ıktaları arasında yer alan Humus'a gitti. Burasını kendi adına yöneten naibi Karaca, onu karşılayarak şehir ve kalesini kendisine teslim etmiştir. İç kaleye yerleşen Cenahüddevle, kaleyi tahkim ettirerek düşmanlarının muhtemel saldırılarına karşı kendisini emniyet altına almıştır (Şaban 490 / Temmuz-Ağustos 1097) .

Cenahüddevle'nin vezirlikten ayrılıp Haleb'i terketmesini izleyen günlerde Yağısıyan, derhal Haleb'e; Melik Rıdvan'ın yanına gelmiş, onunla barışıp anlaşmış ve yeniden onun hizmetine girerek Halep Selçuklu melikliğinin mülki ve askeri yönetimini üzerine almıştır. Rıdvan ayrıca Yağısıyan'ın kızı Çiçek Hatun ile de evlenmiştir.

Suriye ve Filistin'in Selçuklular tarafından fethini ve bu ülkelerde Sünniliğin hakim bir mezhep durumuna gelmesini izleyen yıllarda Mısır Fatımileri, bu ülkelere yeniden hakim olmak maksadiyla askeri ve siyasi yönlerden, özellikle Selçuklu hakimiyetinin sarsıldığı sıralarda birçok defa girişimlerde bulunmuşlardı.

Suriye Selçuklu devletinin birbirine düşman iki şubeye ayrıldığı, birbirleriyle çatışmaların sürüp gittiği ve her iki şubede de iç kaynaşmaların sürdüğü sıralarda, Fatımi halifesi el -Müstali, Melik Rıdvan'a özel bir elçi heyeti göndermiştir. Mısır'dan değerli armağanlarla Haleb'e gelip Rıdvan'ın huzuruna çıkan Mısır heyeti, halifenin mektubunu ona takdim etmiştir. Mısır halifesi mektubunda Rıdvan'a şu tekliflerde bulunmuştur:

1--   Mısır Fatımi halifeliğini metbu tanıması,

2 - Hakim olduğu memleketlerde Sünni hutbeyi kaldırıp Fatımiler adına hutbe okutması,

3 - Hutbede, önce el-Müsta'li, sonra veziri Efdal, daha sonra da kendi adının yer alması,

Bütün bunlara karşılık olarak da kendisine mali ve askeri yardım yapılacak ve böylece Dımaşk'ı alması sağlanacaktı.

Melik Rıdvan, Fatımi halifesinden gelen bu teklifi aldığı sıralarda, el-Hakim Esad adlı müneccimi tarafından Şiilik lehine sürekli olarak etki altında tutuluyordu. O, kardeşi Dukak'ın elindeki Dımaşk'ı alma arzusu yanında, Halep'ten ayrılıp Humus'a yerleşen eski veziri Cenahüddevle'nin de kendisine karşı muhalif bir duruma geçmesi karşısında Halep'teki hükümranlığını sürdürebilmek için Şii Fatımi devleti ile işbirliğine karar verdi: Bu itibarla başta Halep olmak üzere hakim olduğu bütün memleketlerin camilerinde hutbenin Şii Fatımiler adına okunması için emir verdi. Bunun tabii bir sonucu olarak Rıdvan, Bağdat halifeliği tarafından atanan Ebu Ganaim Muhammed b. Hibetullah'ı Halep kadılığı ve hatipliğinden uzaklaştırıp, hatipliğe Şii taraftarı Ebu Turab Haydere b. Ebü. Üsame, kadılığa da Fazlullah ez-Zevzeni el-Acemi'yi atadı. Bu atamalardan sonra başkent Halep'te 17 Ramazan 490 (28 Ağustos 1097) 'da yapılan bir törenle Sünni hutbesi yerine Şii hutbe okutulmaya başlanmıştır. İlk olarak Hatip Ebu Turab tarafından okunan hutbede, anlaşma gereğince, önce Halife el-Müsta'li, sonra Efdal ve daha sonra da Rıdvan'ın adları sırayla okunmuştur. Aynı şekilde Şii hutbesi, Rıdvan'ın yönetimi altında bulunan şehirlerdeki camilerde de okutulmuştur. Böylece Suriye Selçuklularının Halep şubesi, Mısır Fatımi Halifeliğine maddi ve manevi bağlarla bağlanmak suretiyle tabi bir duruma gelmiş ve tarihte ilk defa bir Selçuklu meliki Şii Mısır Fatımi halifeliğini metbu tanımıştır. Selçuklular tarihinin çeşitli safhalarında gerek hanedan mensupları gerekse bazı emirler Mısır Fatımileriyle maddi ve manevi işbirliğine girişmişlerse de bunlardan hiç biri uygulama safhasına konulamamıştı. Ancak Rıdvan, bunu gerçekleştiren bir melik olarak tarihe geçmiştir. Fakat bununla birlikte Rıdvan'ın uyguladığı bu karara karşı, Sünni İslam dünyası büyük bir tepki göstermiştir.

Önce kendisinin hizmetinde bulunan en yakın dostları Yağısıyan ve Sökmen, durumdan haberdar olunca derhal Haleb'e gelerek Sünni İslam alemi aleyhinde olan bu kararından dolayı onu çok ağır bir şekilde kınamışlar ve kendisinden Fatımiler adına okunan hutbeyi kaldırmasını istemişlerdir. Fatımi devletinin, kendisine vaat ettiği mali ve askeri yardımda bulunmamış olması ve hükümdarlığının devamı için bu iki emiri kırmaya cesaret edememesi yüzünden Rıdvan ancak dört hafta kadar Fatımi halifeliği adına okuttuğu hutbeyi, yeniden Abbasi halifeliği ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu adlarına değiştirmek zorunda kalmıştır (12 Şevval 490 / 22 Eylül 1097). Bu değişikliğe paralel olarak Ebu Ganaim Muhammed yeniden Halep kadılığı ve hatipliğine atanmıştır. Ayrıca Rıdvan, Bağdat'a Halife el-Müstazhir Billah'a elçiler göndererek ondan özür dilemiştir.

Rıdvan bu önemli meseleyi böylece çözümledikten sonra beraberinde Yağısıyan ve Sökmen olduğu halde, ordusuyla Halep'ten ayrılıp Humus'a yürümek maksadıyla, Şeyzer'e hareket etti. Fakat çok geçmeden Haçlı ordularının Yağısıyan'ın yönetiminde bulunan Antakya yönünde ilerlemeye başladıkları haberi geldi. Yağısıyan, derhal Antakya'ya gidilip Haçlılarla savaşılmasını teklif etmiş, ancak anlaşmazlık çıkması üzerine Melik Rıdvan Haleb'e dönmüştür.

Melik Rıdvan, bundan sonra kötü davranışlarıyla bir huzursuzluk kaynağı haline gelen el-Micenn adıyla tanınan Halep Reisi Berekat b. Faris el -Favi'yi bertaraf etmek için hazırlıklara girişti. el-Micenn, eşkiyalık yapmaktayken Sultan Melikşah'ın Halep valisi Kasimüddevle Aksungur tarafından cesaret ve azameti takdir edilerek şaki ve müfsitleri iyi tanıdığı; onlarla iyi mücadele edebileceği düşüncesiyle Halep Reisliğine atanmıştı. Gerçekten o bu görevi, Aksungur ve Tutuş zamanlarında başarılı bir şekilde yürütmüştü. Fakat Rıdvan zamanında devlet adamlarına baskı ve tahakküme başlamış, hatta daha da ileri giderek bazı şehir yerli muhafızları ile Haleplilerden çevresine topladığı başıbozuk kimselerle Halep melikliğine karşı ayaklanmıştı. Ancak askeri birlikler tarafından çok sıkı bir şekilde takip edilmesi ve yanındakilerin yavaş yavaş kendisini terketmeleri üzerine Halep kalesinde gizlenmek zorunda kaldı. Fakat sonunda, kale kuşatılmış, Zilkade 490 (Ekim-Kasım 1097) 'da Rıdvan, el-Micenn'in Halep reisliğinden azledilip yerine Said b. Bedi'in atandığını münadiler vasıtasıyla ilan ettirmiş ve çok geçmeden de gizlendiği yerden çıkartılarak hapse atılmıştır. el -Micenn, sahip olduğu bütün mal ve paralara el konulduktan sonra öldürülmüştür (491/1098). 



D --  HAÇLILARIN HALEB'E HAKİM OLMA FAALİYETLERİ


Haçlılar, Antakya'yı işgal ettikten sonra Suriye Selçuklu Melikliğine bağlı şehir ve kasabaları istilaya giriştiler. Halep melikliğine bağlı er-Hüc'u işgal eden ve burasını hareket üssü yapan Raymond, Azaz askeri harekatına katıldıktan bir süre sonra Godefroi ile birlikte Halep melikliğine bağlı olan Maarratü'n-Numan'ın batısındaki el-Bare"yi kuşatmaya başladı (Zilkade 491 / Ekim-Kasım 1098). Kalabalık Haçlı ordusu karşısında direnemeyen halk, susuz ve yiyeceksiz kalmaları, Halep'ten de yardımcı kuvvetin gelmemesi üzerine, şehri eman karşılığında savaşsız olarak Haçlılara teslim etmek zorunda kalmıştır. Bununla birlikte şehre giren Haçlı kuvvetleri, anlaşmaya uymamış, pek çok müslümanı öldürmüş, bir kısmını da Antakya'ya gönderip satmışlardır. Müslüman halkın bütün mal ve parasına el koyan Haçlılar, şehir ve kaleyi de yağmalamışlardır. Raymond, ayrıca Ulu Camii kiliseye çevirterek kendi rahiplerinden Pierre de Narbonne'u piskoposluğa atamış ve şehre hristiyan halkı yerleştirmiştir.

Ekim 1098 başlarından itibaren Raymond, Godefroi, Flandr kontu Robert ve öteki Haçlı ilerigelenleri Kudüs'e yürüme planları hazırlamak üzere Antakya da St. Pierre kilisesinde toplandılar. Burada yapılan müzakereler sonunda, Kudüs'e ne zaman hareket edileceği belirlenememekle birlikte bir an önce, Kudüs'e yürümekte ısrar eden Haçlı askerlerinin meşgul edilmesi için Halep melikliğine bağlı Maarratü'n-Numan'ın işgaline karar verildi. Bu kararı uygulamak üzere Raymond, Flandr kontu Robert ile Antakya'daki Ermeni ve Nasrani kuvvetlerinin de katıldığı kalabalık Haçlı ordusu ile 27 Kasım'da Maarratü'n-Nüman'a gelerek şehri kuşatmaya başladı. Bu durum karşısında şehir ileri gelenleri, Melik Rıdvan ile Humus emiri Cenahüddevle'den acele yardım istedilerse de hiçbir cevap alamadılar. Kendi mukadderatıyla baş başa bırakılan Maarratü'n-Nüman halkı, şehir ve kalesini sayıca çok üstün Haçlı kuvvetleri karşısında ümitsizce savunuyordu. Öte yandan Haçlılar, yöredeki bütün ağaçları kesmek suretiyle direnen şehri çepe çevre kuşatmaktaydılar. Maarratü'n-Numan'ı almaya kararlı olan Haçlılar, daha ciddi ve şiddetli bir kuşatma savaşının yapılması gerektiği fikrinde birleşerek tekerlekler üzerinde hareket edebilen tahtadan büyük bir burç yaptılar. Bu tahta burç, Guillaume de Montpellier'in yönetiminde şehir burçları önüne getirilmiş böylece Haçlılar surlara daha yakın çarpışma imkanını bulmuş, bu tahta burç etrafında bütün bir gün yapılan çarpışmalar sonunda, pek çok asker telef olmuştur. Haçlılar, bu tahta burçtan merdivenler uzatarak kent surları üzerine inmişler, çok geçmeden de Maarratü'n-Numan'ı hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirmişlerdir (11 Aralık 1098) . Sabahleyin Haçlı askerlerini şehir içinde gören halk, panik ve şaşkınlık içinde evlerine çekilerek eman dilemek zorunda kalmışlardır. Kaynaklara göre haçlılar, şehri işgal ettikleri sırada aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu halktan pek çok kişiyi işkence ile öldürmüşlerdir. Ayrıca onlara ödeyemeyecekleri kadar ağır vergiler yüklenmiş, bütün mal ve yiyeceklerine el konmuştur.

Hatta su kullanmanın bile yasak edilmesi sebebiyle birçok kimse susuzluktan ölmüştür. Bu arada bütün şehir surları yıkılmış, ev, cami ve mescitler yakılıp yerle bir edilmiş ve şehrin hakim noktalarına Haçlılar yerleştirilmiştir.


-·   Kella Bozgunu:


Antakya'yı işgal ederek burada bir devlet kuran Haçlılar, esas gayeleri olan Kudüs'ü ele geçirmek için hakimiyet alanlarını sürekli olarak genişletmiş; Halep Selçuklu melikliğine bağlı er-Ruc, el-Bare ve Maarratü'n-Numan'ı da işgalden sonra el-Cezr, Zerdana ve Sermin şehirlerini de ele geçirmek suretiyle Haleb'i adeta kıskaca almış bulunuyorlardı. Böylece Haçlılar, Haleb'i de almak ve buradaki Selçuklu melikliğine son vermek için girişecekleri harekata dışardan yapılabilecek herhangi bir müdahaleye kolayca engel olmak için gereken tedbiri almış oluyorlardı. Durumun ciddiyetini anlamakta oldukça geç kalmış olan Melik Rıdvan, Haçlıların son olarak işgal ettikleri Kella kalesini geri almak için kuvvetleriyle birlikte Esarib üzerinden Kella'ya geldi (25 Şaban 493 / 5 Temmuz 1110) .

Bunun üzerine Antakya prensi Bohemond, Halep bölgesinde, daha önce işgal ettiği kalelere yerleştirdiği kuvvetlerle Rıdvan'ı karşıladı. Kella'da yapılan savaşta Rıdvan'ın askerleri yenilmiş; bir çokları öldürülmüş, aralarında bir emirin de bulunduğu birçok asker Haçlılar tarafından esir alınmıştır. Bu başarı üzerine Kefertab ile el- Hazır kaleleri de Haçlılar tarafından kolayca ele geçirilmiştir.

Bu yenilgi üzerine Melik Rıdvan, eski veziri Cenahüddevle'nin yanına Humus'a giderek Haçlılarla mücadele için ondan yardım istemiş; geçmiş bütün kırgınlıkları bir yana atan Cenahüddevle, onun bu isteğini olumlu karşılamış ve beraberindeki kuvvetlerle Haleb'e gelmiştir. Ancak Bohemond Antakya'ya çekilmiş olduğu için Haçlılara karşı hiç bir harekatta bulunulamamıştır. Askerleriyle birlikte bir süre Halep dışında kalan Cenahüddevle, bu sıralarda Haçlı saldırısından uzak kalmış olan Rıdvan'dan fazla bir ilgi göremeyince Humus'a geri dönmüştür.

Kella savaşından sonra Antakya prensi Bohemond, birtakım önemli kaleleri işgal etmek suretiyle Haleb'i ele geçirmek ve buradaki Selçuklu melikliğini ortadan kaldırmak için hazırlıklara girişti. Kuvvetlerini Haleb'in batısında el-Cezr ve Sermin'de toplamış ve böylece saldırı için ordusunu hazırlamıştı. Beraberinde Tancred olduğu halde Halep yakınlarına kadar gelen Bohemond, şehrin kıble yönünde bulunan Kuvayk çayı kıyısındaki el-Müşerrif'te karargahını kurdu. O, gizli istihbaratı sayesinde Rıdvan'ın ordusunun dağıldığını ve kendilerine karşı ciddi bir direnme gösteremeyeceğini öğrenmiş bulunuyordu. Bunu fırsat bilen Haçlı komutanları, Haleb'i daha sıkı kontrol altında tutmak, bölgedeki yiyecek maddelerini ele geçirmek ve nihayet gerektiğinde savunma yapabilmek maksadıyla Meşhedü'l-Ceff, Meşhedü'd-Dekke ve Meşhedü Karanbiya'da kaleler inşa etmeye karar verdiler (495 başları 1101 sonları) .

Fakat çok geçmeden Bohemond, Danişmend Gazi Gümüştegin'in sürekli saldırıları karşısında sıkışan Malatya hakimi Ermeni Gabriel'in, «şehri ve kızı Morfia'yı verme karşılığında» yardım isteği üzerine, derhal Haleb'i kuşatma faaliyetlerine son vererek Malatya'ya gitmek için Antakya'ya döndü.

