KÂDİR:
Gücü
yeten, kudret sâhibi.
1. Allahü
teâlânın sıfatlarından biri; gücü her şeye yeten, hakîkî kudret sâhibi.
Âyet-i
kerîmede Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:
Bütün mülk ve saltanat, yed-i kudretinde olan
Allahü teâlâ, her türlü noksanlıktan uzaktır. O, her şeye kâdirdir. (Mülk sûresi: 1)
Yâ Rabbî! Bizlere ihsân ettiğin nûrunu, nîmetlerini
arttır. Günâhlarımızı, kusurlarımızı ört! Kusurlarımız, kabahatlarımız çok.
Fakat sen, her şeye kâdirsin, her şeyi yaparsın! (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ ölüyü diriltmeye, taşı konuşturmaya ve
yürütmeye ve uçurmaya kâdirdir. Gökleri ve Kürsî'yi ve Arş'ı ve yeri ve bütün
kâinâtı kısa zamanda yok etmeğe ve tekrar yaratmaya kâdirdir. Zîrâ bunların
hepsi mümkündür, sonradan yaratılmıştır. (İmâm-ı
Birgivî)
2. Gücü
yeten.
Kızdığı zaman istediğini yapmaya kâdir olan (müslüman) bir kimse, kızmazsa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onu herkesin arasından
çağırır. Cennet'te istediğin yere git der. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Gazaba gelen bir kimse, dilediğini yapmaya kâdir
olduğu hâlde yumuşak davranırsa, Allahü teâlâ, onun kalbini, emniyet ve îmân
ile doldurur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Kâdir-i Muhtâr:
Dilediğini
yapabilen, bir şeyi yapmaya mecbur olmayan.
Allahü teâlâ Kâdir-i muhtâr'dır, tabîat kuvvetleri
gibi elbette işi yapmaya mecbûr değildir. (İmâm-ı
Rabbânî)
KÂDİYÂNÎLİK:
On dokuzuncu yüzyılda, Hindistan'da Mirzâ Gulâm
Ahmed tarafından kurulan bozuk yol. Kurucusunun doğum yeri olan Kâdiyan
kasabasına nisbetle bu adla anılmaktadır. İsmine nisbetle, Ahmediyye de
denilmektedir.
İngilizlerin Hindistan'ı sömürge hâline getirdikten
sonra, bol para vererek avladıkları Mirzâ Gulâm Ahmed, etrafında câhil ve sapık
kimseleri toplayarak 1880'de Kâdiyânîlik bozuk yolunu kurdu. Kendisinin Mehdî
daha sonra da âhir zamanda gökten ineceği bildirilen Îsâ Mesîh olduğunu ve yeni
bir din getirdiğini söyledi. Kâdiyân'da bir mescid yaptırıp, buraya Mescid-i
Aksâ adını verdi. Îsâ aleyhisselâma iftirâlarda bulunup, Muhammed
aleyhisselâmın son peygamber olduğunu inkâr etti. Mirzâ Gulâm Ahmed 1908'de
ölünce yerine Hakim Nûreddîn,
onun yerine Beşîrüddîn Mahmûd geçti (1914). Kâdiyânilik (Ahmediye) bozuk
inançlarını "Gerçek İslâmiyet" adı altında yaymaya çalıştı. Kur'ân
tefsîri diyerek çıkardığı iki kitabı Kur'ân-ı kerîme uymayan bozuk yazılarla
doldurdu. Pencab ve Bombay'da câhil halk arasında sür'atle yayılan bu bâtıl
yol, şimdi Avrupa ve Amerika'da yayılmaya çalışılmaktadır. (Enver Şâh Keşmîrî)
Kâdiyânîlere göre; yahûdîler Îsâ aleyhisselâmı
asmak istememişlerdi. Fakat o, kendiliğinden öldü ve toprağa kondu. Sonra
kabrinden çıkıp Hindistan'da Keşmir'e gitti. Orada İncîl'i öğretip tekrar öldü.