Böylece Haçlı kuvvetlerinin, Haleb'i kuşatıp ele geçirmek için giriştikleri bütün hazırlıkları olduğu gibi bırakıp çekilmelerinden sonra Melik Rıdvan, derhal harekete geçerek Haçlıların depo ettikleri bütün yiyecek maddelerini kolaylıkla ele geçirmiş ve Sermin yakınlarında karargah kurmuştur. Öte yandan Cenahüddevle de kuvvetleriyle birlikte Humus'tan hareketle Haçlıların kontrolüne geçen Esfüna kalesini işgal etmiş ve kale içindeki bütün Haçlı askerlerini kılıçtan geçirmiştir. Buradan Sermin'e giden Cenahüddevle, bu bölgede konaklayan Rıdvan'ın kuvvetlerine ani bir baskın yapmış ve onları yağmalamıştır.

Yapılan çarpışmada Rıdvan'ın kuvvetleri bozularak çekilmiş, Vezir Ebu'l-Fazl b. el-Mevsfü ile Rıdvan'ın ilerigelen devlet adamlarından bazı kimseler Cenahüddevle tarafından esir alınarak Humus'a götürülmüştür. Bu arada Cenahüddevle, Rıdvan'ın yanında bulunan ve Rıdvan ile arasının açılmasında önemli rol oynayan Batıni reislerinden el-Hakim el-Müneccim'i yakalatmak için çaba göstermişse de başarılı olamamıştır. el-Hakim, bozgun sırasında canlarını kurtarıp kaçanlarla birlikte Haleb'e gelebilmiştir.

Cenahüddevle, Melik Rıdvan'a karşı kazandığı bu başarıdan sonra Sermin, Maarratü'n-Numan, Kefertab ve Hama bölgelerindeki bütün ürünlere el koymuştur. Daha sonra Cenahüddevle, Rahbe'yi almak için harekete geçmişse de buranın, Dımaşk Selçuklu Meliki Dukak tarafından işgal edildiğini görünce, derhal buradan uzaklaşmış ve Nukra'ya gidip orada konaklamıştır. Bunu haber alan Rıdvan aralarının son derece açık olmasına rağmen hiç çekinmeden yanına giderek onunla barış yapmış ve hatta onu Haleb'e getirmiştir. Böylece Rıdvan, üvey babası ve eski veziri Cenahüddevle ile olan kırgınlık ve düşmanlıklarına son vermiş oldu.

Halep'te bir süre kaldıktan sonra memleketi Humus'a dönen Cenahüddevle, 22 Heceb 496 (1 Mayıs 1103) Cuma günü, muhafızlarıyla şehir camiinde namaz kılarken eski düşmanı Batıni reisi el-Hakim el-Müneccim'in gönderdiği sufi kılığındaki üç Batıni fedaisi tarafından hançerlenerek öldürülmüştür. Halep'te oturan el-Hakim'in, Melik Rıdvan'ın yakınlarından olması sebebiyle bu öldürme olayında onun da rolü olabileceği kaynaklarda belirtilmiştir.

Cenahüddevle'nin öldürülmesi üzerine Haçlı liderlerinden Raymond, Humus'u ele geçirme hazırlıklarına girişti. Bu arada Cenahüddevle'nin karısı (Melik Rıdvan'ın annesi) oğluna bir elçi göndererek Humus'a gelip şehri teslim almasını ve Haçlılara karşı savunmasını bildirdi. Bu durumu öğrenen şehrin ilerigelenleri, Cenahüddevle'yi destekledikleri için Rıdvan'ın, kendileri hakkında pek olumlu fikirlere sahip olmayacağı kuşkusu ile onun hasmı durumundaki Melik Dukak'a Humus'u teslim etmek üzere çağrıda bulundular. Bu sıralarda Dukak'ın Dımaşk'ta bulunmamasına rağmen naibi Aytegin el-Halebi, hemen bir miktar kuvvetle harekete geçerek Humus'a gelmiş ve kaleyi Dımaşk Selçuklu melikliği adına teslim almıştır.

Öte yandan Humus'u işgal etmek için Resten'e gelerek burayı kuşatan Raymond ile annesinin çağrısına uyarak harekete geçip el-Kubbe'ye gelen Rıdvan Humus'un Dukak'ın eline geçtiğini öğrenince artık şehre girmenin gereksizliğini düşünerek memleketlerine geri dönmüşlerdir. Böylece Humus sessiz, sedasız Dımaşk Selçuklu melikliğine katılmış oldu.

Halep Selçuklu melikliğine tabi olan Azaz valisi Ömer, Antakya Haçlı prensliğine ait el- Cume'ye saldırarak yağma akınlarında bulunmuştur. Bunun üzerine Tancred, Antakya ve Urfa kuvvetleriyle karşı harekete geçerek Halep yakınlarındaki el-Müslimiyye'de karargahını kurduktan sonra bölgedeki köy ve kasabaları vergiye bağlamıştır.

Tancred, bir süre Halep yörelerinde askeri hareketlerde bulunduktan sonra, kendisine karşı hiçbir önlem almayan Melik Rıdvan'a ulaklar gönderip ondan bazı isteklerde bulunmuş, sıkışık bir durumda olan Rıdvan, bunları kabul etmek zorunda kalmıştır. Her ikisi arasında yedibin altın ile on baş hayvan verilmesine karşılık; el-Müslimiyye harekatı, sırasında alınan esirlerin (emirler · dışında) salıverilmesi şartlarını ihtiva eden bir anlaşma imzalanmıştır (496 sonları / 1103 sonları).

Fakat çok geçmeden, Antakya prensliğine bağlı kuvvetler, yeniden Halep bölgesinde harekatta bulunarak Tellü Başir'e, özellikle kuzey ve doğu yörelerine yağma akınları yaptıktan sonra Beserfüs kalesine saldırarak eman ile teslim almışlardır. Daha sonra Keferlasa'ya yönelen Haçlılar, Uleymoğulları kabilesinin karşı saldırıları üzerine, yeniden Beserfus'a çekilmişlerdir ( 497 /1108 sonları).

Melik Rıdvan, hakimiyet alanlarını sürekli olarak genişletmek isteyen Antakya Haçlılarının Halep bölgesinde giriştikleri askeri hareketler karşısında, hiç bir karşı harekatta bulunamamıştır. Esas itibariyle Sultan Melikşah'ın ölümünden sonra başlayan iç karışıklıklar sebebiyle Selçuklu devletinin otoritesinin zayıflaması tabi devlet ve beylikler üzerindeki nüfuz ve hükümranlığının hemen hemen yok denecek bir duruma gelmesi, bunun tabii sonucu olarak vasallar arasında sürekli çatışmaların ortaya çıkması ve nihayet Şii Mısır Fatımilerinin İslam dünyası içinde olumsuz davranışları, Haçlıların Suriye ve Filistin'de tutunmalarını sağlamış oldu. Özellikle Kudüs'ün işgali (15 Temmuz 1099), Haçlıların büyük hedeflerinin gerçekleşmesiyle sonuçlandı. Böylece Suriye'de Selçuklu İmparatorluğu'na bağlı öteki meliklikler gibi, Halep melikliği de Haçlı istilasının tehdidi altında bulunuyordu.

Öte yandan Selçuklu sultanı I. Kılıçarslan, Anadolu'da zor şartlar altında, Bizans ve Haçlılarla başarılı mücadelelerde bulunuyordu. Kılıçarslan, Bizans imparatoru Aleksius ile bir anlaşma yaparak batı sınırını emniyet altına alarak Doğu Anadolu seferine çıkmış ve Maraş'ı Ermenilerden almayı başarmıştı (1103).

Bu sıralarda Danişmend Gümüştegin Antakya prensi Bohemond'u esir almıştı. Bunun üzerine Kılıçarslan Antakya üzerine bir sefer düzenlemeye karar verdi. Bu maksatla Haleb'e bir elçi göndermiş ve sefer sırasında ordusunun yiyecek ihtiyaçlarının sağlanmasını bildirmiştir. Halep halkı, buna son derece sevinmiş, etrafa müjdeler yollanmıştır. Ancak Kılıçarslan, Gümüşteginin esir alınan Bohemond'u, yüzbin altın karşılığında salıverdiğini öğrenince Antakya seferinden vazgeçmiştir.



2 ---  Rıdvan'ın Karşı Harekatı:


Halep bölgesinin birçok önemli kale ve stratejik mevkilerinin Haçlılar tarafından ele geçirilmesi sonucunda bu bölge, Haçlıların kontrolüne girmişti. Böylece Halep Selçuklu melikliği çok ciddi bir devreye girmiş oluyordu. Melik Rıdvan ise Haçlıların, Halep melikliği aleyhine sürekli olarak artan bu askeri hareketlerini durdurabilecek kuvvete sahip değildi. Bu yüzden başarılı karşı saldırılar da düzenleyemiyordu. Fakat özellikle Halep bölgesinde askeri faaliyetlerde bulunan Antakya Prensliğine bağlı kuvvetlerin, başlarında Danişmend Gümüştegin'in esaretinden kurtularak Antakya'ya gelen Bohemond ile yeğeni Tancred olduğu halde, Harran üzerine yürümekte olan Urfa kontu II. Baudouin'in çağrısına uyarak ona yardıma gitmeleri sonucunda bu bölgede Haçlı harekatı durmuş oldu. Şaban 497 (Nisan-Mayıs 1104) 'de Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Musul valisi Çökürmüş ile imparatorluğun vasalı Hısnıkeyfa (Hasankeyf) emiri Artukoğlu Sökmen'in birlikte sevk ve idare ettikleri Selçuklu ordusu karşısında, Harran'da Belih çayı yörelerinde II. Baudouin, Joscelin, Bohemond ve Tancred gibi ilerigelen Haçlı liderlerinin komutasındaki Haçlı ordusunun ilk defa büyük bir bozguna uğraması ve hatta Baudouin ve Joscelin'in esir alınması, bütün İslam alemini sevindirirken, özellikle Halep bölgesindeki Haçlı prensliğinin askeri harekatlarını büyük çapta sekteye uğratmıştır.

Rıdvan, bu harekatı daha yakından izlemek maksadıyla bir miktar kuvvetle Halep'ten çıkıp Fırat ırmağı yönünde ilerlemişti. Bu sıralarda Urfa ve Antakya Haçlı ordusunun kesin bir yenilgiye uğradığını öğrenen Rıdvan, süratle geriye dönüp Haçlıların işgalleri altında bulunan Halep bölgesindeki kale ve stratejik bölgeler üzerine yönelerek bunları birer birer kuşatmaya başladı. Böylece el-Cezr, el Füa, Sermin, Maarretü Masrın ve bazı kaleleri yeniden ele geçirmeyi başardı; birçok Haçlı askeri de tutsak alındı. Rıdvan'ın bu istirdat harekatından başka melikliğe bağlı emirlerden Şemsü'l-Havas Yaruktaş da bir miktar kuvvetle harekete geçerek Savveran'ı fethetmiştir.

Bütün bu askeri başarılar neticesinde Latmin, Kefertab, Maarratü'n-Nüman ve el-Bare'de bulunan Haçlılar, Antakya'ya kaçmışlardır. Böylece bu kale ve şehirler de yeniden Halep Selçuklu melikliğinin yönetimine geçmiştir. Daha sonra Melik Rıdvan, Balis ve el-Faya'yı Cenahüddevle'nin adamlarından teslim almış, ayrıca Yaruktaş'ı istemeyen Hama halkının çağrısı üzerine burayı ve Selemiyye'yi de melikliğine katmıştır ( 497/1104). Melik Rıdvan'ın, Haçlıların zaafiyetinden faydalanarak giriştiği bu askeri harekat sonunda Halep bölgesinde bulunan ve Halep için stratejik önemi haiz olan bir çok kale ve şehir geri alınmış ve buralarda oturan halk emniyet ve süküna kavuşturulmuştur. Öte yandan Belih çayı savaşında yenilmesinden sonra yeğeni Tancred ile birlikte Antakya'ya dönen Bohemond, Melik Rıdvan'ın bu askeri hareketlerine karşı yeni bir harekata girişecek durumda değildi. Esasen Belih çayı zaferi, Kılıçarslan ve Danişmend Gümüştegin'in 1100 ve 1101 yıllarında Malatya ve Amasya'da Haçlıları yok etmelerinden sonra onlara ikinci ağır bir darbe olmuş ve böylece Halep bölgesi bir süre Haçlı tehlikesinden uzak kalmıştır.


--  Artah Mağlubiyeti:


Halep bölgesindeki Haçlı baskı ve işgalini kısmen de olsa kaldırmayı başaran Rıdvan, kardeşi Dukak'ın ölümü (Ramazan 49'"/ / Haziran 1104) üzerine eskiden beri hakim olmak istediği Dımaşk'a ordusuyla hareket etmiş, bir süre kuşatmış, adına hutbe okutmayı ve para bastırmayı kabul ettirmişti. Fakat her an yeni bir Haçlı tehlikesinin ortaya çıkabileceği düşüncesiyle Haleb'e geri dönmüştür. Böylece o, Dımaşk melikliğini kendine tabi kılmayı başarmış oldu.

Aşağı yukarı bir yıl sonra (Receb 498 / Mart 1105) Melik Rıdvan, Trablusşam'ı kuşatmakta olan Haçlı kuvvetlerini bertaraf edebilmek maksadıyla şehir hakimi Fahrülmülk İbn Ammar'ın yardım çağrısına uyarak Halep'ten ordusuyla hareket etmişti. Fakat bu sırada, Bohemond'un askeri yardım için Avrupa'ya gitmesi sebebiyle Antakya prensliğinin yönetimini üzerine alan Tancred; Maraş, Tellü Başir ve Urfa Haçlı kontluğundan da yardım alarak Halep melikliği için çok önem taşıyan Artah üzerine yürüdü. Artah 496 (1102-1103) yılında Haçlıların zulümleri sebebiyle kalede bulunan Ermeniler tarafından Melik Rıdvan'a teslim edilmişti.

Haçlı kuvvetlerinin şehri kuşatmaları üzerine kalede bulunan Rıdvan'ın naibi, derhal ona haber göndererek Haçlı kuşatmasını bildirmiş ve süratle yardıma gelmesini istemiştir. Bu haber üzerine Rıdvan, bütün Halep bölgesinden sağladığı üçbini gönüllü olmak üzere' yedibin yaya ve pek çok da süvariden oluşan oldukça kalabalık bir orduyla Halep'ten ayrıldı. Artah'a yaklaşan Halep Selçuklu ordusunun çokluğu karşısında savaşa cesaret edemeyen Tancred, Rıdvan’a haber göndererek barış teklifinde bulundu. Rıdvan, bu teklifi kabul etmek istemişse de beraberinde bulunan İspehbud Sabave buna engel olmuştu. Böylece Tancred'in barış teklifi reddedilmiş ve savaş kaçınılmaz bir duruma gelmişti. İbnü'l-Esir'in ifadesine göre; her iki taraf arasında savaş başlar başlamaz Haçlılar, çarpışmaya girişmeyerek süratle geri çekilmişlerdir.

Fakat çok geçmeden Haçlı komutanlarının aralarında yaptıkları müzakerelerde, geri dönülüp son bir saldırıda bulunulması, aksi takdirde tamamen bozguna uğranılacağı kararına varılmış ve yeniden çarpışmalara başlamışlardır. Halep kuvvetlerinin başarılı bir çarpışma sonunda Haçlı ordugahına girmeye muvaffak olmalarına rağmen süvari kuvvetler bozguna uğramaktan kurtulamadılar. Onların bu bozgunu, Haçlı ordugahında yağmaya dalan piyade askerlerin çok büyük kayıplar vermesine sebep olmuş, bunlardan pek az sayıda asker kurtulabilmiştir. Tam anlamıyla bozguna uğrayan Rıdvan'ın ordusu, Haleb'e çekilmek zorunda kalmıştır (3 Şaban 498 / 20 Nisan 1105) . Halep tarihçisi Kemaleddin İbnü'l-Adim'in Halep için, daha önceki «Kella felaketinden daha büyük bir felaket» olarak ifade ettiği bu Artah yenilgisinde, Rıdvan'ın kuvvetleri atlı ve yaya olmak üzere üçbin civarında zayiat vermiştir.

Halep ordusunun Haçlılar karşısındaki bu bozgununu, Leylun'dan Şeyzer'e kadar bütün Halep bölgesi halkını, hatta İbnü'l-Kalanisi'nin ifade ettiği gibi, bütün Suriye topraklarında yaşayan insanları, memleketlerinin her an bir Haçlı istilasına maruz kalabileceği endişesiyle baş başa bırakmıştır.