Îsâ ve Muhammed aleyhimesselâmın ruhları insan şeklinde görünecektir. Bu da
Mirzâ Ahmed'dir. Başka Mehdî yoktur. (Müftî
Mahmûd Efendi, Ebû Zühre)
KÂDİRÎ:
Tasavvufta Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin
yoluna mensup olan kimse. (Kâdiriyye)
KÂDİRİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Abdülkâdir-i Geylânî
hazretlerinin v.561 (m.1266) tasavvuftaki yolu.
Tarîkatler (tasavvuftaki yollar) başlıca ikidir.
Zikr-i hafî yâni sessiz zikir yapan ve zikr-i cehrî yâni yüksek sesle zikir
yapan tarîkatler. Birincisi hazret-i Ebû Bekr'den gelmiş olup, çeşitli isimler
almışlardır. Zikr-i cehrî ise, hazret-i Ali'den on iki imâm vâsıtasıyla
gelmiştir. Bunların sekizincisi olan İmâm-ı Ali Rızâ'dan Ma'rûf-i Kerhî almış
ve Cüneyd-i Bağdâdî'nin çeşitli halîfelerinin silsilelerinde bulunan meşhûr
mürşidlerin adı verilerek kollara ayrılmıştır. Böylece Ebû Bekr-i Şiblî
yolundan Kâdiriyye, Şâziliyye, Sa'diyye ve Rifâiyye meydana gelmiştir. (Ahmed Hilmi, Hüseyn Vassâf)
Kâdiriyye yolunda olanlar, Allahü teâlânın ismini
sesli zikrederek olgunlaşırlar. Tasavvufta her yolun kendine has edeb ve
uyulması gereken usûlleri vardır. (Hacı
Reşîd Paşa)
Kâdiriyye yolunun kurucusu olan Abdülkâdir-i
Geylânî buyurdu ki: "Şükrün esâsı, nîmetin sâhibini bilmek, buna; kalb ile
inanıp dil ile söylemektir.
KADR:
Bir alış-verişte karşılıklı olarak değiştirilen iki
maldan herbirinin ölçek veya ağırlıkla ölçülen mal olmaları.
Kadr ile satılan bir şey, kendi cinsine meselâ
beşibiryerdeyi, altın liralar karşılığı peşin satılırken, verilen ile alınanın
ağırlığı müsâvî (eşit) olmazsa fâiz olur. (Ömer
Nesefî)
Kadr (Kadir)
Gecesi:
Daha çok Ramazân-ı şerîf ayı içerisinde bulunduğu
bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmin indirilmeye başladığı mübârek gece.
Kadir gecesini inanarak ve sevâbını bekleyerek ihyâ
edenin (ibâdetle geçirenin) bütün
günâhlarını Allahü teâlâ bağışlar.
(Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Kadir gecesi, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine
mahsustur. Bu gecenin Ramazân ayının yirmi yedinci veya on yedinci veya yirmi
ile otuzuncu geceleri arasında olduğuna dâir değişik rivâyetler vardır. (Muhammed Rebhâmî)
Kadr (Kadir)
Sûresi:
Kur'ân-ı
kerîmin doksan yedinci sûresi.
Kadir sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi).
Beş âyet-i kerîmedir. Kadir gecesinden
bahsedildiği için sûre bu ismi almıştır. Sûrede, Kadir
gecesi, fazîleti, o gece meleklerin yeryüzüne inişi bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî)
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde Kadr sûresinde
meâlen şöyle buyurmuştur. Şüphesiz Kur'ân-ı kerîmi Kadr gecesinde
(Levh-i mahfûzdan dünyâ göküne) biz indirdik. Ey Resûlüm! Kadir gecesinin
fazîletini sana hangi şey bildirdi. Kadir gecesi, (içinde Kadir gecesi
bulunmayan) bin aydan hayırlıdır. O gece melekler ve Ruh (Cebrâil),
Rabbi'nin izni ile (o sene takdîr edilen) her şey için arka arkaya iner. O
gece fecrin doğuşuna (sabah oluncaya) kadar selâmettir (Allahü
teâlâ o gece yalnız selâmet ve hayır takdîr eder. Yâhut melekler, mü'minlere selâm
verir dururlar).