Nitekim çok geçmeden Tancred'in komutasındaki Antakyalı kuvvetler, bu bozgundan geniş ölçüde faydalanmak için Halep bölgesinde yağma ve istila hareketlerine giriştiler. İstilaya uğrayan el-Cezr ve Leylun halkının büyük bir kısmı Haleb'e göç etmişlerdir. Tancred, daha önce Melik Rıdvan'ın işgal ettiği Haleb'e bağlı stratejik önemi olan kaleleri kolaylıkla ele geçirmiştir. 


E ----· HAÇLILARA KARŞI İTTİFAK TEŞEBBÜSLERİ


Antakya prensliği yönetimini geçici olarak yürüten Tancred'in Halep bölgesinde giriştiği askeri harekat neticesinde Halep Selçuklu melikliği ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kalmıştı. Melik Rıdvan, melikliğini bu tehlikeden kurtarmak için Muhammed Tapar taraftarı olduğu için Bağdat şahneliğinden uzaklaştırılan Artukoğlu İlgazi, kısa bir süre hizmetinde bulunan İspehbud Saba ve Sincar emiri Arslantaşoğlu Alpı ile Haçlılara karşı girişecekleri askeri harekat için anlaşmaya vararak bir ittifak oluşturdu. Müttefikler, Haçlılarla nerede ve nasıl savaşılacağı konusunu müzakere için yaptıkları toplantıda İlgazi, Sultan Berkyaruk adına Musul ve bölgesinde valilik yapan Çökürmüş'ün yönetimindeki şehirleri ele geçirip buralardan elde edilecek asker ve paralarla Haçlılara karşı daha etkili bir mücadele yapılabileceğini ileri sürmüştü. İlgazi'nin bu teklifi, Rıdvan ve Alpı tarafından da olumlu bulununca süratle hazırlanan onbin kişilik bir kuvvet, Ramazan 499 başlarında (Mayıs 1106) Çökürmüş'ün yönetimi altında bulunan Nusaybin üzerine yürümüştür. Kuşatma sırasında Emir Alpı, surlardan atılan bir okla ağır yaralanmış ve Sincar'a dönmek zorunda kalmıştır.

Öte yandan, bu sıralarda Tanza yörelerindeki bir ılıcada tedavi gören Emir Çökürmüş, Rıdvan ve müttefiklerinin Nusaybin harekatını öğrenir öğrenmez Musul'a giderek askerlerini topladı ve Nusaybin'e hareket etti. Fakat müttefiklerin kalabalık ordusu karşısında savaşı göze alamadı. Bunun üzerine Melik Rıdvan'ın ordusunda yer alan bazı ilerigelen emirlere mektuplar gönderip birtakım vaatlerde bulunarak onları Rıdvan aleyhine kışkırtmayı başaran Çökürmüş, Nusaybin'de bulunan naiplerine Rıdvan'a yakınlık gösterip hizmet etmelerini, para ve armağanlar takdim etmelerini» bildirdi. Ayrıca Rıdvan'a elçiler gönderip; «Sen İlgazi'nin nasıl şer ve fesat sahibi bir insan olduğunu iyi bilirsin. Eğer onu yakalatıp hapse atarsan sana itaat eder, asker, silah ve para bakımından yardımda bulunurum» demiştir. Musul emirinin bu teklifini Halep bölgesini ciddi bir şekilde tehdit eden Haçlılara karşı yapılacak mücadeleler için, onun da yardımını sağlamak bakımından yerinde bulan ve uygulamaya karar veren Rıdvan, hizmetinde bulunan İlgazi'yi çağırtarak ona, Nusaybin'in alınmasının çok güç olduğunu söyledikten sonra; «Haçlılar, Halep bölgesini istila etmiş durumdadır. Büyüle kuvvetlerle bize katılacak olan Çökürmüş ile barış yapıp hep birlikte Haçlılara karşı harekete geçelim, böylece bizim bu hareketimiz, Müslümanların küffara karşı birleşmesi olacaktır» demiştir.

Küçümsenemeyecek kadar bir Türkmen kuvvetine sahip olan gazi, onun tavsiyesini kabul etmemiş; “Sen, kendi başına buyrukmuşsun gibi hareket ediyorsun, halbuki şu anda benim buyruğum altında bulunuyorsun; Nusaybin alınmadan sana buradan çekilme izni vermem, eğer çekilmeye kalkacak olursan seninle savaşmaya hazırım” demek suretiyle hizmetinde bulunduğu Rıdvan'a çok sert ve tehdit dolu bir tepkide bulunmuştur. Böyle bir tepkiyle karşılaşabileceğini düşünen Rıdvan, İlgazi'yi yakalatmak için daha önce tedbir almıştı. Nitekim birkaç askeri vasıtasıyla onu kıskıvrak yakalatıp bağlattıktan sonra artık düşmanı olmadığı Nusaybin kalesinde hapsettirmiştir. Fakat çok geçmeden beylerinin tutuklandığını öğrenen Türkmenler, İlgazi'yi kurtarmak için surlardan içeri girmeye ve önlerine gelen her şeyi yağmalamaya başlamışlardır. Bunun üzerine Rıdvan, askerleriyle birlikte süratle Haleb'e dönmüştür. Böylece Melik Rıdvan'ın, Halep bölgesini istila eden Haçlılara karşı kurmayı başardığı bu ittifak cephesi, Çökürmüş'ün siyasi oyunları sonucu dağılıp gitmiştir.



Batınilerle İşbirliği ve Efamiye Olayları:


Başarısızlıkla sona eren Nusaybin harekatından sonra Humus'a bağlı Kefertab'ın batısındaki önemli kalelerden biri olan Efamiye Halep Selçuklu melikliğinin hakimiyetinden çıkmıştı. Selçuklu vasalı Humus emiri Seyfüddevle Halef b. Mülaib'in yönetiminde bulunan Efamiye kalesi, 483 (1090) yılında Tutuş tarafından alınmıştı. Tutuş'un ölümünden sonra Efamiye kalesi oğlu Melik Rıdvan'a tabi olmuştu. Fakat bir süre sonra Rıdvan'ın bu kaledeki naibi, Mısır Fatımilerine başvurarak kaleyi kendilerine teslim edeceğini, bu sebeple bir naibin gönderilmesini bildirmişti. Bunun üzerine Mısır'da bulunan İbn Mülaib: «Haçlılarla mücadele etmek istiyorum» diyerek halifeyi ikna etmiş ve yeniden Efamiye'ye gelip yönetimi eline almayı başarmıştı. Fakat şehir ve kalesini eline geçirdikten sonra vasalı olduğu Fatımilere de itaat etmemeye başlayan İbn Mülaib, yeniden yolları kesip soygunlar ve müsadereler yapmaya başladı.

Halkının çoğu Şii olan Sermin, Haçlılar tarafından işgal edilince müslüman halk, burayı terkedip başka yerlere göç etmişti. Bu arada bir Şii daisi olan Sermin kadısı Ebu'l-Feth es-Sermini de Efamiye'ye sığınarak İbn Mülaib'in yanında kalmaya başladı. Böylece bu kalenin yeniden Halep Selçuklu melikliğine katılması kolaylaşmış oluyordu. Bu konuda Melik Rıdvan'ı ikna eden Batıni reisi Ebu Tahir es-Saig, Ebu'l-Feth ile haberleşerek İbn Mülaib'in öldürülüp kalenin Halep melikliğine bağlanması için girişimlerde bulundu. Büyük bir maharetle İbn Mülaib'in şüphelerinden sıyrılmayı başaran Ebu'l-Feth, Ebu Tahir ile münasebetlerini gizlice sürdürüyordu. Nihayet Ebu'l- Feth'in emri üzerine, güya Rıdvan'ın kötü davranışları sebebiyle Halep'ten kaçan üçyüz kadar Serminli beraberlerine verilen Haçlılara ait bir at, silah ve bir Haçlı reisi olduğu halde, Efamiye'ye gelerek «Haçlılarla savaşmak maksadıyla İbn Mülaib'in hizmetine gireceklerini ve yolda rastladıkları bir Haçlı birliğini yok edip neleri varsa aldıklarını» bildirdiler. Bunlara inanan İbn Mülaib, Serminlileri sevinçle karşılamış ve oturmalarına izin vererek adamlarına, onları kaleye yerleştirmelerini emretmişti. Artık her şey tamamlanmış ve Ebu'l-Feth'in planlarının uygulanmasının zamanı gelmişti.

Bir gece, kale muhafızlarının uykuya daldıkları bir sırada, Kadı Ebu'l-Feth ve kalede ikamet eden birkaç Batıni fedaisi, sessizce surlara gidip aşağıya ipler atarak, Üçyüz Serminliyi büyük bir gizlilikle yukarı çekmeyi başardılar. Yataklarında uyumakta olan İbn Mülaib'in çocukları ve amca oğulları, bir baskın sonunda öldürüldüler. Daha sonra da ayrı bir odada yatan İbn Mülaib de aynı şekilde öldürüldü. Bundan sonra da «Melik Rıdvan'ın kaleye hakim olduğun halka münadiler vasıtasıyla duyuruldu (3 Şubat 1106) .

İbn Mülaib'in öldürülüp Efamiye'nin ele geçirildiğini öğrenen Ebu Tahir, şehir yönetiminin Rıdvan'a tabi olarak kendisine bırakılması gerektiği düşüncesiyle süratle Halep'ten Efamiye'ye gelmişse de olaylar planladığı gibi cereyan etmedi. Şehir ve kaleye hakim durumda bulunan Kadı Ebu'l-Feth'in ona; «Bana hiçbir şekilde karşı gelmeyip benimle burada kalırsan hoş geldin, o takdirde senin emirlerini dinlerim, aksi halde, derhal geldiğin yere geri dön» demesi üzerine Ebu Tahir, ona karşı hiçbir harekette bulunamamış, böylece Efamiye Ebu'l-Feth'in yönetiminde kalmıştır. Fakat öte yandan Efamiye olaylarını yakından izlediği anlaşılan Tancred, beraberinde tutsak bulunan Ebu'l-Feth'in kardeşi olduğu halde, yediyüz süvari ve bin piyadeden oluşan kuvvetleriyle Efamiye'ye yürümüştür. Fakat o, şehre karşı hiçbir askeri harekatta bulunmamış, yalnızca Ebu'l-Feth'den kardeşinin serbest bırakılması karşılığında bir miktar para aldıktan sonra Antakya'ya dönmüştür.

Öte yandan Ebu'l--Feth'in şehri ele geçirmesinden önce, bir fırsatını bulup kaçarak canını kurtaran İbn Mülaib'in oğlu Musbih, önce Şeyzer'e gitmiş, orada bir süre kaldıktan sonra ailesinin intikamını almak için adamlarıyla birlikte Antakya'ya gitmiş ve Tancred'e sığınarak onunla işbirliğine başlamıştır. Musbih, kendi ailesine ait olan Efamiye'den kaçmak zorunda kaldığını, Ebu'l-I Feth ve Ebu Tahir'e karşı kendisiyle birlik olup sadık kalacağını, şehir ve kalenin alınmasından sonra da kendisinin bir vasalı olarak hüküm süreceğini söyledikten sonra, kale ve ambarlarda ancak bir aylık yiyecek maddelerinin bulunduğunu ve halkın uzun bir süre kuşatmaya dayanamayacağını belirterek onu Efamiye'ye yürümeye ikna etti. Bunun üzerine Tancred, beraberinde Musbih olduğu halde, kuvvetleriyle birlikte Efamiye üzerine yürüyüp kuşatmaya başladı.

Şehir ve kale halkı, şiddetli bir yiyecek sıkıntısına maruz kaldığı için eman ile teslim olmak zorunda kaldı. Burayı işgal eden Tancred, Serminli Kadı Ebu'l-Feth'i işkence ile öldürttü. Bununla birlikte şehir yönetiminde ikinci planda kalan Ebu Tahir ve arkadaşları, öldürülmeyip esir olarak alıkonulmuş, çok geçmeden de bunlar, kurtuluş akçesi karşılığında salıverildikten sonra Haleb'e dönmüşlerdir. Böylece Efamiye, 13 Muharrem 500 (14 Eylül 1106) 'de Haçlıların eline geçmiş oldu.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu metbu tanıyan Melik Rıdvan'ın Halep'te Batınilerle sıkı bir işbirliği yapması, Sultan Muhammed Tapar'ın dikkatini çekmiş ve Rıdvan, bu hareketinden dolayı şiddetle kınanmıştır. Bunun üzerine Rıdvan, Efamiye emiri İbn Mülaib ve aile fertlerinin öldürülmesinde önemli rol oynamış olan Ebu'l-Feth'in kardeşi Ebu'l-Ganaim ve taraftarlarını Halep'ten çıkartmış ve bazılarını öldürtmüştür (501/1107-1108). Böylece Rıdvan, Halep'teki Batınilerin faaliyetlerine son vermiş, fakat Haçlıların esaretinden kurtulan Ebu Tahir'in faaliyetlerine engel olmak cesaretini gösterememiştir.

Haçlılarla mücadele etmesl için Sultan Muhammed Tapar tarafından Musul valiliğine atanan Çavlı Sakave, bölgeyi elinde bulunduran ve Anadolu Selçuklu devleti sultanı Kılıçarslan'ı metbu tanıyan Emir Çökürmüş'ü bozguna uğratıp öldürmeyi başarmıştı (Muharrem 500 / Eylül-Ekim 1106). Fakat çok geçmeden Musul ilerigelenleri, Çökürmüş'ün onbir yaşındaki oğlu Zengi'ye vali olarak itaat ettiler. Çökürmüş'ün kale muhafızı olan Oğuzoğlu, Musul'u Çavlı'ya karşı savunmak için hazırlıklara girişti.

Ayrıca Zengi ve şehir ilerigelenlerinin de tavsibiyle; Hille emiri Seyfüddevle Sadaka, Bağdat şahnesi Aksungur Porsuki ve Anadolu Selçuklu sultanı Kılıçarslan'a elçiler göndererek Musul'u kendilerine teslim edeceğini vaat etti. Sadaka bu çağrıya, Sultan Muhammed Tapar'a sadakatı sebebiyle red cevabı vermiş, Porsuki ise Musul'a yaklaşmasına rağmen hiç kimsenin kendisine yüz vermemesi sebebiyle Bağdat'a geri dönmüştür. Bu sıralarda Doğu Anadolu'daki fetihleri dolayısıyla Malatya'da bulunan Kılıçarslan, bu çağrıya uyarak bir kısım kuvvetleriyle birlikte süratle Musul'a yöneldi. Nusaybin'de bir süre kalan Kılıçarslan, burada kendisini karşılayan ve itaatlerini arzeden Musul ileri gelenleriyle birlikte şehre gelip Sultan Muhammed Tapar adına okunan hutbeyi kendi adına değiştirdi ve böylece şehir, Büyük Selçuklu yönetiminden çıkıp Anadolu Selçuklu hakimiyetine geçmiş oldu (25 Receb 500 / 19 Nisan 1107).

Kılıçarslan'ın Musul'a gelmekte olduğunu önceden haber alan Çavlı, çabucak şehirden ayrılarak Sincar'a çekilmişti. Çok geçmeden Artukoğlu İlgazi ve Çökürmüş'ün askerlerinden bir kısım kuvvetler kendilerine katılmış ve böylece Çavlı, dörtbin süvariden oluşan bir kuvvete sahip olmuştu. İşte bu sıralarda Melik Rıdvan, Çavlı'ya bir mektup göndermiş ve: “Suriyeliler, Haçlıları yurtlarından uzaklaştırmada aciz kaldılar” diyerek Haçlılarla mücadele etmek için Suriye'ye gelmesi hususunda çağrıda bulunmuştu. Bu sıralarda Rahbe'yi kuşatmakta olan Çavlı, Rıdvan'a gönderdiği cevapta, önce Musul'a yeniden hakim olabilmesi için kendisine askeri yardımda bulunmasını, bunu gerçekleştirdikten sonra da Haçlılara karşı savaşıp onları Halep bölgesinden atmanın daha doğru olacağını bildirdi. Çavlı'nın öne sürdüğü bu şartları benimseyen Rıdvan Antakya prensi Tancred ile barış yaptıktan sonra askerleriyle derhal Halep'ten ayrılıp Rahbe'yi kuşatmakta olan Çavlı'ya katılmıştır.