Her kim abdest aldıktan sonra, Kadr sûresini bir
kerre okursa, Hak teâlâ o kimseyi sıddîklardan yazar. İki kerre okursa,
şehîdlerden yazar. Üç kerre okursa Peygamberlerle haşreder. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî
Tefsîri)
KÂF SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin ellinci sûresi.
Kâf sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Kırk beş
âyet-i kerîmedir. Kâf harfi ile başladığı için Sûre-i Kâf denilmiştir. Sûrede;
kâfirlerin inkârlarında inâd etmeleri, Allahü teâlânın varlık ve kudretinin
delîlleri, geçmiş bâzı kavimlerin isyânları, insanın yaratılışı, Allahü
teâlânın insanlara yakınlığı, ölüm ve ölümden sonraki hayat anlatılmaktadır. (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî)
Allahü
teâlâ Kâf sûresinde meâlen buyurdu ki:
Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine
fısıldadıklarını biliriz ve biz ona, boynundaki şah damarından daha yakınız. (Âyet: 16)
Kim Kâf sûresini okursa, Allahü teâlâ ona ölüm
acılarını ve sarhoşluğunu hafifletir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
KÂFİR:
İslâmiyette inanılması lâzım olan şeylerin hepsine
veya birine inanmayan, dînin emirlerini beğenmeyen, hafife alan, alay eden.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile
Peygamberlerin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Bir kısmına inanırız,
bir kısmına inanmayız diyorlar. Îmân ile küfür arasında bir yol açmak
istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azâbını, çok
acı azâbları hazırladık. (Nisâ sûresi: 150-151)
Kâfirleri
yüzleri üzerine sürünerek Cehennem'e göndeririz. (Meryem sûresi: 86)
Bir adam; "Yâ Resûlallah! Kıyâmet gününde kâfir yüzüstü nasıl haşredilecek?" diye sorunca, Resûlullah efendimiz; "Onu dünyâda iki ayağı üzerinde yürüten, kıyâmet gününde Yüz üstü yürütmeye kâdir değil midir?" buyurmuştur. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Kâfirin hiçbir iyiliği, hayrâtı, hasenâtı âhirette
faydalı olmaz. Îmânı olmayanın hiçbir iyiliğine sevâb verilmez. (Hâdimî)
Din bilgilerinde, ibâdetlerde zamâna uyulmaz. Îmân
(inanç) bilgileri, din bilgileri zamanla değişmez. Bunları değiştirmek, zamâna
uydurmak isteyenler, Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının
yolunda olanlardan) ayrılır, kâfir veya sapık olurlar. Çünkü İslâmiyet'in
kıyâmete kadar bozulmayacağını, doğru olarak kalacağını Allahü teâlâ
vâdetmiştir. (Tahtâvî-Hamdullah Decvî)
Kur'ân-ı kerîmin yüz dokuzuncu
sûresi.
Kâfirûn sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Altı
âyet-i kerîmedir. Kâfirlerden bahsedildiğinden sûre bu ismi almıştır. (Taberî, Râzî)
Allahü
teâlâ Kâfirûn sûresinde meâlen buyuruyor ki:
(Habîbim! Onlara) de ki: Ey kâfirler! Ben sizin
tapmakta olduklarınıza (putlarınıza) tapmam. Siz de, benim ibâdet
etmekte olduğuma (Allah'a) ibâdet ediciler değilsiniz. Ben sizin
taptıklarınıza (hiçbir zaman) tapmış değilim. Siz de benim kulluk etmekte
olduğuma (hiçbir vakit) kulluk edicilerden değilsiniz. Sizin dîniniz
size, benimki bana. (Âyet: 1-6)
Kim herhangi bir gecede Kâfirûn sûresini okursa,
çok hayırlı ve çok güzel bir iş yapmış olur. (Hadîs-i şerîf-Musannef)
Kim Kâfirûn sûresini okursa, ona Kur'ân-ı kerîmin
dörtte birini okumuş gibi sevab verilir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
KAHHÂR (El-Kahhâr):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel
isimlerinden). Düşmanlarından, cebbâr (kibirli, zorba, zâlim), inâdcı,
nîmetlere nânkörlük edenleri öldürüp, onları zelîl (aşağı, hakîr) etmekle
dünyâda kahreden, âhirette düşmanları olan kâfirlere ebedî; îmânlı ölen
mü'minlere, af ve mağfiret etmezse (bağışlamazsa) geçici olarak azâb eden.