Çavlı, Rıdvan ve İlgazi'nin kuvvetlerinden oluşan kalabalık ordu, Rahbe'yi şiddetle kuşatmaya başladı. 1107 ortalarına kadar sürdürülen kuşatmadan sonra burçlardan birisini savunanların ihaneti sebebiyle Melik Dukak tarafından atanmış olan Muhammed eş -Şeybani, şehri Çavlı ve müttefiklerine teslim etmek zorunda kaldı. Böylece Rahbe'nin itaat altına alınmasından sonra müttefikler, yönetimi Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na bağlı olan Musul'u kuşatarak Anadolu Selçuklularına bağlayan Kılıçarslan'a karşı harekete geçtiler. Her iki taraf arasında Hapur ırmağı kıyısında yapılan şiddetli savaş sonunda, kuvvetlerinin azlığı ve özellikle maiyyetinde bulunan başta Amid beyi Yınaloğlu İbrahim ve Harput emiri Çubukoğlu Muhammed ile öteki Doğu Anadolu beylerinin, kuvvetleriyle ordusunun saflarından ayrılması sebebiyle tek başına pek çok yiğitlikler göstermesine rağmen Kılıçarslan, yenilgiden kurtulamadı; kendinin ve atının zırhlarının ağırlığı dolayısıyla ok yağmuru altında girdiği Hapur ırmağında boğularak öldü (20 Zilkade 500 / 13 Temmuz 1107).

Bu zaferden sonra Çavlı, Musul'a Büyük Selçuklu İmparatorluğu adına yeniden hakim olmakta hiçbir güçlük ve engelle karşılaşmadı. Bununla birlikte o, yönetimindeki Musul'un Kılıçarslan tarafından kuşatılması sırasında Rıdvan'ın desteğini sağlamak için onunla yaptığı antlaşmayı yerine getirmemiştir. Melik Rıdvan ise, bu savaştan hemen sonra, Çavlı'nın saflarında birlikte çarpıştığı İlgazi'yi tutuklatması üzerine Çavlı'dan ayrılarak kuvvetleriyle birlikte Haleb'e dönmüştür. Böylece Melik Rıdvan'ın Haçlılara karşı giriştiği bu ikinci ittifak teşebbüsü de olumlu bir netice vermemiş ve dolayısıyla sürekli olarak Haleb'i tehdit etmekte olan Haçlılara karşı herhangi bir askeri harekata girişilememiştir.

Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar, Musul ve el-Cezire bölgeleri valiliğine atadığı Emir Çavlı'nın devlet hazinesine vergi göndermemesi, isyan eden vasal Hille emiri Seyfüddevle Sadaka'yı tedip için Bağdat'a geldiğinde kendisine katılmaması ve kendi aleyhine Sadaka ile işbirliğine başlaması gibi sadakatsizlikleri sebebiyle onu azletmiş ve yerine komutanlarından Altuntiginoğlu Mevdud'u atamıştı. Ayrıca Çavlı'yı bu bölgeden uzaklaştırabilmesi için Aksungur Porsuki, Sökmen el-Kutbi, Nasr b. Mühelhil ve Ebu'l-Heyca'yı kendisine yardımla görevlendirmişti.

İmparatorluk kuvvetlerinin Musul üzerine yürüdüğünü haber alan Çavlı, yanında Belih çayı savaşında (Nisan-Mayıs 1104) esir alınan Urfa kontu Baudouin olduğu halde, süratle şehirden ayrılmış ve bu sıralarda Mardin Artuklu emiri İlgazi'nin elinde bulunan Nusaybin'e gelmişti. Sultana karşı mücadelede yalnız kalan Çavlı, kendisini Bağdat şahneliğinden alması sebebiyle sultana kırgın bulunan İlgazi'ye elçiler göndererek sultana karşı kendisiyle birlik olması için büyük çabalar göstermiş ise de onu ikna edememişti. 

Bunun üzerine Çavlı, Rahbe yakınlarındaki Makisin'e geldi; burada, yanında tutsak bulunan Baudouin'i yetmişbin altın kurtuluş akçesi ödemek, müslüman esirleri serbest bırakmak ve gerektiği zaman da kendisine askeri yardımda bulunmak şartlarıyla serbest bıraktı. Ayrıca Baudouin, bu şartları yerine getirebilmesi için Salim b. Malik'in yönetimindeki Caber kalesinde bir süre oturmak zorunda bırakılmıştı.

Caber kalesine yerleşen Baudouin, kısa bir süre sonra, kendisiyle birlikte esir alınıp sonradan yirmibin altın kurtuluş akçesi ödemek suretiyle salıverilen kızkardeşinin oğlu, Tellü Başir prensi Joscelin'i getirterek Caber'de kendi yerine rehin olarak bıraktı; doğruca Antakya'ya Tancred'in yanına giden Baudouin, ondan otuzbin altın ile at, silah, elbise ve daha başka şeyler almış ise de Tancred, esareti sırasında yönetimine aldığı Urfa'yı ona geri vermeyi kabule yanaşmamıştı. Bunun üzerine Baudouin, Antakya'dan ayrılıp yeğeni Joscelin'in elindeki Tellü Başir'e gelmişti. 

Öte yandan sultana karşı mücadelede sıkışık bir durumda kalan Çavlı, Baudouin ile yaptığı anlaşma şartlarını bir an önce yerine getirmesini sağlamak için Caber'de Baudouin'in yerine rehin bulunan Joscelin'i serbest bıraktı. Gerçekten Baudouin, anlaşma şartlarının tümünü yerine getirmiş, hemen hepsi Halep bölgesine ait olan müslüman esirler ile kurtuluş akçesini Çavlı'ya yollamıştır. Böylece durumu düzelen Baudouin, yeğeni Joscelin ile birlikte Urfa'yı kendisine vermemekte direnen Tancred'e karşı harekete geçerek onun elinde  bulunan bir çok bölgede yağma ve tahrip akınlarına girişmiştir. Bunun üzerine her ikisi arasında yapılan müzakereler sonucunda Tancred, 18 Eylül 1108'de Urfa'yı Baudouin'e teslim etmiştir. 

Bir süredir Makisin'de oturan Emir Çavlı, buradan Rahbe'ye geldi. Babaları Seyfüddevle Sadaka'nın, Sultan Muhammed Tapar ile yaptığı savaşta (Mart 1108) yenilip öldürülmesi üzerine emirlik başkenti Hille'den ayrılıp Caber kalesinde Salim b. Malik'in himayesi altında oturan Ebu'n-Necm Bedran ve kardeşi Ebu Kamil Mansur, Rahbe'ye gelerek Çavlı'ya katıldılar ve sultana karşı onunla birleştiler. Bu sıralarda, sultanın maiyyetinden ayrılan Emir İspehbud Sabave de Çavlı'ya gelerek onunla işbirliğine başlamıştı.

Sabave, Irak'ta kaldığı takdirde daima sultanın tedip ve tehdidine maruz kalınacağını ifade ederek: «Suriye'de yeteri kadar İslam askerinin bulunmaması dolayısıyla bu ülkenin Haçlı istilasına uğramış olduğunu ileri sürmüş ve kuvvetleriyle birlikte Suriye'ye hakim olmanın kendileri için daha olumlu sonuçlar doğuracağını bildirmiştir. Sadakaoğullarının Hille'ye gidip orada sultana karşı birlikte mücadele etme isteklerine önem vermeyen Çavlı, Sabave'nin bu teklifini olumlu bulmuş ve bunu gerçekleştirmek için de birlikte Rahbe'den ayrılmışlardır.

Bu sırada hakimiyeti altında bulunan Rakka'nın Nümeyroğulları tarafından işgal edilmesi üzerine Caber kalesi hakimi Salim b. Malik, elçiler göndererek onlara karşı Çavlı'dan yardım istedi. Bunun üzerine Çavlı, Rakka'ya yürüyüp şehri yetmiş güne yakın bir süre kuşatmış ise de Nümeyroğullarının kendisine para ve at vermesi üzerine kuşatmayı kaldırmış ve Salim'e buradan bir elçiyle haber göndererek daha önemli işlerinin olması sebebiyle Irak'a gideceğini, mücadelesinde başarılı olduğu takdirde Rakka ve daha başka yerlerin yönetimini kendisine bırakacağını bildirmiştir. 

Öte yandan Çavlı'nın Suriye'ye yürümekte olduğunu haber alan Melik Rıdvan, kuvvetleriyle birlikte süratle Halep'ten ayrılıp onu karşılamak üzere, Rakka-Balis arasındaki Sıffin'e geldi. Rıdvan, burada Baudouin tarafından doksan Haçlı askeriyle Çavlı'ya gönderilmekte olan kurtuluş akçesine elkoymuş ve birkaç Frank askerini de esir alarak yanında alıkoymuştur. Daha sonra Rıdvan, Rakka'yı işgal ederek Salim b. Malik ve müttefikleri Çavlı'ya karşı hasım durumuna geçen Nümeyroğulları ile müşterek düşmana karşı görüşme yapmak üzere, Rakka'ya gitmiş ve onlarla bir miktar para karşılığında, Çavlı'ya karşı birleşme niteliği taşıyan bir antlaşma yaptıktan sonra Haleb'e dönmüştür.

Öte yandan Sultan Muhammed Tapar, hizmet ve itaattan ayrılan Çavlı'nın birtakım olumsuz faaliyetlere girişmesi üzerine ona Fahrülmülk b. Ammar ve Kutluğtiginoğlu Emir Hüseyin'i aracı olarak göndermiş, kendisine karşı mücadeleyi bırakıp eski ıktaı olan Musul'a dönmesini ve İbn Ammar ile birlikte Haçlılara karşı cihada başlamasını bildirmişti. Böylece onun gönlünü almış ise de Musul valiliğine atanan Mevdud'un tutumu sebebiyle bunu gerçekleştirmek mümkün olamamıştır.

Bunun üzerine eski ıktaına dönme ümidi ortadan kalkmış olan Çavlı, kuvvetleriyle birlikte Suriye yönüne hareket ederek Halep Selçuklu melikliğine tabi bulunan Fırat ırmağı kıyısındaki Balis üzerine yürüyerek burayı kuşatmıştır (13 Safer 502 / 22 Eylül 1108) . Rıdvan'ın naipleri şehri terkettikten sonra Çavlı, beş gün şiddetli bir kuşatma savaşı yapmış ve nihayet şehir, burçlarından birinin tahrip edilmesi üzerine düşmüştür.

Melik Rıdvan, Çavlı'nın Halep Selçuklu melikliğine ait bölgeleri istila ve işgale başlaması üzerine en yakın komşusu durumunda olan Antakya prensi Tancred'e bir mektup yazarak Çavlı'ya karşı birleşme teklifinde bulundu. Rıdvan, bu mektubunda, Çavlı'nın kendisine yaptığı hile ve zulümleri anlatarak onun Haleb'i ele geçirmesi halinde, Haçlıların Suriye'de barınmalarına imkan kalmayacağını bildirdikten sonra, ondan yardım ve ittifak talebinde bulunmuştur. Mektubu alan Tancred, derhal askeri hazırlıklarını tamamlayıp harekete geçmiştir.

Öte yandan, kendisine karşı yapılan bu ittifakı haber alan Çavlı, Urfa kontluğunu yeniden eline geçiren Baudouin'e elçiler göndererek durumu anlatmış, kurtuluş akçesi olarak ödemesi gereken paralardan artık vazgeçtiğini bildirdikten sonra kendisine yardıma gelmesini istemiştir. Çavlının bu davetini kabul eden ve bu sıralarda Menbic'te bulunan Urfa kontu, kuvvetleriyle gelip Çavlı'ya katılmıştır. İşte tam bu sıralarda, başında Sultan Muhammed Tapar'ın vali olarak atadığı Altuntiginoğlu Mevdud'un bulunduğu Selçuklu ordusunun Musul'a girdiği; şehirdeki para ve hazineye el konulduğu haber alınınca Çavlı'nın ordusunda bir telaş ve heyecan başlamış, yanında bulunan Aksunguroğlu Zengi, Nihavendli Bektaş ve daha birçok emirlerle birlikte kendisinden ayrılmıştır. Ancak bin süvarisi kalan Çavlı, Baudouin ve ona katılan Joscelin ile birlikte Tellü Başir yörelerine gelip konaklamışlardır. Bu arada Tancred, Melik Rıdvan'ın gönderdiği altıyüz süvari ile ikibinyüz kişilik bir kuvvetin başında Tellü Başir yönüne hareketle Çavlı ve müttefiklerine yaklaşmaktaydı.

İki taraf arasında Tellü Başir civarında şiddetli bir savaş başladı (Safer 502 / Ekim-Kasım 1108). Tancred, merkez hattında bulunan Baudouin ve Joscelin'in kuvvetleri üzerine saldırarak onları geri çekilmek zorunda bıraktı. Bu sırada Çavlı'nın sol kanat kuvvetleri, Tancred'in piyade askerlerine saldırarak onları bozup ağır kayıplar verdirdiler. Fakat bu sırada Çavlı'nın bir kısım askerlerinin, Frankların yedek atlarına saldırıp onları ele geçirmeleri üzerine, Frank kuvvetleri çekildiler.

Çavlı, çekilen Frank askerlerinin arkasından giderek yeniden çarpışmaya katılmaları için çaba göstermişse de onları ikna edememiş, kendisi de Musul'un kesinlikle elinden çıkması sebebiyle kuvvetlerine söz geçirememiş ve savaşı terketmek zorunda kalmıştır. Bütün ağırlıklarını savaş alanında bırakan Baudouin ve Joscelin Tellü Başir'e, Çavlı Rahbe'ye, İspehbud Sabave Suriye'ye, Bedran b. Sadaka eski ikamet yeri olan Caber kalesine ve nihayet Çavlı'nın hizmetine girmiş olan Çökürmüşoğlu da Ceziretü İbn Ömer'e gitmişlerdir. Savaşta gerek Haçlılar, gerekse Rıdvan'ın Halep askerleri oldukça ağır kayıplar vermişlerdir. Buna karşılık Tancred'in kuvvetlerinin eline çok sayıda mal ve eşya geçmiştir. Savaştan sonra Tancred, Antakya'ya dönmüş ve savaştan sağ olarak kurtulan Rıdvan'ın kuvvetlerini Haleb'e göndermiştir. Rıdvan'ın katılmayıp yalnızca bir askeri birlik gönderdiği bu Tellü Başir savaşı sonunda, Çavlı'nın Suriye'ye ve dolayısıyla Haleb'e hakim olma planları böylece başarısız kalmıştır.


 

F - SELÇUKLU ORDUSUNUN HAÇLILARA KARŞI İLK HAREKATI


Tellü Başir savaşında hakimiyet çatışmalarının da etkisiyle ikiye ayrılan Haçlılar, bu savaştan sonra birlikte hareket ederek özellikle Suriye kıyılarında büyük başarılar kazanıp Trablusşam, Banyas ve Cübeyl (Temmuz 1109) ve Beyrut (Mayıs 1110) gibi önemli şehirleri işgal etmişlerdir. Haçlıların İslam dünyası aleyhine kazandıkları bu başarılar karşısında, başta Dımaşk emiri Tuğtegin ve Halep Selçuklu meliki Rıdvan olmak üzere, Suriye'deki Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu metbu tanıyan mahalli emirliklerin Haçlılar karşısındaki durumları ciddi bir şekilde tehlikeye düşmüştür. Sultan Berkyaruk'un ölümünden sonra imparatorluk içinde istikrarı sağlayan Sultan Muhammed Tapar, MusuI valisi Mevdud, Mardin Artuklu emiri İlgazi ve Ahlat şahı Sökmen el-Kutbi'ye birer mektup göndererek Haçlılara karşı savaşmak üzere, harekete geçmelerini bildirdi. Haçlıların Anadolu, Suriye ve Filistin'e yerleşip birer devlet kurmalarından itibaren onlara karşı bütün İslam alemini temsil eden müşterek bir ordu, böylece oluşturulmuş oluyordu. Kısa zamanda Cizre'de toplanan Selçuklu ordu komutanları arasında yapılan müzakereler sonunda, Urfa Haçlı Kontluğu üzerine yürünmesi kararlaştırıldı.