Hak teâlâ, kıyâmet günü (insanlar ölüp, dirildikten
sonra toplandıkları gün); "Bugün, mülk kim içindir?"
buyurur. Cevâb olarak yine kendisi; "Kahhâr, olan Allah içindir"
buyurur (El-Mü'min sûresi: 16). O gün kullar için korkudan, sığınmaktan başka
bir şey yoktur. Pişmânlıktan, şaşkınlıktan başka bir şey yapamazlar. (İmâm-ı Rabbânî)
El-Kahhâr
ism-i şerîfini çok söylemekle kalbden dünyâ sevgisi çıkar. (Yûsuf Nebhânî)
Affı sonsuzdur diyerek pek azdım,
(Kahhâr) ismini unuttum âh yazık!
Daldım günâha, yapmadım hiç hayır,
Niçin doğru yoldan saptım âh
yazık!
(Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
KÂHİN:
Gizli
şeyleri bildiğini iddiâ eden. Falcı. (Kehânet)
...Kâhinlik yapan ve kâhine giden ve sihir büyü
yapan ve yaptıran ve bunlara inanan, bizden değildir. Kur'ân-ı kerîme
inanmamıştır. (Hadîs-i şerîf-Hadîkat-ün-Nediyye)
Önceleri şeytanlar göklere çıkmaktan men olunmazlar
idi. Göklere giderler, meleklerden işittiklerini, kâhinlere haber verirlerdi.
Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) doğduğu zaman, göklere çıkmaları
yasaklandı. (Abdullah bin Abbâs)
Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır. Bilinmeyen
şeyleri bunlara sormamalıdır. Bunları gaybları bilir sanmamalıdır. Gaybı ancak,
Allahü teâlâ ve O'nun bildirdikleri bilir. (İmâm-ı
Rabbânî)
KAHKAHA:
Yanındakiler
işitecek kadar gülmek.
Rükû' ve secdeleri olan namazda kahkaha ile gülmek,
namazı da, abdesti de bozar. Namazda tebessüm, namazı da abdesti de bozmaz.
Tebessüm, insanın kendisinin de işitmeyeceği kadar gülmesidir. (İbn-i Âbidîn)
Helâlden
ye! Çok gülme! Kahkaha ile gülmek, gönlü öldürür. Herkese şefkat ve merhamet et. Kimseyi hakîr (hor, aşağı, küçük) görme. Kimse
ile münâkaşa ve mücâdele etme. Kimseden bir şey isteme. (Abdülhâlık-ı Goncdüvânî)
İbâdet, gözün nûru, sevinç ve neş'edir. Allah
korkusundan ağlamak kalbin cilâsıdır. Kahkaha ile gülmek, kalbin zehiridir. (Abdülhakîm Arvâsî)
KAHR:
1.Mahvetme,
helâk etme.
Kendini günâhlarla kahretme. Şunu iyi bil ki;
günâhları terk edenin, kalbi incelir, yumuşar. Haramı bırakıp, helâl yiyenin
ise, düşüncesi berrâk (temiz) olur. (İmâm-ı
Mâverdî)
Allahü teâlâ, kıyâmet günü kâfirlere ve günâhkâr
mü'minlere, kahr ve celâl ile görünecektir. (Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî)
Gençlikte, Allahü teâlânın kahrından, azâbından
korkmalı, titremeli, ihtiyarlıkta merhametine sığınmalıdır. (Ahmed Fârûkî Serhendî)
Kahrımız, gadâbımız (kızmamız) düşmana ziyân,
Adüvden (düşmandan) korkmadık, korkmayız hiçbir zaman, Kur'ân'da zafer vâdediyor hazret-i Yezdân.
(Gülbank-i Mehterân)
2. Çok
kederlenme, çok üzüntü duyma.
Abdülmecîd Han, Mustafa Reşid Paşanın mason
olduğunu, İslâmiyet'e uymayan bir yol tuttuğunu anlayınca, kahrından,
üzüntüsünden hastalandı. Yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim
şeyler okunuyor, irâde-i şâhâne alınıyordu. Sırada bulunan bir kâğıt için
"Medîne halkının dilekçesi okunacak" bilgisi verildi. "Durun,
okumayın! Beni oturtun!" buyurdu. Arkasına yastık koyup oturtuldu.
"Onlar Resûlullah efendimizin komşularıdır. O mübârek insanların
dilekçesini yatarak dinlemekten hayâ ederim. Ne istiyorlarsa, hemen yapınız.
Fakat okuyunuz da kulaklarım bereketlensin." dedi. Bir gün sonra vefât
etti. (Eyyûb Sabri)
KAHT:
Kıtlık,
kuraklık, gıdâ maddelerinin azlığı.
Hazret-i Ömer zamânında Medîne'de kaht oldu. Bir
kimse, Kabr-i Nebevî'ye gelip; "Yâ Resûlallah! Ümmetin için yağmur duâsı
yap! Helâk olacağız" dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem
rüyâsında görünüp; "Ömer'e git! Yağmur geleceğini müjdele" buyurdu. (Abdülhak-ı Dehlevî)
KÂİM:
Ayakta
olan, uyanık olan, namaz kılan.
Bir saatlik tefekkür (Allahü teâlânın büyüklüğünü, yarattıklarındaki hikmetleri düşünmek) bütün geceyi kâim olarak geçirmekten hayırlıdır. (Ebü'd-Derdâ)
KÂİN VE BÂİN:
Tasavvuf ilmi terimlerinden. Halk (insanlar) ile
berâber görünen, fakat hakîkatte onlardan uzak ve kalben Allahü teâlâ ile
berâber olan.
Kalbinde Allah'tan başka hiçbir şeyin sevgisi
kalmayan ve ancak O'nu isteyen kimselere müjdeler olsun. "Kişi sevdiği ile
berâberdir" hadîs-i şerîfine göre, bu kimse, Allahü teâlâ ile
berâber olur. Görünüşte insanlar ile birlikte ve onlarla alış-verişte ise de,
hakîkatte Allahü teâlâ iledir. Kâin ve bâin olan sofînin hâli böyledir. (İmâm-ı Rabbânî)
1. Gönül. Yürek denilen, et
parçasına yerleştirilmiş nûrânî ve mânevî kuvvet.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Biliniz
ki kalbler zikr ile (Allahü teâlâyı anmakla) rahat bulur. (Ra'd sûresi: 30)
Kalbleri bozuk olanlar, hakkı örtmek, fitne, fesâd
çıkarmak için Kur'ân-ı kerîmden yanlış mânâ çıkarır, yanlış yola saparlar. (Âl-i İmrân sûresi: 7)
Kalb
sâlih (iyi) olunca, beden de sâlih olur. (Hadîs-i şerîf-Îtikadnâme)
Müslüman müslümanın cânına, malına ve ırzına
saldırmaz. Allahü teâlâ, bedenlerinizin kuvvetine, güzelliğine bakmaz.
Amellerinize de bakmaz. Kalblerinize ve niyyetlerinize bakar. (Hadîs-i şerîf-Müsned)
Kalb, Allahü teâlâdan başkasına tutulmuş ise
yıkılmış demektir. Bir işe yaramaz. Niyet doğru olmadıkça, hayırlı işlerin,
yardımların ve âdete uyarak yapılan ibâdetlerin, yalnız hiç faydası olmaz.