Vakit kaybetmeksizin Nümeyroğulları topraklarından Urfa'ya hareket eden kalabalık Selçuklu ordusu, Şevval 503 (Nisan-Mayıs 1110) 'de Urfa'yı kuşatmaya başladı. Şehirde, giriş çıkışların kontrol altına alınması sebebiyle şiddetli bir yiyecek sıkıntısı başlamıştı. Önemli bir Haçlı kontluğu olan Urfa'nın kuşatılması, Suriye ve Filistin Haçlılarını harekete geçirmekte gecikmedi. Nitekim Kudüs kralı I. Baudouin ile Trablus kontu Bertrand, Ermeni askerlerinden de takviye aldıktan sonra Urfa'nın yardımına koşmuşlardır. Bu Haçlı kuvvetlerinin Fırat ırmağını geçmesi üzerine Selçuklu ordusu, onlarla ovada savaşıp yok etmek maksadıyla taktik gereği kuşatmayı kaldırarak Harran'a çekilmiştir (Zilhicce 503 sonları / Temmuz,. Ağustos 1110) . Bunun üzerine Haçlılar, şehre yiyecek maddeleri ile savaş aletleri getirip depo etmişlerdir.

Böylece Urfa'nın bütün ihtiyaçları giderilmiş oldu. Haçlı kuvvetleri, Urfa'da birtakım savunma önlemleri aldıktan sonra yardıma gelen kuvvetler şehirden ayrılmışlardır. Haçlıların kolayca ve hiçbir engellemeye uğramadan giriştikleri bu faaliyetler sırasında, Selçuklu ordusu, hiç bir müdahalede bulunamamıştır. Ancak Urfa'yı terkeden yardımcı Haçlı kuvvetleri ile Selçuklu birlikleri arasında Fırat ırmağı kıyısında küçük çapta yapılan çarpışmalar neticesinde bazı Haçlı askerleri öldürülmüş ve bir kısım ağırlıkları da ele geçirilmiştir. Daha sonra Selçuklu ordusu, yeniden Urfa üzerine yürüyüp bir kuşatma denemesinde bulunmuşsa da başarılı bir sonuç alınamamıştır.



G --   ANTAKYA HAÇLI PRENSLİĞİYLE ÇATIŞMALAR


Urfa harekatına katılmamış olan Melik Rıdvan, bazı bölgelere askeri hareketlerde bulunmuştur. Böylece Haçlılara karşı Urfa'dan başka ikinci bir cephe açılmış oluyordu. O, Tellu Başir savaşı sırasında bir antlaşma imzalamış olmasına rağmen özellikle Antakya Haçlı kuvvetlerinin Urfa kontluğuna yardıma gitmesi sebebiyle kuvvetlerini toplayıp, daha önce Tancred tarafından işgal edilen Halep melikliğine bağlı yöreleri geri almak için çeşitli faaliyetlere girişti. Ayrıca Antakya'ya bağlı birtakım yörelere akınlar yaparak pek çok ganimet ele geçirdi.

Antakya'daki Haçlıların, bu harekatı dolayısıyla aralarında yapılan antlaşmayı bozmuş olduğunu bildirmeleri ve çok geçmeden de Tancred'in kuvvetleriyle birlikte Urfa'dan döndüğünü haber alan Rıdvan, askeri faaliyetlerine son vererek Haleb'e dönmüştür. İbnü'l Adim'in bildirdiğine göre, Urfa'dan dönerken Rıdvan'ın birtakım istila ve akınlarda bulunduğunu haber alan Tancred, Fırat ırmağını geçip Haleb'in doğu topraklarına girerek istilaya başladı. Halkı kılıçtan geçiren Tancred, pek cok sürü ele geçirdi. Daha sonra Antakya'ya dönen Tancred, kuvvetleriyle birlikte Esarib'i kuşatmaya başlamıştır. O, özellikle yöredeki Müslüman çiftçilere dokunmayarak yiyecek maddelerinin kaleye nakledilmemesini sağlamış, böylece Esarib halkı yiyecek sıkıntısı çekmeye mahkum edilmiştir.

Bu sırada, kaledeki Müslüman halktan birkaç fedai, Tancred'i öldürmeyi planlamışlarsa da bir Ermeni'nin ihbarı üzerine başarılı olamamışlardır. Bunun üzerine kuşatma daha da şiddetlenmiş ve surlardan bazıları yıkılmıştır. Halep melikliğinin bu çok önemli kalesinin düşmek üzere olduğunu haber alan Rıdvan, Tancred'e elçiler yollayarak yirmibin altın karşılığında, kuşatmadan vazgeçmesini bildirmiş, bunu az bulan Tancred ise ancak otuzbin altın karşılığında kuşatmayı kaldırabileceğini, ayrıca, elinde esir olarak bulunan bütün Haleplileri de serbest bırakacağını Rıdvan'a bildirmiştir. Onun istediği meblağı çok bulan Rıdvan, olayların gelişmesini beklemeyi daha uygun görmüştür. Bununla birlikte Esarib kalesinde durum oldukça ciddi idi.

Hazinedar, kale hazinesinde kalan yüz kadar altını alıp Haçlılar tarafına geçtiği gibi, bir gurup müslüman yine Haçlılara iltica etmek zorunda kalmıştı. Kalede çok güç ve ağır şartlar altında savunmayı sürdüren askerler, Melik Rıdvan'a posta güverciniyle gönderdikleri mektupta, gerek yiyecek, gerekse asker bakımından içinde bulundukları ciddi durumu anlatmaya çalışmışlarsa da güvercinin Frank askerleri tarafından okla vurulması ve mektubun Tancred'in eline geçmesi neticesinde, onların bu faaliyetleri de başarılı olamamıştır. Her şeye rağmen Esarib'in durumunu yakından izleyen Melik Rıdvan, Tancred'e ikinci defa başvurarak kuşatmayı kaldırması için istediği otuzbin altını vermeye razı olduğunu, ancak bunu belirli taksitlerle ödeyeceğini, ayrıca rehineler vereceğini bildirmiş, fakat Tancred, bunu da kabule yanaşmamıştır.

Öte yandan uzayıp giden kuşatma karşısında Rıdvan'ın herhangi bir müdahale ve yardımda bulunamaması karşısında ümitsizliğe düşen askerler, kaleyi Haçlılara teslim etmek zorunda kalmışlardır (Cemaziyelahir 504 / Aralık-Ocak 1110-1111). Tancred, kaleyi teslim etmeleri sebebiyle halka ve askerlere dokunmamış, onların Esarib'den ayrılmalarına da engel olmamıştır. Esarib'in işgalinden sonra askeri harekatını durdurmayarak Haleb'in batısında bulunan Zerdana kalesini kuşatan Tancred; çok geçmeden bir emirin yardımları sayesinde kaleyi ele geçirmiştir. 

Daha sonra Tancred, Bikisrail kalesini de işgal etmiştir. Halep için hayati bir önem taşıyan bu kalelerin Haçlı işgaline uğraması; bölge halkını derin bir endişeye düşürmüş, özellikle Menbic ve Balis halkı, ev ve mallarını bırakıp kaçmak zorunda kalmışlardır.

Bu kalelerin kaybedilmesinden sonra Melik Rıdvan, Halep yörelerindeki Haçlı istila ve işgallerini kısmen de olsa durdurmak maksadıyla Tancred'e üçüncü defa başvurarak barış isteğinde bulunmuştur. Haleb'e ait önemli kaleleri almak suretiyle daha karlı bir duruma gelen Tancred, bu defa Rıdvan'ın barış teklifini kabul etmiştir. Böylece ikisi arasında «Tancred'e yirmibin altın, on at ve son Antakya seferi sırasında aldığı Ermeni esirleri geri vermesi, kuşatma sırasında Esarib yörelerinden toplanıp Haleb'e götürülen ürünlerin Haçlılara teslimi» şartlarını ihtiva eden bir barış antlaşması yapılmıştır.

Melik Rıdvan'ın Halep melikliği için oldukça ağır sayılabilecek şartlarla barış yapmak zorunda kalması, Halep bölgesinde iktisadi bir krizin doğmasına sebep olmuştur. Özellikle anlaşma şartları arasında yer alan «bu yılki ürünlerin Haçlılara verilmesi· şartı» sebebiyle, yiyecek maddelerinde geniş ölçüde bir azalma oldu. Bundan başka İbnü'l-Adim'in kayıtlarından; artan Haçlı istila ve işgali yüzünden Halep bölgesinde oturan yerli halkın yurtlarını bırakıp daha emniyetli bölgelere göç etmek eğiliminde oldukları anlaşılmaktadır. Melik Rıdvan, halkın göçünü önlemek ve onları toprağa bağlamak maksadıyla Halep Selçuklu hazinesine (Beytü'l -Mal) ait altmış parsel işlenmemiş araziyi uygun fiyatlarla halka sattırmıştır.

Rıdvan, bir gün, hatta bir saat gibi çok kısa bir sürede satışı tamamlanan bu toprakların sahipleriyle sınır ve fiyatlarını belirleyen bir Temlikname'yi bizzat kaleme almış ve böylece ilerde herhangi bir şekilde ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları ortadan kaldırmıştır. Rıdvan, toprak reformu mahiyetindeki bu olumlu kararı ile bölge halkını yurtlarına bağlamış ve dolayısıyla Halep bölgesinin boş topraklarını işletmek suretiyle daha verimli ve mamur bir duruma getirmek için çaba göstermiştir.



H - SELÇUKLU ORDUSUNUN İKİNCİ HAREKATI


Tancred'in son askeri hareketleri sebebiyle Halep Selçuklu melikliği gerçekten çok ciddi ve tehlikeli bir durumla karşı karşıya gelmişti. Kendilerine yardımda bulunabilecek tek devlet Büyük Selçuklu İmparatorluğu idi. Bu itibarla Halep'teki Haşimi ailesinden birisinin başkanlığında sufi, fakih ve tacirlerden oluşturulan bir heyet, bu sıralarda Bağdat'ta bulunan Sultan Muhammed Tapar'a gönderildi. Halep heyeti ve bunlara katılan Suriye'nin öteki bölgelerinden gelen heyetlere mensup bir çok kimse, 17 Şubat 1111'de sultanın özel camiine giderek Cuma namazı sırasında bağırıp çağırmaya, feryad ederek Suriye'de Haçlı istilasının elim sonuçlarını açıklayıp gösteriler yapmaya başladılar.

Sultan ve halifenin bu ciddi durumla hiç ilgilenmediklerini, din gayretlerinden yoksun olduklarını söylediler. Hatta heyecan ve taşkınlıkları o derece arttı ki; camide hutbe okuyan hatibi aşağıya indirip minberi parçaladılar ve halkın Cuma namazını kılmasına engel oldular. Fakat çok geçmeden sultan adına gönderilen bir hadim ve komutanların, sultanın Haçlılara karşı kendilerine yardım göndereceğini vaat ettiğini bildirmeleri üzerine gösteri ve tahribata son verdiler. Bir hafta sonra yine bir Cuma günü (24 Şubat 1111), bu defa halifenin özel camiine gidildi, zorla içeri girilerek orada da taşkınlık ve tahribat yapıldı.

Bu sırada sultanın kızkardeşi Halife el-Mustazhir Billah'ın karısı Seyyide Hatun, birçok ağırlıklarla İsfehan'dan Bağdat'a gelmişti. Halife, yapılan bu hareketlere kızmış, bunlara önayak olanların yakalanıp cezalandırılmalarını istemişse de sultan, onu ikna ederek bundan vazgeçirmiş ve beraberinde bulunan emir ve komutanlara, Haçlılara karşı sefer hazırlıklarına başlamalarını bildirmiştir. Bunun üzerine Bağdat'taki heyetler, ümit ve sevinç içinde memleketlerine dönmüşlerdir.

Halep Selçuklu melikliğinin ve Suriye'deki diğer emirliklerin metbu tanıdıkları Büyük Selçuklu İmparatorluğu sultanı Muhammed Tapar'a, Haçlılara karşı yardım hususunda başvurmaları, özellikle Bağdat gösterileri müspet bir netice vermiş ve Selçuklu sultanı, Musul valisi Emir Şerefüddin Mevdud'u başkomutan olarak görevlendirdikten başka, Haçlılara karşı yapılacak cihat için İslam alemindeki tabi ve temsilcilerine mektuplar göndererek çağrıda bulunmuştur.

Bunun üzerine Ahlat emiri Sökmen el-Kutbi, Emir Porsuk'un Hemedan bölgesi emirleri olan iki oğlu İlbeyi ve Zengi, Meraga valisi Ahmedil, Erbil emiri Ebu'l-Heyca, İlgazioğlu Emir Ayaz ve Bekçiyye emirlerinin kuvvetlerinden oluşan birlikler, sultandan aldıkları emir üzerine Şehzade Mesud ve Emir Mevdud'un kuvvetlerine katılmak üzere memleketlerinden ayrıldılar. Başkomutan Mevdud, Musul'dan hareketle Şebahtan bölgesine gelmiş ve burada Tellü Kurad, Kotedil, Çalman ve daha bazı kaleleri fethetmiştir. Çok geçmeden bu emirlerin komutasındaki kuvvetler birer birer gelerek 1110 yılındaki seferde olduğu gibi, bir kısmında Nümeyroğulları kabilesinin oturduğu Harran arazisinde toplanmaya başlamışlardır. Bu sırada Şeyzer emiri Sultan b. Munkız'dan, Selçuklu ordusu başkomutanı Emir Mevdud'a bir mektup gelmişti. İbn Munkız bu mektubunda Antakya prensi Tancred'in Şeyzer topraklarına girdiğini, Şeyzer'in tam karşısına, yeniden girişeceği akınların hareket üssünü oluşturacak olan Tellü İbn Ma'şer kalesinin yapımına başlandığını bildirdikten sonra ordunun Şeyzer'e gelip Haçlılara karşı savaşmasını istiyordu.

Haçlılara karşı savaş için önceden belirlenmiş bir planı olmadığı anlaşılan Selçuklu ordusu, İbn Munkız'ın bu çağrısına uyarak Harran'dan Suriye yönüne harekete geçti. Muharrem 505 ortalarında (Temmuz 1111 sonları) Fırat ırmağını geçen ordu, 19 Muharrem'de (28 Temmuz) Joscelin'in yönetiminde bulunan Tellü Başir önlerinde karargah kurarak burayı kuşatmaya başladı. Aynı zamanda burada Sultan Muhammed Tapar'dan Selçuklu ordusuna katılmak üzere emir alan Hemedan emiri Porsukoğlu Porsuk da beklenecekti. Durumun kendi aleyhine son derece ciddi ve tehlikeli olduğunu gören Joscelin, oldukça kalabalık bir kuvvete sahip olan Emir Ahmedil'e özel elçilerle gizlice para ve birtakım değerli armağanlar göndererek ona; ordudan ayrılıp kendisiyle birlik olmasını, buna karşılık istediği miktarda para vereceğini» bildirmişti.

Selçuklu ordusundaki öteki emir ve komutanların kendisini kınamalarına rağmen Joscelin'in teklifini kabul etmekten çekinmeyen Ahmedil, ayrıca orduda bulunan ve ağır hasta olan «Sökmen el-Kutbi'nin ölümü halinde sultanın, onun yönetimindeki memleketleri kendisine ıkta edeceği» vaadi üzerine kuvvetleriyle birlikte kuşatmayı terkedip Meraga'ya hareket etmiştir. Bunun üzerine Selçuklu ordusunun öteki kuvvetleri de düşmesi bir an meselesi olan Tellü Başir kuşatmasına devam etmemişlerdir (22 Ağustos 1111). Fakat esas itibariyle Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na tabi Halep Selçuklu melikliğinin durumu, Haçlı istilası ve işgalleri sebebiyle ciddi bir safhaya girmiş bulunuyordu. Melik Rıdvan bu bölgedeki Haçlılara karşı mücadele edebilmek için Başkomutan Mevdud, Ahmedil ve öteki komutanlara birer mektupla başvurdu. Rıdvan bu mektubunda; «Gerçekten ben mahvolmuş durumdayım, artık Halep'ten ayrılmak istiyorum, süratle buraya geliniz» diyordu.



Emir Mevdud, Rıdvan'ın bu mektubu üzerine, Selçuklu ordusunu Halep bölgesine yöneltti. Kalabalık ordu, Halep önlerine gelip konakladıktan sonra askerler, bölge halkına kötü hareketlerde bulunmaya başladılar. Kendilerini yok etmek isteyen Haçlılara karşı yardım çağrısında bulunduğu Selçuklu askerlerinin Halep halkına karşı giriştikleri bu kötü hareketler neticesinde Rıdvan, bu çağrıdan dolayı pişman olmuştu. Bunun bir sonucu olarak daha önce söz vermiş olmasına rağmen kuvvetleriyle birlikte Selçuklu ordusuna katılmak şöyle dursun Selçuklu ordusuna karşı birtakım savunma tedbirleri almaya başladı.