Kalbin Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye düşkün olmaması da lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Nûrlu, temiz kalb, şerîate uymağı sever. Kararmış
kalb, kötü arkadaşa, nefse, şeytana, uymağı sever. (Muhammed Hâdimî)
Bir kimsenin kalbinde hased bulunur, kendisi buna
üzülür, bunu istemezse, bu günâh olmaz. Kalbde bulunan hâtıra (düşünce) günâh
sayılmaz. Hâtıranın kalbe gelmesi insanın elinde değildir. Kalbinde hased
bulunmasından üzülmezse veya arzusu ile hased ederse, günâh olur, haram olur. (Muhammed Hâdimî)
Mü'minin kalbi, Allahü teâlânın evidir ve güzel
huyların yeridir. Kalbinde kötü, çirkin düşüncelere yer vermek, çirkinleri
güzellere ortak etmek olur. (Muhammed
Hâdimî)
Kalbe gelen lekeleri temizlemek için, günahlarından
dolayı tövbe, istiğfâr etmeli, pişman olmalı ve Allahü teâlâya sığınmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalbin itminânı (huzûru), zikr (Allahü teâlâyı
anmak) iledir. Fen bilgileri ile bularak, anlayarak değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalbin tasfiyesi, temizliği, şerîate (İslâmiyete)
uymakla, sünnetlere yapışmakla, bid'atlerden (dîne sonradan sokulan
değişikliklerden) kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınmakla olur. Zikr
ve mürşîdi (hocasını) sevmek bunu kolaylaştırır. (İmâm-ı Rabbânî)
Allah korkusundan ağlamak, kalbin cilâsıdır.
Kahkaha ile gülmek kalbin zehridir. (Abdülhakîm
bin Mustafâ)
Kalb kırmaktan çok sakınınız. Allahü teâlâyı en
ziyâde inciten küfrden sonra, kalb kırmak gibi büyük günâh yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)
Ol fakir ki yüzün bakar
Gözlerinin yaşı akar
Mü'min
olan kalb mi yıkar
Boynuna
lânet mi takar
Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın Arş-ı Rahmânı
(Alvarlı Muhammed Lütfi)
2.
Tasavvuf yolunda birinci mertebe.
Tasavvuf yolunda ilerlemeye kalbden başlanır. Kalb
madde değildir. Maddesiz, ölçüsüz olan Âlem-i emrdendir. Bu yolda (tasavvuf
yolunda) kalbi geçtikten sonra, kalbin üstünde olan (rûh) mertebelerinde
ilerlenir. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalb Gözü:
Kin, hased, kibir gibi mânevî hastalıklardan
kurtulup, her an Allahü teâlâyı anan kimsenin kalbinde meydana gelen, işlerin
iç yüzünü görme kuvveti, basîret.
Düşünerek
anlamak, kalb gözü ile görmek yanında, özle kabuk gibidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalb Hastalığı:
Kalbin
Allahü teâlâdan başkasına bağlanması.
"Kalblerinde hastalık vardır" meâlindeki âyet-i kerîmede bildirilen kalb hastalığına yakalanmış
olanların hiçbir ibâdeti ve tâati fayda vermez. Bilakis zarar verir. "Çok
Kur'ân-ı kerîm okuyanlar vardır ki, Kur'ân-ı kerîm bunlara lânet eder"
hadîs-i şerîfi meşhurdur. "Çok oruç tutanlar vardır ki, oruçtan
kazancı, yalnız açlık ve susuzluktur" hadîs-i şerîfi sahîhtir.
Kalb hastalıklarının mütehassısları olan tasavvuf büyükleri de önce bu
hastalığın giderilmesi için yapılacak şeyleri emrederler. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalb Huzûru:
İç rahatlığı, gönül hoşluğu. Kalbin Allahü teâlâdan
başkası ile olmaması; Allah'tan başkasına bağlanmaması.
İbâdet, Allahü teâlânın emirlerini yapıp,
yasaklarından sakınmaktır. Bu ise, kalbin huzûru ve agâhlığıdır
(uyanıklığıdır). (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Kalb İlmi:
Evliyâdan
bir zâtın rehberliğinde kazanılan ilim.
Kalb İtminânı:
Kalb
huzûru.
Kalbi itminâna kavuşturan tek yol vardır. Bu tek
yol, Allahü teâlâyı zikretmektir (hatırlamak ve anmaktır). Akıl ile incelemekle
ve düşünmekle kalb itminâna kavuşmaz. (İmâm-ı
Rabbânî)
Kalb Selâmeti:
Kalbin kibir, riyâ, kıskançlık, kin ve düşmanlık
gibi kötü düşüncelerden kurtulup, iyi ahlâk ile ahlâklanması.
Kalbin selâmeti, onun mâsivâyı (Allahü teâlâyı
unutturan her şeyi) terketmesine bağlıdır. (İmâm-ı
Rabbânî)
Kalbin selâmeti için şunlara dikkat etmek lâzımdır:
1) Ahlâkı güzel olanlarla berâber olmak, 2) Kur'ân-ı kerîm okumaya devâm etmek,
3) Fazla yemek yememek, 4) Gece namazlarına devâm etmek, 5) Seher vaktinde
Allahü teâlâya yalvarmak, istiğfâr etmek, günahlarının bağışlanmasını istemek.
Seher vakti sabah namazının vaktinin girmesinden bir saat önceki vakittir. (Ahmed bin Âsım Antâkî)
Kalb Tasdîki:
Dinden
olduğu sözbirliği ile bildirilmiş olan şeylere, kalbin inanması.
Îmân;
kalb ile tasdîk, dil ile ikrârdır, söylemektir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Kalb Tasfiyesi:
Kalbi, İslâmiyet'in beğenmediği şeylerden,
günâhlardan, kötü düşüncelerden kurtarmak, temizlemek.
Kalbin tasfiyesi, temizliği, dîne uymakla ve sünnetlere yapışmakla ve bid'atlerden kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınmakla olur. Zikir, Allahü teâlâyı anmak ve mürşîdi (hocasını) sevmek, bunu kolaylaştırır. (İmâm-ı Rabbânî)
Kalbi tasfiye etmekten maksad; mânevî âfetleri
gidermek, kalbi hastalıklardan kurtarmaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
Namaz kılmak, kalbin tasfiyesinin ve huzûrunun bir
işâretidir. Namaz, Allahü teâlânın huzûrunda durmak olup, O'nun huzûrunda
durulunca, kalbin tasfiye edileceği açıktır. (Muhammed Rebhâmî)
Kalb Temizliği:
Kalbin İslâmiyet'e uymayan şeylerden, dünyâya
düşkünlükten, kötü düşünceden kurtulması.
Kalb temiz olursa, ağızdan güzel sözler meydana
çıkar. Çünkü kalbin mahsûlü dilin sermâyesidir. (Ahmed Rıfâî)
Zikr et zikr, bedende iken cânın,
Kalb temizliği zikr iledir Rahmân'ın
(İmâm-ı Rabbânî)
Kalb Toparlanması:
Kalbin
Allahü teâlâdan başka şeylere bağlanmaktan kurtulması.
Kalbi toparlayabilmek için, Allahü teâlâdan başka
her şeyi unutmak lâzımdır. Öyle unutmalıdır ki, bir şeyi düşünmek için,
kendisini zorlasa düşünemez olmalıdır. (Muhammed
Bâki-billah)
Kalb-i Hakîkî:
Yürek
denilen et parçasında bulunan mânevî kuvvet.
Kalb-i Sanevberî:
Yürek.
Kalb-i
sanevberî, kalb-i hakîkînin (gönül) yuvası gibidir. (Abdülhakîm Arvâsî)
Kalb-i Selîm:
Şek (şüphe) ve şirkten (Allahü teâlâya ortak
koşmaktan), küfür ve nifâktan arınmış, dâimâ Allahü teâlâya bağlı kalb.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
O gün, mal ve çocuklar fayda vermez. Ancak, Allahü
teâlâya kalb-i selîm ile gelenler faydalanır. (Şuarâ sûresi: 88, 89)