Halep önlerinde konaklayan Selçuklu ordusundan Emir Sökmen el-Kutbi ağır hasta olması sebebiyle kuvvetleriyle birlikte memleketine gitmek üzere, ordudan ayrılmak zorunda kaldı. Bu sıralarda, daha önce sultan tarafından kendisine çağrı mektubu yazılan Dımaşk emiri Tuğtegin, askerleriyle gelip Selçuklu ordusuna katıldı. Müttefiklerin Halep önlerinde boş yere beklemelerinin faydasızlığını gören Tuğtegin ordunun Haçlılarla savaşmak üzere, bütün Suriye'ye yayılmasını teklif etti. Selçuklu ordusu, Safer 505 sonlarında (Eylül 1111 başları) Halep'ten ayrılarak daha güneydeki Maarratü'n-Numan'a yöneldi. Fakat Selçuklu ordusunda tam bir çözülme başladı. Esasen bir mahfelde taşınacak kadar hasta olan Emir Porsuk, kuvvetleriyle ordudan ayrılmak zorunda kaldı.

Bunun üzerine, Mevdud ve Tuğtegin dışındaki öteki emirler de birer birer ayrılıp memleketlerine döndüler. Böylece Suriye'de geniş çapta istila ve işgallerde bulunan Haçlılara karşı hemen hiç bir başarılı harekata girişmeden Selçuklu ordusu, dağılıp gitmiş ve bu arada ciddi bir sarsıntı geçiren Halep Selçuklu melikliği de bütün problemleriyle Rıdvan'ın hükümranlığında kalmış oldu.



1 --   TUĞTEGİN İLE İTTİFAK


Gittikçe artan Haçlı istila ve baskısı yüzünden Halep'te adeta kuşatılmış bir durumda kalan Rıdvan, Halep Selçuklu melikliğini Haçlılara kaptırmamak için her ne pahasına olursa olsun mücadeleyi bırakmıyordu. Buna rağmen kuvvetlerinin azlığı sebebiyle Haçlılarla yeterince mücadele edemediği gibi, sürekli olarak; Halep melikliğine ait kale ve toprakların elden çıkışına engel olamamış ve hatta Antakya Haçlı prensliğine zaman zaman para ödemek zorunda kalmıştır. Bu sebeplerle Halep'te ve melikliğe bağlı bölgelerde iktisadi düzen bozulmuş, kendisine karşı kuvvetli bir muhalefet başlamıştı.

Bu sıralarda Antakya prensi Tancred, Azaz kalesine saldırı hazırlıklarını tamamlamış bulunuyordu. Rıdvan, onun bu harekatını durdurmak maksadıyla yirmibin altın ile at ve birtakım armağanlar vermeyi teklif etmişse de Tancred bunu kabule yanaşmamıştır. Kendisini tehdit eden bu iç ve dış olaylar karşısında tek başına kalmış olan Rıdvan, aralarının pek iyi olmamasına rağmen Dımaşk emiri Selçuklu vasalı Tuğtegin'e elçiler göndererek onu Haleb'e davet etmiştir. Bu çağrıyı kabul ederek Haleb'e gelen Tuğtegin ile Rıdvan arasında yapılan bir antlaşmaya göre, her iki hükümdar, gerektiğinde birbirlerine para ve askeri yardımda bulunacak, Tuğtegin, Rıdvan'ı metbu tanıyarak adına Dımaşk'ta para bastırıp hutbe okutacaktır (506/1112 başları) . Daha sonra Dımaşk'a dönen Tuğtegin, gerçekten antlaşma gereğince Dımaşk'ta Rıdvan adına para bastırdığı gibi hutbe de okutmuştur. 

Fakat bu antlaşma çok uzun sürmedi. Kudüs kralı Baudouin'in Dımaşk bölgesinde özellikle Beseniyye'de giriştiği istila hareketleri üzerine Tuğtegin, dostu ve müttefiki Musul emiri Mevdud'a başvurarak ondan yardım istedi. Derhal harekete geçen Mevdud, beraberinde Sincar emiri Temirek ve İlgazioğlu Ayaz olduğu halde, Fırat'ı geçip Suriye'ye yöneldi (Zilkade 506 / Mayıs 1113) . 

Öte yandan Dımaşk'tan ayrılan Tuğtegin, Selemiyye çayırında Mevdud'un kuvvetleriyle birleşti. Burada Tuğtegin, müttefiki Melik Rıdvan'a haber göndererek Haçlılara karşı girişecekleri savaş için kuvvetleriyle birlikte kendilerine katılmasını bildirdi. Buna rağmen Rıdvan, bu isteği hemen yerine getiremedi. Ancak o, Mevdud ve Tuğtegin'in Kudüs kralı Baudouin ve Joscelin'e karşı kazandıkları Taberiyye savaşından (28 Haziran 1113) hemen sonra yüz süvariden oluşan bir kuvveti müttefiklere göndermişti. Müttefiki Rıdvan'ın bu tutumuna son derece kızan Tuğtegin, onun adının Dımaşk'taki hutbe ve paralardan derhal çıkartılması emrini verdi ( 1 Rebiülevvel 507 / 16 Ağustos 1113) . Böylece bu ittifak da hiç bir faydalı sonuç vermeden bozulmuş oldu.



İ -- MELİK RIDVAN'IN ÖLÜMÜ VE ŞAHSİYETİ


Tacüddevle Tutuş'un ölümünden sonra iki kola ayrılan Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti'nin Halep kolunun ilk hükümdarı olan Fahrü'l-Müluk Rıdvan, yakalandığı şiddetli bir hastalık sebebiyle 28 Cemaziyelahir 507 (10 Aralık 1113)'de Halep'te vefat etmiş ve Meşhedü'l-Melik'e defnedilmiştir. Onun ölümünden sonra meliklik yönetimi büsbütün bozulmuş ve dolayısıyla melikliğin ileri gelen yöneticileri onun ölümü dolayısıyla büyük bir üzüntü ve ümitsizliğe kapılmışlardır. Eseri, günümüze kadar erişemeyen ünlü tarihçi Hemedanlı Muhammed b. Abdülmelik'e göre, Melik Rıdvan, içinde değerli eşyanın da bulunduğu bir milyon altın değerinde bir hazine bırakmıştır.

Rıdvan Halep'te hükümdarlık tahtına oturduğu zaman Suriye Selçuklu Devleti'nin biricik hakimi bulunuyordu. Fakat çok geçmeden kardeşi Dukak'ın, devletin başkenti olan Dımaşk'ta ayrı bir meliklik kurmayı başarmasından sonra Suriye Selçuklu Devleti, Halep ve Dımaşk olmak üzere iki ayrı kola ayrılmış oldu. Bununla birlikte Melik Rıdvan, kardeşinin Dımaşk'taki melikliğini tanımayarak Suriye ve Filistin ile birlikte babasının hakim olduğu bütün memleketleri yalnız kendi hükümdarlığı altında birleştirme siyasetini gaye edinmiştir. O, bu gayesine ulaşmak için bir çok defa girişimlerde bulunmuş ise de hemen hemen hiç bir başarı kazanamamıştır.

Bunun en önemli sebebini, kendisinin pek kudretli bir kişiliğe sahip olmaması yanında, vaktiyle babasına hizmet etmiş olmaları dolayısıyla maiyyetinde toplanan, başta atabegi Cenahüddevle Hüseyin olmak üzere, Yağısıyan, Artukoğlu Sökmen, İlgazi, Adbüddevle Abak ve Abakoğlu Yusuf gibi değerli emir ve komutanları kendi hizmetinde tutmayı başaramamasında aramak yerinde olacaktır. Bu emirlerin her türlü destek ve yardımlarından mahrum kalan Rıdvan babasının hakim olduğu memleketleri elinde tutamadığı gibi, devletin üzerinde kurulduğu Filistin'in bile Mısır Fatımilerinin eline geçmesini önleyememiş ve sonunda hükümranlık sahası, ancak Halep bölgesini kapsayan bir melikliğin hakimi durumuna düşmüştür. Onun, Dımaşk'ı, kardeşinden alıp bütün Suriye'ye hakim olabilmek için Şii Fatımi devletiyle bir ittifak yapması ve daha da ileri giderek Halep ve yörelerindeki camilerde hutbeyi Şiiler adına okutması, o devir Sünni İslam aleminin tepkisine yol açmıştır.

Haçlıların Orta-Doğu'ya girerek Urfa, Antakya, Kudüs ve Trablus'ta birer devlet kurmalarından sonra Halep Selçuklu melikliği diğer Müslüman emirlik ve devletler gibi, ciddi ve tehlikeli bir duruma düşmekten kurtulamadı. Bu devre içinde Rıdvan, hakimiyet sahasını genişletme yerine, melikliğine ait şehir ve kalelerin savunması ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Haçlılara karşı mücadele gayesiyle birleşik bir İslam cephesi oluşturmak için birçok defa girişimlerde bulunmuş ise de bazen müttefiklerinin özel çıkarları ve entrikaları, bazen de kendisinin olumsuz çekingen ve kuşkulu davranışları sonucunda başarılı olamamıştır.

Haçlı istilası sebebiyle Orta Doğu'nun, özellikle Suriye ve Filistin'in buhranlar içinde kıvrandığı bir devirde, hiçbir yerden yardım ve destek göremeyen Melik Rıdvan, İran'dan gelerek Halep'te yerleşen ve yoğun faaliyetlere girişen Batınilerle işbirliği yapmak ve böylece Haçlı baskısına karşı biraz daha güçlü bir durumda bulunmak ihtiyacını hissetmiştir. O, hiçbir zaman ne samimi bir Şii, ne de bir Batıni yanlısı olmuştur. Fakat melikliğin içinde bulunduğu güç ve ciddi şartlar, kendisini Batınilerin yardımına muhtaç bir hale getirmiştir. Suriye Batıni teşkilatının merkezinin ve yöneticilerinin Halep'te oluşu Haçlılara karşı askeri yönden çok zayıf bir durumda olan Rıdvan üzerinde oldukça kuvvetli bir etki yapmış, bunun sonucu olarak o, Batınilerin Halep'te propaganda merkezi (Daru'd-Da've) kurmalarına izin vermek zorunda kalmıştır.

Kaynaklar, Batınilerle işbirliği yaptığı gerekçesiyle onu suçlayan ifadeler kullanmışlardır. Bununla birlikte Melik Rıdvan'ın, özellikle Haçlıların Suriye ve Filistin'e yerleşmelerinden sonra karşılaştığı ciddi tehlikelere rağmen onsekiz yıl gibi pek kısa sayılamayacak hükümdarlık devresinde, hakim olduğu memleketlerin sükun ve mutluluk içinde yaşayabilmeleri için, büyük çabalar gösterdiği bir gerçektir.



2 -  ALPARSLAN DEVRİ



al Halep Meliki Oluşu ve İlk İcraatı:


Melik Fahrü'l-Mülük Rıdvan'ın ölümü üzerine yerine onaltı yaşındaki Tacüddevle Ebu Şuca Alparslan Muhammed el-Ahras hiç bir muhalefetle karşılaşmaksızın Halep Selçuklu meliki olmuştur. Bu sıralarda Halep melikliği çok ciddi iç ve dış problemlerle karşı karşıya bulunuyordu. Rıdvan'ın, Halep'te Suriye Batınileri için bir propaganda merkezi kurulmasına izin vermesi neticesinde başta reisleri Ebu Tahir es-Saig ve el-Hakim el-Müneccim olmak üzere Batıni daileri, Suriye'de ve özellikle Halep'te büyük faaliyetlerde bulunmaktaydılar. Ayrıca melikliğin yönetimine karışmaya, özellikle ordu saflarına girmeye başlamışlardı. Gerek propagandalarının etkisiyle, gerekse mal ve can güvenliklerini sağlamak bakımından, birçok kimse, Batıni yanlısı olmak durumunda kalmıştı.

Batıniler, özellikle Rıdvan'ın ölümünden sonra adeta Halep melikliğinin yönetimini ellerine almışlardı. Böylece içte, etkili bir Batıni baskısı altında bulunan Selçuklu melikliğinin, dışta Haçlılarla olan ilişkileri de son zamanlarda kritik bir safhaya girmişti. Özellikle Antakya Haçlı prensleri olan Bohemond ve Tancred'in askeri faaliyetleri neticesinde, Haleb'in kuzey, güney ve batısındaki melikliğe bağlı önemli kaleler, birer birer elden çıkmış ve hatta onlara her yıl yirmibin altın vergi ödemek zorunda bırakılmıştır. İşte Tacüddevle Alparslan, Halep Selçuklu melikliğinin yönetimini böyle bir zamanda eline almıştır. Bu sırada meliklik işlerini, atabegi ve babası Rıdvan'ın hadimlerinden olan Lü'lü adlı bir emir yönetiyordu.

Vezirlik makamında Rıdvan'ın değerli devlet adamlarından Ebu'l Fazl b. el-Mevstu, ordu komutanlığında Gümüştegin el··Baalbeki ve Halep yerli muhafız kuvvetleri komutanlığında ise Halep reisi Said Bedi bulunuyorlardı. Ebu Tahir es-Saig de Rıdvan zamanından beri Suriye Batınileri reisi olarak Halep'te oturmaktaydı. Böylece Halep melikliğinin yönetici kadrosu Rıdvan devrindeki şeklini korumuş oluyordu. Alparslan, Halep Selçuklu melikliği tahtına geçer geçmez babasının ihdas ettiği birtakım vergileri kaldırmış, daha sonra da bir cariyeden olan kardeşi Mübarekşah ile öz kardeşi Melikşah'ı öldürtmüştür.



1 -· Batınilerin Tenkili:


Babası Melik Rıdvan'ın kendilerine karşı gösterdiği hoşgörü ve ılımlı davranış neticesinde Halep melikliğinin yönetimine sızmayı başaran ve böylece etkili bir duruma gelmiş olan Batıniler, genç ve tecrübesiz Alparslan zamanında, yönetimdeki etkinliklerini daha da artırmışlar ve kalabalık halk kitlelerini çeşitli yöntemlerle taraftarları durumuna sokmuşlardır. Meliklik yöneticileri ve Halep ilerigelenleri (Ayan) aşırı bir hale gelen bu Batıni baskısından ciddi olarak endişe duymaktaydılar. Öte yandan Rıdvan devrinden beri Halep'teki Batıni faaliyetlerini yakından izleyen ve zaman zaman duruma ihtar niteliğinde müdahalelerde bulunan Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar, bu defa genç Melik Alparslan'a bir mektup göndererek; “Baban, Batıniler konusunda bana muhalefette bulunuyordu; halbuki şimdi senden, benim evladım olarak, onları yok etmeni istiyorum” demek suretiyle Batınilerle mücadele edip onları tamamiyle bertaraf etmesini istiyordu.

Bu sırada, başta Halep reisi ve Ahdas komutanı Said b. Bedi olmak üzere şehir ilerigelenleri de Melik Alparslan'a Batınileri bertaraf etmesi için sürekli telkin ve tavsiyelerde bulunmakta idiler. Ayrıca kendisine yardımda bulunacaklarını bildirdiler. Bu uyarı ve tavsiyeler üzerine genç melik, derhal harekete geçmiş, başta Batıni reisi Ebu Tahir olmak üzere İsmail ed-Dai, kardeşi el-Hakim el-Müneccim ve Halep'te bulunan öteki Batıni ilerigelenlerini birer birer yakalatıp boyunlarını vurdurmuştur.

Ayrıca Alparslan, ikiyüz kadar Batıniyi yakalatıp mal ve paralarına el koyduktan sonra bir kısmını hapse atmış, bir kısmını salıvermiş ve bir kısmını da öldürtmüştür. Böylece Melik Alparslan, babası Rıdvan'ın yapmaya cesaret edemediği Halep yönetimine tam anlamiyle hakim olmuş bulunan Batınileri bertaraf etme hareketini büyük bir başarı ile sona erdirmiştir.


2 --   Tuğtegin İle İşbirliği:



Melik Alparslan, Haçlılarla etkin bir mücadelede bulunabilmek için melikliğin iç işlerinde daha sağlam bir yönetim düzenine ihtiyaç duymaktaydı. Mevcut yönetici kadrosu ise bu düzenlemeyi yapabilecek durumda görünmüyordu. Ayrıca yöneticiler arasında da bir çekişme ve mücadele hüküm sürmekteydi. Bunun bir sonucu olarak Alparslan'ın bazı yakın devlet erkanı, Dımaşk emiri Atabeg Tuğtegin'e başvurarak onun yardımını sağlamasını tavsiye ettiler. Bunun üzerine genç melik, Tuğtegin'e bir mektup göndererek “Haleb'e gelip devlet işlerini ve orduyu iyi bir düzene sokmasını” bildirdi.

Onun bu davetini olumlu bulan Tuğtegin, Alparslan'ın çocuk yaşta, tecrübesiz ve bu sebeple küffarın ondan çekinmemesi ve dolayısıyla Haleb'in herhangi bir tehlikeye maruz kalmaması için melikin bu davetini kabulde hiçbir sakınca görmedi. Bununla birlikte o, derhal Haleb'e gitmemiş, aksine durumu görüşmek üzere Alparslan'ı Dımaşk'a davet etmiş ayrıca bir melik olarak ona tabilik ve bağlılığını göstermek maksadıyla Dımaşk'ta Selçuklu devleti sultanı Muhammed Tapar'ın adından sonra, onun adını hutbelerde okutup, adına para bastırmıştır (Şubat 1114) .

Tuğtegin'in daveti ve kendisine tabiiyetini bildiren davranışlarda bulunması üzerine Melik Alparslan, yakın devlet adamlarıyla birlikte onunla görüşmelerde bulunup kararlar almak için Dımaşk'a hareket etti. Alparslan ve maiyyeti erkanını Dımaşk'ın iki konak önünde karşılayan Tuğtegin, onu Dımaşk kalesine çıkartarak vaktiyle amcası Melik Dukak'ın oturduğu meliklik tahtına oturttu.

Melik Alparslan ve beraberindekiler, Dımaşk'ta müzakerelerde bulunup bir süre kaldıktan sonra Haleb'e hareket etmişlerdir. Anlaşma uyarınca, meliklik işlerini düzenleyip yoluna koymak üzere Atabeg Tuğtegin de beraberinde kalabalık bir askeri birlik olduğu halde Alparslan ile birlikte Mart 1114 tarihinde Haleb'e geldi. Fakat çok geçmeden Tuğtegin'in önderliğinde Halep yönetiminde tasarlanan ıslahat hareketleri henüz başlamadan, Melik Alparslan'ın yüksek düzeydeki meliklik yöneticilerini tutuklatma veya öldürtmeye başlaması, anlaşılması güç bir durum yaratmıştır.

Kaynaklarda belirtilmemekle birlikte onun atabegi durumunda bulunan ve devlet yönetimini tamamen kendi elinde tutmaya çalışan Lü'lü Tuğtegin'in yapacağı ıslahat sonucunda, bertaraf edilme endişesiyle, genç ve tecrübesiz melik üzerinde etkili olmuş ve onu mevcut yöneticilere karşı harekete geçirmiştir. Bunun sonucu olarak Alparslan, Lü'lü ve yakınlarının geniş çapta yardım ve destekleriyle misafiri Tuğtegin'e haber vermeden, önce Halep ordu komutanı Gümüştegin el-Baalbeki ve diğer ordu ileri gelenlerini tutuklattı. Daha sonra da yetenekli veziri Ebu'l-Fazl b. el-Mevsül ile babası Rıdvan'ın gözde emirlerinden Halep reisi Ahdas komutanı Said b. Bedi'i yakalatıp hapse attırdı. Daha sonra Halep'ten uzaklaştırılan İbn Bedi'in yerine Halep reisliğine İbrahim el-Furati atanmıştır. Bu tenkil hareketleri sırasında Alparslan, babasının hadimi Altuntaş, haciplerden Alptegin ve daha birçok hadim ve hasları öldürmekten çekinmemiştir.


Melik Alparslan'ın kendisinden habersiz olarak giriştiği bu kanlı hareketleri doğru bulmayan ve buna son derece canı sıkılan Tuğtegin, girişim ve ricaları sonucunda, tutuklanan ordu komutanı Gümüştegin'in salıverilmesini sağlamış ise de Lü'lü ve yakınlarının tam anlamıyla hakim olduğu Halep yönetiminde hedeflenen ıslahat hareketine girişme imkanı bulamamıştır. Alparslan'ın bu tutumu sonucunda Tuğtegin, beraberindeki askeri birlikle derhal şehirden ayrılarak Dımaşk'a dönmüştür. 


Melik Alparslan'ın Öldürülmesi:


Atabeg Tuğtegin'in Halep'ten ayrılmasından sonra Emir Lü'lü artık Halep yönetiminin tek ve rakipsiz hakimi olmuştu. Bunun bir sonucu olarak Lü'lü, Melik Alparslan'a hiç danışmaksızın yönetimde tahakküme başlamış, birçok kimselerin mal ve paralarına el koyduktan başka, görevden alınmasına önayak olduğu vezir Ebu'l-Fazl b. el Mevsül'ü, yeniden görevine iade etmiştir. Artık meliklik yönetimiyle hiç ilgilenmeyen Alparslan, eğlence, zevk ve sefa ile günlerini geçirmekteydi. Melikliğin ileri gelen mülki ve askeri yöneticileri, Alparslan'ın bu garip davranışlarından ciddi şekilde endişeye kapılmışlardır.

Öte yandan, melikliğin tek hakimi durumunda bulunan ve melikin kendisine karşı herhangi bir olumsuz hareketinden endişelenen Atabeg Lü'lü, bunu fırsat bilerek Alparslan'ı ortadan kaldırmayı planladı. Başta Emir Karaca et-Türlü olmak üzere melikliğin birçok ileri gelen emir ve komutanının destek ve yardımını sağladıktan sonra Eylül 1114 tarihinde, kaledeki odasında bulunduğu bir sırada Melik Alparslan'ı öldürtmeyi başardı.




3 -  SULTANŞAH DEVRİ


al  Lü'lü'nün İcraatı:


Halep yönetimini kendi tekelinde toplayan Atabeg Lü'lü, Melik Alparslan'ı ortadan kaldırttıktan sonra, daha henüz altı yaşında bir çocuk olan kardeşi Sultanşah'ı Halep Selçuklu melikliği tahtına geçirdi. Sultanşah'ın naibi sıfatıyla şehir kalesine yerleşen Lü'lü, yakın arkadaşı Şemsü'l-Havas Yaruktaş'ı ordu komutanlığına getirmiş ve böylece melikliğin tek hakimi durumuna gelmişti.

Lü'lü, ilk icraat olarak Ebu'l-Fazl b. Mevsül'ü görevinden almış, yerine Ebu'r-Reca b. Sertan'ı atamış ancak bir süre sonra onu da azletmiş ve Caber kalesine Malik b. Salim'in yanına gidip sığınan eski vezir Ebu'l-Fazl'ı davetle yeniden vezaret makamına getirmiştir. Daha sonra Lü'lü ve ordu komutanları, hala Halep için ciddiyetini korumakta olan Haçlı tehlikesine karşı, Atabeg Tuğtegin ve diğer emirlere mektuplar göndererek onları yardıma çağırmışlardır. Fakat daha önce, Melik Alparslan devrinde, melikliğin iç ve dış işlerini düzenleyip tedbirler alması için kendisine başvurulup Haleb'e davet edilen, fakat tavsiye ve görüşleri alınmayan Tuğtegin, güvenememesi dolayısıyla, Haleb'in bu davetine hiç bir cevap vermediği gibi, başvurulan diğer emirler de buna ilgisiz kalmışlardır.

Böylece Halep gibi, Kuzey Suriye'nin en önemli şehrine hiç bir Müslüman emir sahip çıkmıyor ve Haçlı tehlikesi de sürüp gidiyordu.

Öte yandan Halep'teki iktisadi durum da iyi değildi. Halep topraklarının büyük bir bölümü Haçlı istilası ve işgaline uğradığı için çok az ekim yapılabiliyor, hazinede para kalmadığı için ordu ve memleket ihtiyaçları karşılanamıyordu. Bu durumu önlemek maksadıyla Lü'lü, Kadı Ebu Ganaim Muhammed b. Hibetullah'ın yönetiminde, Halep bölgesinde pek çok köyü sattırmış ve elde edilen paraların ordu ve memleket ihtiyaçlarına sarfedilmesini bizzat kendi yürütmüştür.

Böylece gerek Haçlı tehlikesi, gerekse iç yönetimin zalim baskısı ile en kötü günlerini yaşayan Halep halkı deprem sebebiyle yeni ve daha güç şartlar altında yaşamak zorunda kalmıştır. 


Sultan Muhammed Tapar'a Başvurulması


Halep Selçuklu melikliğinin içte ve dışta hayati tehlikelerle karşı karşıya kalması, yönetimi tamamen elinde tutan Atabeg Lü'lü'yü ciddi bir şekilde endişelendirmişti. Haleb'i, içinde bulunduğu bu güç durumdan kurtarmak ümidiyle o, Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar'a bir mektupla başvurmuş, «Rıdvan ve oğlu Alparslan'ın bıraktıkları hazinelerle birlikte Haleb'i kendisine teslim edeceğini ve bu sebeple asker göndermesini» bildirmişti.

İmparatorluğu metbu tanıyan Mardin emiri Artukoğlu İlgazi ile Dımaşk emiri Tuğtegin'in imparatorluk kuvvetlerine karşı savaşacak derecede isyan halinde bulunduklarını ve ayrıca yine imparatorluk aleyhine Haçlılarla ittifak yaptıklarını haber alan Sultan Muhammed Tapar, buna son derece kızmış, her iki vasal emirin kesinlikle cezalandırılmalarına karar vermiştir. Bu sebeple o, Hemedan emiri Porsuk b. Porsuk'u, emirlerinden Çavuş Bey ve Gündoğdu ile birlikte Musul ve el-Cezire kuvvetlerinin de katılacağı büyük bir orduya başkomutan atayarak ona, «Önce, isyan halinde bulunan İlgazi ve Tuğtegin'e karşı savaşması, bunları yola getirdikten sonra da Haçlılara karşı mücadeleye girişmesi» emrini vermiştir. Derhal harekete geçen Porsuk'un komutasındaki kalabalık Selçuklu ordusu, Fırat ırmağını geçerek Haleb'e yöneldi (Mayıs-Haziran 1115). Ordunun Haleb'e yaklaştığı sırada Emir Porsuk, Lü'lü ve Yaruktaş'a, elçilerle sultanın menşur niteliğindeki mektubunu göndererek «Haleb'in derhal kendisine teslimini» istedi. Fakat Halep yönetimini elinden bırakmak istemeyen Lü'lü, daha önce, şehrin ve hazinenin teslimi konusunda sultana verdiği sözden dönerek Porsuk'a hiç bir cevap göndermedi. Ayrıca imparatorluğa isyan halinde bulunan İlgazi ve Tuğtegin'e elçiler göndererek «Haleb'i kendilerine teslim edeceğini, buna karşılık Dımaşk'a bağlı bir yerin yönetiminin kendisine verilmesini, bu sebeple derhal Haleb'e gelmelerini» istedi. Lü'lü'nün teklifinin bu defa samimiyetle yapıldığını düşünen Tuğtegin, müttefiki İlgazi ile birlikte ikibin kişilik bir süvari birliğiyle derhal Haleb'e gelerek Selçuklu ordusuna karşı savunma hazırlıklarına giriştiler.

Öte yandan Selçuklu ordusu, Balis'e gelince Emir Porsuk, Haleb'in iki müttefik emir tarafından işgal edildiği ve kendisiyle savaşa hazır duruma getirildiğini haber almış, bunun üzerine şehre gitmekten vazgeçip yolunu değiştirerek Dımaşk'a bağlı olan ve içinde Tuğtegin'in ağırlıklarının bulunduğu Hama'ya yürüyüp kuşatmış ve çok geçmeden de işgal etmiştir. Şehri üç gün yağma ettiren Porsuk, sultanın emri üzerine, burayı Humus emiri Hayır Han'a vermiştir.

Öte yandan Tuğtegin, İlgazi ve Halep komutanı Yaruktaş, müttefikleri olan Antakya prensi Roger'in yanına giderek ondan “Dımaşk ve Hama'yı sultanın ordusuna karşı savunabilmeleri için kendilerine askeri yardımda bulunulmasını” istemişlerdir. Fakat bu sırada Hama'nın Selçuklu ordusu tarafından işgal edildiği haberini almışlardır. Çok geçmeden Emir Porsuk'a karşı girişilecek savaş için Kudüs kralı Baudouin ile Trablus prensi Pons ve öteki Haçlı komutanları da Roger ve müttefiklerine yardım maksadıyla Antakya'ya gelmişlerdi. Kış mevsiminin yaklaşması sebebiyle Selçuklu ordusunun harekatını sürdürmeyip geri çekileceği ihtimalini düşünen müttefikler, saldırıya geçmeyi uygun bulmayıp Efamiye kalesi önlerinde karargah kurdular (1115). Müttefik ordusu ile Şeyzer'de konaklayan Selçuklu ordusu, birbirlerine karşı saldırıya cesaret edemeyerek iki aya yakın bir süre birbirlerini kollamışlardır. Eylül ortalarına doğru, her iki taraf da memleketlerine dönmüşlerdir.

Bu sıralarda Selçuklu ordusu, Haçlıların elinde bulunan Kefertab üzerine yürüyerek kuşatmış, çok geçmeden de fethederek içindekileri kılıçtan geçirmişti. Ordu daha sonra yine Haçlıların eline geçmiş bulunan Efamiye üzerine yürümüşse de sağlam surlara sahip olan bu kaleyi alamayarak güneye inip Haçlı işgaline uğramış olan Maarratü'n-Nüman üzerine yürümüştür. Selçuklu kuvvetlerinin gelmesi sebebi ile bu bölge halkı, büyük sevinç gösterileri yaparak bazı yerleri yağmalamıştır. Bu sırada, yönetimi Yaruktaş'a ait olan Buzaa'dan bir elçi gelerek buranın Selçuklu kuvvetlerine teslim edileceğini bildirmiş, ancak kendisine «Yaruktaş'ı Lü'lü'nün hapsettiği,» söylenmiştir. Bununla birlikte Selçuklu ordu komutanlarından Çavuş Bey, Buzaa'ya girerek ele geçirmiştir.

Maarratü'n-Nüman önlerinde bulunan Selçuklu ordusu, fetih girişiminde bulunmaksızın buradan ayrılarak başlarında Porsuk ve Rahbe emiri Candar olduğu halde, kuzeye yöneldi. Haleb'e bağlı Danis yakınlarına gelen ordu buradan da Halep üzerine yürüyecekti (Eylül 1115) . Fakat öte yandan Halep yönetimini elinde tutan Lü'lü, Selçuklu ordusunun bütün hareketlerini dikkatle izliyor ve bundan müttefiki Antakya prensi Roger'i haberdar ediyordu. Danis'ten Halep yönüne hareket eden Selçuklu ordusunun savunmasız olarak önden gönderilen bütün ağırlıkları, Haleb'in güneybatı bölgesindeki Cebelü's- Summak'a geldiği zaman Selçuklu ordusunun hareketini her an izletip bilgi alan ve beşyüz süvari ikibin piyadeden oluşan bir kuvvetle Kefertab'ı savunmaya giden Antakya prensi Roger tarafından baskına uğratılıp tamamen ele geçirilmiş ve bunları getiren askerlerin hemen hepsi kılıçtan geçirilmiştir. Geriden bölük bölük gelen Selçuklu kuvvetlerinden bir kısmının da Roger tarafından tuzağa düşürülüp yok edilmesi üzerine Selçuklu ordusu İran'a dönmüştür.

Böylece Halep bölgesini Haçlı tehlikesinden kurtarmak maksadıyla Selçuklu sultanı Muhammed Tapar'a başvuran Lü'lü, Halep hakimiyetinin elinden çıkacağı düşüncesiyle imparatorluğa isyan halinde bulunan Tuğtegin ve İlgazi ile birlikte sultana karşı Haçlılarla ittifak yapmak suretiyle Haleb'i elinde tutmayı başarmıştır.

Gerek Melik Alparslan, gerekse onu öldürttükten sonra yerine geçirdiği çocuk yaştaki Sultanşah zamanında Halep'te yönetime hakim olan Lü'lü, iki yıla yakın bir süre içinde melikliğin tam bir çıkmaza giren iç ve dış problemlerini çözmede başarı gösterememiş, hatta Halep iktidarı uğruna melikliğin metbu tanıdığı Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na karşı Haçlılarla oluşturulan ittifaka dahi girmekten kaçınmamıştır. Bu yüzden başına gelebileceklerden korkup Halep'te kalmak istemeyen Lü'lü, ava çıkma bahanesiyle yönetimi sırasında sağladığı mal, hazine ve bir miktar askerle birlikte azledilen emir ve devlet adamlarının sığınak yeri haline gelen Caber kalesi hakimi Malik b. Salim'in yanına gitmek ve onunla birleşmek maksadıyla Halep'ten ayrılmıştır (1116) .

Haleb'in doğusunda bulunan Nadir kalesine veya başka bir rivayete göre Deyrü Hafir'e gelince, Emir Çökürmüş'ün memluklerinden Emir Sungur'un askerleri tarafından öldürülmüştür. Lü'lü'nün öldürülmesinden hemen sonra askerler, onun hazinesini yağma etmişlerse de çok geçmeden hazineyi, Halep'ten gelen bir meliklik temsilcisine teslim etmişlerdir. Böylece Lü'lü'nün Halep melikliğindeki tahakküm ve diktası sona ermiş oldu.



el Yaruktaş'ın Yönetimi Ele Geçirmesi ve İcraatı:


Halep Selçuklu meliki Sultanşah'ın naibi Lü'lü'nün ölümünden sonra Halep yönetiminde uzun süreden beri görülen buhran daha da artmıştı. Lü'lü'nün Halep'ten kaçması üzerine kale, Rıdvan'ın kızı Sultanşah'ın ablası Amine Hatun'un yönetimine geçmişti. Fakat iki gün sonra, Tuğtegin'in hizmetine girmiş olan ve Halep olaylarını yakından izleyen eski ordu komutanı Şemsü'l-Havas Yaruktaş Dımaşk'tan süratle Halep'e gelip bir naip yetkisiyle yönetimi eline almayı başarmıştır.

İbnü'l-Adim ve İbnü'l-Kalanisi'de kaydedilen başka bir rivayete göre Sultan Muhammed Tapar tarafından kendisine Rahbe ve Halep ıkta edilen Aksungur Porsuk şehri daha kolay ele geçirmek maksadıyla Rahbe'ye yerleşti. Halep'ten ayrılıp doğu yönüne kaçmakta olan Lü'lü'yü, birkaç adam göndererek hile ile öldürtmeyi başaran Aksungur Rahbe'den ayrılıp Haleb'e hareket etti. Öte yandan Lü'lü ile beraber bulunmuş olan bazı emirler, Halep yönetimini ellerine geçirmek için süratle Haleb'e yönelmişlerse de Rıdvan'ın hadimlerinden Yaruktaş, onlardan daha çabuk davranarak Haleb'e gelip Amine Hatun'dan yönetimi teslim almıştır. Öte yandan Haleb'i teslim almak üzere Balis'e erişen Aksungur (Mayıs 1117) , Yaruktaş'a ve Halep halkına elçiler göndererek şehrin kendisine teslimini istemişse de müspet bir cevap alamamıştır. Böylece Haleb'e hakim olamayan Aksungur, Balis'ten Humus'a gitmiş, daha sonra da buranın emiri Hayır Han ile birlikte Tuğtegin'in yanına Dımaşk'a gelmiştir. Tuğtegin onu son derece iyi karşılamış ve Haleb'i ele geçirmesi için kendisine yardımda bulunacağına söz vermiştir.

Böylece Melik Sultanşah'ın Halep yönetiminin başına geçmeyi başaran ve kaledeki saraya yerleşen Yaruktaş, ilk iş olarak, kendisi için de herhangi bir harekete girişmelerini önlemek maksadıyla Lü'lü'yü öldüren bir kısım Halep askerini yakalatıp etkisiz hale getirdi; ancak bunlardan bazıları Halep'ten kaçarak bu sırada Balis'te bulunan Aksungur'un hizmetine girdiler.

Halep hakimiyetini kaybetmemek ve Aksungur'un herhangi bir hareketine engel olmak için Yaruktaş, daha önce Lü'lü'nün müttefiki olan Mardin Artuklu emiri İlgazi ve Antakya Haçlı prensi Roger'e birer mektup göndererek onları kendisine yardıma çağırdı. Bu çağrı üzerine, derhal kuvvetleriyle Halep bölgesine gelen Roger, Yaruktaş ile yaptığı anlaşma gereğince, ondan Halep- Selemiyye-Dımaşk yolu üzerindeki el-Kubbe kalesi ile bir miktar para almıştır. Böylece Yaruktaş'ın, Halep'teki iktidarını koruma uğruna Roger'le yaptığı bu antlaşma neticesinde Halep melikliğinin zaten iyi olmayan siyasi ve iktisadi durumu büsbütün bozulmuş oldu.

Yaruktaş, meliklik yönetimine tam anlamıyla hakim olmak gayesiyle daha önce Lü'lü'nün yaptığı gibi şehir kalesine çıkarak oradaki komutanları bertaraf edip, kaleyi ele geçirme faaliyetlerine girişti. Fakat henüz uygulama safhasına bile geçemeden onun bu girişimi haber alınmış ve başta Amine Hatun olmak üzere Sultanşah'ın ablalarının emriyle komutanlar, onu yakalayıp görevine son verdikten sonra Halep'ten uzaklaştırmışlardır. Çok geçmeden Yaruktaş'ın yerine, Halep ordu komutanı Dımaşklı Ebu'l-Meali el-Muhsin b. el Müllahi atanmış, kale komutanlığına da Rıdvan'ın hadimlerinden birisi getirilmiştir.




dl Halep Selçuklu Melikliğinin Yıkılışı ve Sultanşah'ın Sonu:


Meliklik tahtında bulunan Sultanşah'ın çok küçük yaşta bir çocuk olması sebebiyle naiplik yetkileriyle yönetimi ellerinde tutan devlet adamlarının başarısız yönetimleri, sık sık artırılan vergilerin halk üzerinde yarattığı ağır durum yanında, Haçlıların sürekli saldırı ve baskıları sonucunda, onlarla yapılan ve şartları oldukça ağır antlaşmaların dayanılmaz yükleri, Haleb melikliğinin otoritesini ve ekonomik durumunu çok ciddi bir biçimde sarsmaktaydı. Öyle ki Halep bir saldırı sonucunda Haçlıların eline geçebilecek bir hale gelmiş bulunuyordu. Böylece Halep için durumun ciddiyetini gören yöneticiler, Selçuklu sultanı ve diğer müslüman hükümdarlardan yardım ümitlerini keserek derin bir ümitsizlik içine düşmüşlerdi. Bununla birlikte onlar, yaptıkları bir toplantıda şehir ileri gelenleri ve komutanlarından oluşacak bir heyeti, çok sayıda Türkmen kuvvetine sahip olan ve uzun bir süre Sultan Muhammed Tapar adına Bağdat şahneliği görevini başarı ile yürüten Mardin Artuklu emiri İlgazi'ye göndererek “Haleb'e gelip yönetimi ele almasını ve Haçlılarla mücadele etmesini” teklife karar verdiler. Nihayet Mardin'e gelen Halep heyetinin teklifini kabul eden İlgazi; beraberinde oğlu Temürtaş, bazı yakın adamları ve az sayıda bir kuvvetle Haleb'e gelmişse de bu defa yöneticiler arasında kendisinin içeri alınıp alınmaması konusunda anlaşmazlık çıkmıştır. Bunun üzerine İlgazi, derhal Halep'ten ayrılmış, fakat onun şehre girmesine karşı koyanların ikna edilmesi sonucunda, Ebu'l- Fazl b. el-Haşşab ve bazı komutanlar, süratle İlgazi'ye yetişerek ondan özür dileyip geri dönmesini istemişlerdir. Bunun üzerine İlgazi, onlarla Haleb'e gelmiş kaleyi teslim aldıktan sonra buradaki askerleri ve Rıdvan'ın adamlarını çıkartarak kendi asker ve adamlarını yerleştirmiştir.

Böylece mülki ve askeri yönetimi eline alan İlgazi, kaledeki meliklik sarayında oturan Sultanşah ile aile fertlerini buradan çıkararak başka bir eve nakletmiş ve onları göz hapsine almıştır. Böylece Suriye Selçuklu melikliğinin Halep kolu, fiilen sona ermiş oldu.

  İlgazi, Sultanşah adına meliklik işlerini yürüten Ebu'l-Meali b. el-Müllahi'yi azlettikten sonra bunların hizmetindeki bütün yöneticileri tutuklamıştır (1117-1118). Fakat Halep'teki iktisadi durum henüz düzelmemişti. Halkın kendilerine yüklenen ağır vergileri ödeyememeleri sonucunda vergiler toplanamaz olmuştu. Tahsil edilebilen vergiler ise İlgazi ve askerlerinin ihtiyaçlarını bile karşılayacak düzeyde değildi.

Halep Selçuklu melikliğine fiilen son veren İlgazi, yönetimi eline aldığı zaman Melik Rıdvan'ın bıraktığı devlete ait hazine ve paraların, sonradan yönetime hakim olan naip niteliğindeki hadim ve taraftarları tarafından tamamen bitirilmiş olduğunu ve yiyecek depolarının da bomboş kaldığını görmüştü. İlk tedbir olarak İlgazi, bu hadimlerin birçoğunu yakalatıp gaspettikleri melikliğe ait mal ve paraları ellerinden alarak meliklik hazinesine iade etmiştir.

Sultanşah ve ailesi, babası İlgazi'ye karşı isyan ederek yönetimi ele geçiren Süleyman tarafından Halep'ten uzaklaştırılmaları üzerine,. Caber kalesine gidip Emir Malik b. Salim'in yanında oturmak zorunda kalmışlardı. Fakat çok geçmeden İlgazi'nin Haleb'e gelerek isyanı bastırmasından sonra Caber kalesine yerleşen Sultanşah ve ailesini derhal Haleb'e getirtmiş ve hatta Rıdvan'ın kızlarından biriyle de evlenmiştir. İlgazi'nin ölümü (19 Kasım 1122) üzerine naibi durumunda bulunan yeğeni Bedrüddevle Süleyman, Haleb'e hakim olmakta güçlük çekmedi. Fakat İlgazi'nin ölümünden istifade eden Kudüs kralı II. Baudouin, Halep üzerine yeniden saldırılara başlamış, Buzaa ve Bire gibi iki önemli. kaleyi de ele geçirmişti. Bu saldırıları durdurmak maksadıyla Süleyman, kralla barış yaparak Esarib kalesini de terk etmek zorunda kalmıştır (Nisan 1123) . Böylece Haçlılar tarafından yeniden ve ciddi bir şekilde kuşatılan Halep, Haçlılara büyük darbeler vuran İlgazi'nin diğer yeğeni Nuruddevle Belek Gazi tarafından ele geçirilmiş (Haziran 1123) ve Haçlı istilasına karşı daha kuvvetli bir hale gelmişti. Belek, yönetimi ele geçirmek için herhangi bir harekete girişmesine meydan vermeden Sultanşah ve ailesini, Halep'ten çıkararak Harran'a göndermiş ve orada ikamete mecbur etmiştir.

Belek'in Menbic kuşatması sırasında, kaleden atılan zehirli bir okla ölmesi üzerine, beraberinde bulunan Mardin Artuklu emiri İlgazioğlu Temürtaş, 22 Mayıs 1124 tarihinde, Haleb'e gelerek şehri hakimiyeti altına almıştı. Halep yönetiminde birtakım değişiklikler yapan Temürtaş, Belek tarafından Harran'a sürülen Sultanşah'ı buradan Mardin'e getirterek kalede hapsettirmiştir. Fakat çok geçmeden Sultanşah, kaleden kaçmayı başarmış, önce Daralya, oradan da Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf) 'ya Artuklu emiri Sökmenoğlu Davud'un yanına gitmiştir. Burada da çok kalamayan Sultanşah, Haleb'e yeniden hakim olmak maksadıyla Suriye'ye gelerek Halife el-Müsterşid ile mücadele halinde bulunan Hille emiri Dübeys b. Sadaka ile birleşerek Temürtaş aleyhine bir ittifak yapmıştır.

Öte yandan Halep kalesinde esir bulunan, fakat Temürtaş ile yaptığı bir antlaşma sonucunda salıverilen Kral II. Baudouin, bu defa Temürtaş aleyhine, Halife et-Müsterşid'e yenilerek Hille'yi terketmek zorunda kalan Dübeys ile bir ittifak yapmıştır. Dübeys, krala “Halep halkının Arap ve Şii olması sebebiyle şehrin kolayca ele geçirilebileceği” konusunda garanti vermişti. Böylece Temürtaş'a karşı Dübeys, Sultanşah ve II. Baudouin'den oluşan bir ittifak gurubu meydana gelmiş oluyordu. Haleb'i kesinlikle ellerine geçirmeye karar veren müttefikler, “Halep yönetiminin Dübeys'e bırakılması ve şehirden elde edilecek mal ve paraların Haçlılara verilmesi” hususunda anlaşmaya vardılar. Çok geçmeden müttefikler, Temürtaş'ın Haleb'i savunmak maksadıyla hazırlıklarda bulunmak için Mardin'e gitmesinden istifade ile harekete geçmekte gecikmediler. Dübeys ve Joscelin, kuvvetleriyle Tellü Başir'den hareketle Vadil Buzaa'da tahribat ve yağmalarda bulunduktan sonra, kendilerine katılan Sultanşah, Balis emiri Artuklu Abdülcebbaroğlu Yağısıyan, Devser kalesi hakimi İsa b. Salim ve II. Baudouin ile birlikte Haleb'i kuşatmaya başladılar. Yüzü müslüman kuvvetlerin iki yüzü de Haçlıların olmak üzere üçyüz müttefik çadırı kurulmuş, bunların Üzerlerine kralın, Sultanşah'ın ve Dübeys'in bayrakları çekilmişti.

Temürtaş, Haleb'i herhangi bir Haçlı saldırısına karşı savunabilmek için asker toplamak üzere Mardin'e gitmişti. Halep'te naip olarak beşyüz süvariden oluşan bir kuvvetle amcaoğlu Bedrüddevle Süleyman ve Hacip Ömerü'l-Has ve Kadı Ebu'l-Fazl b. el-Haşşab bulunuyorlardı. Şehri kuşatan kuvvetlerin giriştikleri korkunç hareketler ve özellikle Dübeys'in Haçlılarla birleşmiş olması, Halepliler üzerinde derin bir nefret duygusu uyandırmıştı. Kuşatmanın uzun sürmesi sonucunda halk, büyük bir yiyecek sıkıntısına düşmüştü. Her iki taraf arasında kuşatmanın kaldırması konusunda elçiler gidip gelmişse de anlaşma sağlanamamıştı. Kuşatmanın getirdiği bu güç durumdan bir an önce kurtulmak için özel bir Halep heyeti, gece karanlığından istifade ederek gizlice Halep'ten çıkıp Mardin'de bulunan Temürtaş'a giderek ona, “Haleb'in çok sıkı bir baskı altında tutulduğunu, bu yüzden ciddi ve tehlikeli bir durumla karşı karşıya geldiklerini” bildirmiştir. Temürtaş, heyete yardım vaadinde bulunmuşsa da bu sırada, Kadı Ebu Ganaim'in oğlundan gelen ve “Halkın ölü eti yiyecek kadar” sıkıntıya düştüğünü ifade eden mektubun eline geçmesi üzerine son derece kızan Temürtaş, “Şu sefillerin yaptığı işlere bakınız. İşin bu derece sarpa sardığını gizleyip beni yardıma çağırıyorlar” diyerek onları şiddetle azarlamış ve Haleb'e gitmekten vaz geçtiği gibi, yardımcı kuvvet de göndermemiştir.

Daha sonra gizlice Mardin'den kaçmayı başaran Halep heyeti, Musul'a giderek ağır hasta olan Emir Aksungur Porsuki'den Haleb'i kurtarması için ricada bulunmuşlardır. Kısa bir süre sonra iyileşen Aksungur'un kuvvetleriyle Haleb'e gelmesi üzerine müttefik kuvvetler kuşatmayı bırakıp çekilmek zorunda kalmışlardır.

Netice olarak daha çocuk denecek yaşta Halep Selçuklu tahtına çıkarılan Sultanşah, hiçbir zaman melikliğin yönetimine hakim olamamıştır. Yönetim, onun adına önce Lü'lü, daha sonra da Şemsü'l  Havas Yaruktaş'ın uhdesinde toplanmıştır. Nihayet Artukoğlu İlgazi'nin melikliğe son vermesinden sonra, bütün ailesiyle birlikte Halep hükümdarlık sarayından çıkartılmıştır. Daha sonra Caber kalesi, Harran ve Mardin'de bir süre sürgün hayatı yaşayan Sultanşah kaçmayı başarmıştır. Bu sırada Haleb'e yeniden hakim olabilmek için Dübeys ile işbirliğine girişmişse de başarılı olamamış ve adı “Son Halep Selçuklu Meliki” olarak tarihe karışmıştır.




Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi

İLMİ MÜŞAVİR ve REDAKTÖR

Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak