İSRÂ SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin on yedinci sûresi.
İsrâ sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Yüz on bir
âyet-i kerîmedir. Peygamber efendimizin mîrâc (göklere çıkarılma) mûcizesinin
Mekke'den Kudüs'e kadar olan kısmı bu sürenin birinci âyetinde anlatıldığı için
sûreye İsrâ adı verilmiştir. İsrâ'yı inkâr küfürdür. Mîrâcı yâni Kudüs'ten
sonrasını inkâr ise bid'attir. İsrâ sûresindeki belli başlı konular mîrâc
mûcizesi, Benî İsrâil'in (İsrâiloğullarının) nankörlükleri ve başlarına
gelenler, Allahü teâlânın kudreti, kıyâmet ve âhiret hayâtına dâir hükümlerdir.
(İsmâil Hakkı Bursevî)
İsrâ
sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:
Menfaatleri ve lezzetleri çabuk geçen, tükenen
dünyâyı isteyenlerden dilediğimize, istediğimizi veririz. Âhiret menfaatleri
için çalışan mü'minlerin mükafâtları boldur. (Âyet: 18)
Herkes
kendine uygun iş yapar. (Âyet:
84)
Peygamber
efendimiz, Zümer ve İsrâ sûrelerini okumadıkça uyumazdı. (Hazret-i Âişe)
İSRÂF:
Malı, İslâmiyet'in ve mürüvvetin uygun görmediği
yâni lüzumsuz, fâidesiz yerlere dağıtmak.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ekini hasat ettiğiniz zaman fakirlerin hakkını
verin ve isrâf etmeyin. Allahü teâlâ isrâf edenleri elbette sevmez. (En'âm sûresi: 141)
İstediğini ye, istediğini giyin! İnsanı yanlış yola
götüren, isrâf ve tekebbürdür
(büyüklenmedir). (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
İsrâf, malı telef etmek, faydasız hâle getirmek,
dîne ve dünyânın mübâh olan işlerine faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir.
Malı denize, kuyuya, ateşe ve elden çıkmasına sebeb olan yerlere atmak onu
helâk etmektir ve isrâftır. (İmâm-ı
Birgivî)
Başkasının malını telef etmek zulüm olur. Ödemek
lâzım olur. Kendi malını helâk etmek, isrâf olur. Günâh işlemek için ve günâh
işlenilmesi için verilen mal ve paralar da isrâf olur. (Abdülganî Nablüsî)
İSRÂFİL ALEYHİSSELÂM:
Dört büyük melekten biri. Kıyâmet kopacağı vakit
sûr denilen boruya üfürmekle vazîfeli olan melek.
İsrâfil aleyhisselâm Sûr'a iki defâ üfürecektir.
Birincisinde Allahü teâlâdan başka her diri ölecektir. İkincisinde hepsi tekrar
dirilecektir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
İsrâfil aleyhisselâm Sûr'a üfürünce Sûr'dan büyük
bir ses çıkacak ve yedi kat göklere ve yerin her tarafına ulaşacaktır.
İşitenlerin hepsi yerde olsun göklerde olsun ölecektir. Vasiyetlerini bile
edemezler. Çarşıda olanlar evlerine dönemezler. (İmâm-ı Birgivî)
İSRÂİL:
İshâk
aleyhisselâmın oğullarından Yâkûb aleyhisselâmın diğer adı. (Benî İsrâil)
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Tevrât indirilmeden önce, İsrâil'in kendisine haram
kıldığı şeylerden başka yiyeceğin her türlüsü İsrâiloğulları için helâl idi. De
ki, eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrât'ı getirip onu okuyun. (Âl-i İmrân sûresi: 93)
İbrâhim aleyhisselâmın vefâtından sonra, oğlu İshâk
aleyhisselâm, ondan sonra oğlu Yâkûb aleyhisselâm peygamber oldular. Yâkûb
aleyhisselâmın bir ismi de İsrâil olduğundan. On iki oğlundan gelenlere
İsrâiloğulları denilmiştir. (Taberî)
İsrâîloğulları:
Bir ismi de İsrâil olan Yâkûb aleyhisselâmın on iki
oğlunun soyundan gelenler. (Benî İsrâil)
Âyet-i
kerîmede meâlen buyruldu ki:
Ey İsrâiloğulları! Size ihsân ettiğim bunca
nîmetlerimi hatırlayın! (Peygambere îman husûsundaki
tavsiyemi yerine getirin.) Ben de size karşı olan ahdimi (size
söz verdiklerimi) yapayım. (Bekara sûresi:
40)
Mûsâ aleyhisselâm, kendinden önce gönderilen Âdem,
Nûh, İdrîs, İbrâhim, İshâk ve Yâkûb (aleyhimüsselâm) gibi peygamberlerin, kendi
zamanlarında, kendi kavimlerine öğrettikleri, Allahü teâlânın varlığı ve
birliği akîdesini ve îmân edilecek diğer şeyleri İsrâîloğullarına öğretti. Farz
olan ibâdetleri ve muâmelâta âit hükümleri de her yere yayarak İsrâîloğullarını
şirkten sakındırmaya çalıştı.
İSRÂİLİYYÂT:
İsrâiloğullarına
âit haberler.
İsrâiliyyât
denilen haberler üç kısımdır.
1).
Hurâfe ve uydurma özelliğinde olan ve nakl edilmesi yasaklanan haberler.
2).Ehl-i kitâbın (yahûdî ve hıristiyanların) anlattıklarından,
müslümanlar tarafından tasdîk veya tekzîb (yalanlama) edilmemesi bildirilenler.
3).İslâmî akîdelere (îmân esaslara) ve dînî hükümlere ters düşmeyen ve
nakl edilmesine izin verilen haberler. (Zehebî,
Süyûtî, İbn-i Allân)
İSTAVROZ:
Hıristiyanlığın
alâmeti, işâreti sayılan şekil ve bu şekilde yapılmış put, haç. (Haç)
İSTİÂZE:
Sığınmak,
Kur'ân-ı kerîmi başından veya herhangi bir yerinden okumaya başlarken, şeytanın
vesvesesinden (insanın kalbine attığı şüphe ve tereddütten) Allahü teâlâya
sığınırım mânâsına olan ve daha çok "E'ûzü billâhimineşşeytânirracîm"
şeklinde okunan söz. Buna E'ûzü de denir. İstiâze, kısaca Esteîzü billâh diye
de söylenebilir. (Eûzü)
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Kur'ân-ı kerîm okumak istediğinde, koğulmuş şeytanın vesvesesinden
Allahü teâlâya istiâze et (yâni
E'ûzü billâhimineşşeytânirracîm de)!
(Nahl sûresi: 37)
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kırâetten önce E'ûzü
billâhimineşşeytânirracîm diye istiâze eylerdi. (Nafî bin Cübeyr)
İstiâzenin, E'ûzü billâhimineşşeytânirracîm
şeklinde okunması, Kitab (Kur'ân-ı kerîm) ve Sünnete uygunluğu sebebiyle tercih
edilmiş, onda müslümanların sözbirliği meydana gelmiştir. (Fahreddîn Râzî, Ebû Şâme)
Diğer istiâze şekilleri arasında E'ûzü billâhissemîil alîmimineşşeytânirracîm'in bir husûsiyeti vardır. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Kim sabahleyin üç defâ E'ûzü billâhissemîil alîmimineşşeytânirracîm dedikten sonra Haşr sûresinin sonundaki üç âyeti okursa, Allahü teâlâ onun için akşama kadar istiğfâr edecek yetmiş bin melek tevkîl eder (vazîfelendirir). O kimse, o gün ölürse, şehîd olarak ölür. Akşama çıktığı zaman okursa, yine böyledir. (Feth-ur-Rabbânî, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
İSTİBDÂL:
Değiştirmek. Hâkimin harâb olmuş vakıf binâsını
satıp, semeni (bedeli) ile başkasını alarak mütevellîye (vakfın idârecisine)
teslim etmesi.
Vakıf binâlarının tâmirleri, içinde parasız
oturmaya hakkı olanların malları ile yapılır.Yapmazlarsa, hâkim istibdâl eder. (İbn-i Âbidîn)
İSTİBRÂ:
Temizlenme.
1. Erkeklerin küçük abdesti yaptıktan sonra
yürüyerek, öksürerek veya sol tarafa yatarak, idrar yolunda damlalar
bırakmaması. Kadınlar istibrâ yapmaz.
Erkeklerin istibrâ yapması yâni idrâr yollarında
idrâr bırakmaması vâcibdir. (Molla
Hüsrev)
İstibrâda güçlük çekenler, arpa kadar pamuk fitili
idrâr deliğine koymalıdır. Sızan idrarı pamuk emer. Hem abdest bozulmaz, hem
don kirlenmez. Yalnız pamuğun ucu dışarda kalmamalıdır. Ucu dışarıda kalır ve
idrâr ile ıslanırsa, abdest bozulur. (İbn-i
Âbidîn)
Prostat (idrar yolu bezi şişmesi), istibrâ
yapmayanlarda daha fazla görülür. (M.
Sıddîk bin Saîd)
2).Nikâhla alınacak dul bir câriyenin hâmile olup olmadığını bilmek ve
şüpheye yer vermemek için bir temizlik müddeti geçip tekrar hayız görünceye
kadar yaklaşmaktan çekinmek.
İSTİ'DÂD:
Bir şeyin alınmasına, elde edilmesine ve
kazanılmasına olan yatkınlık, doğuştan gelen kâbiliyet, kavrayış, anlayış.
İsti'dâd Allahü teâlânın ihsânıdır. Hazret-i Ebû
Bekr isti'dâdı sebebi ile Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem bir şey
sormadan inanıverdi. Ebû Cehl'de isti'dâd kuvveti bulunmadığından, o kadar
alâmet ve mûcizeler (peygamberlere mahsus âdet dışı hâdiseler) gördüğü hâlde,
Peygamberliğe inanmak seâdeti (mutluluğu) ile şereflenemedi. (İmâm-ı Rabbânî)
Kur'ân-ı kerîmi anlamak için yetmiş iki yardımcı
ilmi ve sekiz temel ilmi öğrenmek lâzımdır. Ancak bundan sonra Kur'ân-ı kerîmi
anlamağa isti'dâd hâsıl olup cenâb-ı Hak ihsân ederse anlaşılabilir. Herkes
anlamalıdır demek dinde müdâhene yâni gevşeklik olur. Kur'ân-ı kerîmi anlamak
için isti'dâdı çok olan on sene, orta olan elli sene çalışmak lâzımdır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Delîl getirme. Akıl ile,
düşünerek, inceleyerek eseri (yapılan işi) görerek yapanı; yaratılmışları
görerek yaratanı anlamak.
Fen bilgilerini iyi öğrenen, aklı başında bir
kimse, yalnız düşünmekle, Allahü teâlânın var olduğunu anlar. Îmâna kavuşur.
Eseri görerek müessirin, yâni eseri yapanın varlığını anlamamak ahmaklık olur.
Her insanın böyle düşünerek îmâna gelmesini dînimiz emretmektedir. Selef-i
sâlihîn (ilk iki asrın müslümanları), bu emri sözbirliği ile bildirmişlerdir.
Hicretin 400 senesinden sonra çıkan bâzı sapık fırkadakiler, nazar (inceleme)
ve istidlâl etmeye lüzum yoktur dediler ise de bunların sözlerinin kıymeti
yoktur. (Hâdimî)
İstidlâl ile kazanılan bilgiler kesbîdir yâni
çalışmak, sebeblere yapışmak, düşünmek, aklı kullanmak sûretiyle elde edilir.
Meselâ; duman görülen yerde ateşin bulunduğunun veya ateşin bulunduğu yerde
dumanın da bulunacağının bilinmesi istidlâl yoluyla bilmektir. (Teftâzânî)
İSTİDRÂC:
Kâfir ve
fâsıklarda görülen hârikulâde, olağanüstü haller.
Allahü teâlâ, her şeyi bir sebeb altında
yaratmaktadır. Allahü teâlâ sevdiği insanlara, iyilik ve ikrâm olmak için ve
azılı düşmanlarını aldatmak için bunlara âdetini bozarak sebebsiz şeyler yaratıyor.
Bunlar kâfirlerden, fâsıklardan ve günâhı çok olanlardan zuhûr ederse, istidrâc
olur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Bir kimse peygamberlere tâbi olmadan doğru yolda
yürümek isterse, muhakkak eğri yola sapar. Eğer eline birşeyler geçerse,
istidrâcdır. Sonu zarar ve ziyândır. (İmâm-ı
Rabbânî)
İSTİFSÂR:
Açıklanmasını
istemek, sormak.
Melekler, Allahü teâlâdan Âdem aleyhisselâmın niçin
yeryüzünde halîfe olduğunu istifsâr ederek anlamak istediler; "Yâ
Rabbî! Yeryüzünde fesâd çıkaracak ve kan dökecek olan kulları mı yaratacaksın?
Biz seni tesbîh ediyoruz, hamd ediyoruz. Seni her türlü aybdan, kusurdan takdîs
ediyoruz, her türlü noksanlıktan uzak tutuyoruz" dediler. (Bekara sûresi: 30) (Kurtubî)
İSTİGÂSE:
Şefâat dileme, yardım isteme; Allahü teâlâdan bir
isteğin, dileğin yerine gelmesi için, Peygamberleri ve evliyâyı, sevdiği
kullarını vesîle ederek (araya koyarak) isteme, yalvarma, duâ etme. (Tevessül ve Teşeffü')
Allahü
teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
O vakit Rabbinizden istigâsede bulunuyordunuz da; O
size; "Gerçekten ben arka arkaya bin melâike ile imdâd ediyorum" diye
duânızı kabûl buyurmuştu. (Enfâl sûresi: 9)
Kıyâmet günü insanlar, önce Âdem ile, sonra Mûsâ
ile ve sonra Muhammed (aleyhimüsselâm) ile
istigâse ederler. (Hadîs-i
şerîf-Sahîh-i Buhârî)
İstigâse olunan, yardım istenilen yalnız Allahü
teâlâdır. Ancak peygamberler, velîler, sâlih kullar ve benzerleri vâsıtadır,
vesîledir (sebebdir). İstenilen şeyi yaratan, îcâd ederek yardım eden ise
yalnız Allahü teâlâdır. (Yûsuf Nebhânî)
İSTİĞRÂK:
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin içinde bulunduğu
mânevî hallere dalması sebebiyle kendisini ve çevresinde olanları unutması.
İSTİĞFÂR:
Mağfiret (bağışlanmak) istemek. Allahü teâlâdan kusurlarının ve günahlarının
affedilmesini bağışlanmasını dilemek. Tövbe etmek.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruluyor ki:
Biri günah işler veya kendine zulm eder, sonra
pişman olup, Allahü teâlâya istiğfârda bulunursa, Allahü teâlâyı çok
merhametli, afv ve mağfiret edici bulur. (Nisâ sûresi: 109)
Günâh işlemiş kimse, abdest alır, iki rek'at namaz
kılar, sonra istiğfâr ederse günâhı affolur. (Hadîs-i şerîf-Kurret-ül-Ayneyn)
İstiğfâr, belâ ve sıkıntıların giderilmesi için
faydalıdır ve denenmiştir. (Muhammed
Ma'sûm)
İstiğfâr,
insanı her murâda (arzuya), âfiyete kavuşturur. (Hâdimî)
Üç kimse şeytanın ve askerinin şerrinden
korunmuştur. Onlar da, gece gündüz çok zikr edenler, Allahü teâlâyı ananlar,
seherlerde (sabah namazı vakti girmeden önce) kalkıp istiğfâr edenler ve Allahü
teâlânın korkusundan ağlayanlardır. (Dârendeli
Hilmi Efendi)
Sıkıntısı
olan kimse çok istiğfâr okusun. (Hazret-i
Ömer)
İSTİHÂRE:
Hayır
istemek.
1. Bir işin hakkında hayırlı olup olmadığını
anlamak için abdest alıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra bu husustaki duâyı
okuyarak o işle ilgili rüyâ görmek üzere hiç konuşmadan uykuya yatmak.
İstişâre eden
(danışan) pişmân olmaz, istihâre eden zarar etmez. (Hadîs-i şerîf-el-Ikd-ül-Ferîd)
Dört şeyi yapan dört şeyden mahrum kalmaz.
Şükreden, nîmetin artmasından; tövbe eden, kabûlden; istihâre eden, hayırdan;
istişâre eden, doğruyu bulmaktan, hakîkate ulaşmaktan mahrûm olmaz. (İmâm-ı Gazâlî)
Her mü'minin istihâre yapması sünnettir. İstihâre
yedi gece yapılır. Rüyâda beyaz veya yeşil görmek hayra, siyâh veya kırmızı
görmek şerre alâmettir. (Seyyid
Abdülhakîm Arvâsî)
2.Her gün evden çıkmadan iki rek'at namaz kılıp Allahü teâlâdan o günün
ve işinin din ve dünyâsı için hayırlı olmasını istemek.
İSTİHÂZA:
Kadınlarda
âdet ve lohusalık dışında gelen ve oruç ile namaza mânî olmayan kan.
Hanefî mezhebinde, üç günden (72 saattan) beş
dakika bile az olan ve yeni başlayan için on günden çok sürünce, onuncu günden
sonra ve yeni olmayanlarda âdetten çok olup, on günü de aşınca, âdetten sonraki
günlerde gelmiş olan ve hâmile ve âyise (ihtiyâr) kadından, dokuz yaşından
küçük kızlardan gelen kan hayz olmaz. Buna istihâza veya fâsid kan denir.
İstihâza günlerinde bulunan bir kadın, idrârını tutamayan ve sık sık burnu
kanayan kimse gibi, özür sâhibi olur. Orucunu tutar, namazlarını kılar. (İbn-i Âbidîn)
İstihâza kanı hastalık alâmetidir. Uzun zaman
akması tehlikeli olur. Tabîbe mürâcaat etmelidir. Kardeş kanı (sang-dragon)
denilen kırmızı sakız toz edilip, sabah-akşam birer gram su ile yutulursa, kanı
keser. Günde beş gram alınabilir. (M.
Sıddîk Gümüş)
İSTİHFÂF:
Küçük ve
aşağı görme, ehemmiyet vermeme, küçümseme.
Küfre düşmenin illeti (sebebi) ikidir: Birincisi
dînin inanılması zarûrî (mecbûrî) olarak bildirdiği şeylerden birini
inkâretmek, ikincisi ise, dînî emirlerden birini istihfâftır. (İbn-i Âbidîn)
Bir kimse diğerine gel İslâm âlimine gidelim veya
fıkh, ilmihâl kitabını okuyup öğrenelim dese, o kimse de, ben ilmi ne yapayım
dese kâfir olur. Zîrâ bu söz, ilmi istihfâftır. (Sinânüddîn Âmesi ve Dâmâd)
İSTİHSAN:
Güzel
bulma, güzel görme.
1. Kıyas denilen delîlin iki kısmından birisi olan
hafî (gizli, kapalı) kıyas, yâni asl (hakkında açıkça hüküm bulunan şey) ile,
fer' (hakkında açıkça hüküm bulunmayan şey) arasında müşterek (ortak) olan ve
aslın hükmünün fer'e verilmesine sebeb olan illetin (vasfın, özelliğin),
müctehid âlim tarafından kolayca anlaşılamadığı kıyas.
İslâm dîninde din bilgilerinin elde edildiği ana
kaynak dörttür: Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet (Peygamber efendimizin mübârek
sözleri, işleri ve görüb de bir şey demedikleri hususlar), icmâ' (müctehid
âlimlerin bir işteki sözbirliği) ve kıyastır. Kıyas, müctehid âlimin, fer'in
(hakkında açıkça nass yâni âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunmayan bir işin)
hükmünü buna benzeyen ve hakkında nass bulunan bir işin (aslın) hükmüne
benzeterek anlamasıdır. Aslın hükmünün fer'e verilmesine sebeb olan illet,
müctehid âlim tarafından kolayca anlaşılabiliyorsa, böyle kıyâsa, kıyas-ı celî
(açık kıyas) denir. Kolayca anlaşılamıyorsa, kıyâs-ı hafîdir (gizli, kapalı
kıyâstır). (Serahsî)
2.Müctehid âlimin daha kuvvetli ve dîne daha uygun gördüğü bir husustan
dolayı, bir mes'elede benzerlerinin hükmünden husûsî, özel bir hükme dönmesi,
küllî (umûmî, genel) kâideye aykırı düşen hükmü alması; başka bir ifâde ile,
müctehid âlimin, celî kıyasa aykırı olan delîlin hükmünü alması. Fıkıh ilminde
istihsan sözü geçince bu mânâ kastedilir.
İstihsânın dayandığı deliller vardır. Bunlar;
âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf, icmâ, kıyâs-ı hafî ve zarûrettir. Meselâ, kıyâs-ı
celîye ve küllî kâideye göre mevcut olmayan, yok olan bir şey üzerine akd,
(anlaşma, sözleşme) yapmak bâtıldır, hükümsüzdür. Bu sebeble istisnâ' yâni bir san'at
sâhibine sipâriş vererek, târif ederek bir şey meselâ bir ayakkabı yaptırmak
üzere akd (anlaşma, sözleşme) yapılamaz. Çünkü, ayakkabı akd esnâsında henüz
mevcut değildir, yoktur. Fakat bu türlü akde göre muâmele, iş yaptırmak her
devirde yapılageldiğinden ve bu hususta icmâ' (müctehid âlimlerin sözbirliği)
meydana geldiğinden, kıyâs-ı celî terkedilmiş, böyle bir muâmelenin câiz
olduğuna, olabileceğine hükmolunmuştur. (Serahsî)
Zevcin (kocanın) zevcesi(hanımı) için de kendi
mülkünden onun izni (haberi) olmadan fıtrasını vermesi istihsânen câizdir. (İbn-i Âbidîn)
İSTİHZÂ:
Söz, yazı, işâret veya çeşitli davranışlarla bir
kişinin ayıp ve eksikliklerini ortaya çıkarmak, onunla eğlenmek, alay etmek.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Münâfıklar (hakka inanmadıkları hâlde inanmış görünenler) mü'minler ile karşılaştıklarında, biz de sizin gibi mü'minleriz derler. Kendilerini saptıran, insan şeytanları olan reisleri (veya dostları) ile yalnız kaldıklarında; "Biz sizin dîniniz üzereyiz. Biz ancak mü'minlerle istihzâ ediyoruz" derler. Allahü teâlâ onların bu istihzâlarının cezâsını verir. (Bekara sûresi: 14-15)
(Dünyâda) insanlarla istihzâ eden birine, âhirette
Cennet'ten bir kapı açılır ve; "Buyur gel" denir. O kişi sıkıntılı ve
telaşlı olarak gelir. Fakat kapı kapanır. Sonra başka bir kapı açılır. O kişi
yine sıkıntılı ve üzgün bir hâlde bu kapıya gelir, o da kapanır. Bu hâl o kadar
devâm eder ki, artık o kişiye "gel" diye seslendikleri hâlde gidemez
duruma gelir. (Hadîs-i şerîf-İbn-i
Ebiddünyâ)
İstihzâ, insanın vekârını (ağır başlılığını)
kaybettirir. Yüzünden hayâyı (utanmayı ) kaldırır, karşı tarafta kin ve nefret
uyandırır. Dostluğun tadını kaçırır. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır.
Hâtıraları öldürür. Kusurları çoğaltır. Günahları açığa çıkartır. (İmâm-ı Gazâlî)
İSTİKÂMET:
Allahü
teâlânın beğendiği, doğru, hak yolda bulunma.
Kim ki hac eder, kötü söz konuşmaz ve istikâmetten ayrılmazsa, annesinden yeni doğmuş gibi, bütün günâhlarından sıyrılır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
Allahü teâlâ kendisine Hûd sûresinde; "Emr
olunduğun gibi istikâmet üzere ol!" buyurunca, Peygamber efendimiz
sallallahü aleyhi ve sellem, istikâmetin zorluğuna işâretle; "Beni
Hûd sûresi ihtiyarlattı" buyurdu. Yâsîn sûresinde; "Ey
Resûlüm! Sen elbette istikâmet üzeresin" buyurulunca, Resûlullah
efendimiz rahatlamışlardır. (Seyyid Tâhâ)
Kıyâmet günü Sırat köprüsünden geçebilmek için
istikâmet üzere bulunmak gerekir. (Muhammed
Hâdimî)
İstikâmet,
kerâmetin üstündedir. (İmâm-ı Rabbânî)
Lâ ilâhe illallah kelimesini söylemekle kalb
düzelir ve o kimsenin hâllerinde ve işlerinde istikâmet hâsıl olur. Zâhirin
(bedenin) ve bâtının (kalb ile rûhun) istikâmeti ele geçince de, sonsuz seâdete
kavuşulmuş olur. Zâhirin istikâmette olması demek, dindeki emir ve yasaklara
uymaktır. Bâtının, kalb ve rûhun istikâmeti ise, hakîkî îmâna kavuşmaktır.
Yüksek hocamız, hakîki îmânı, kalbi Allahü teâlâdan alıkoyan bütün fayda ve
zararlardan temizlemektir, diye açıkladılar. (Ya'kûb-i Çerhî)
İSTİKBÂL-İ KIBLE:
Kıbleye
yönelme; namazda Mekke-i mükerremedeki Kâbe-i muazzamaya doğru durma.
Namaz kılarken istikbâl-i kıble farzdır. Yâni
namaz, Kâbe-i muazzama tarafına dönerek kılınır. Namaz, Allah için kılınır.
Secde yalnız Allah için yapılır. Kâbe'ye karşı yapılır. Kâbe için yapılmaz. (İbn-i Âbidîn)
İSTÎLÂM:
Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa
(etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten
indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir,
tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe illallahü vallahü ekber diyerek) onu
selâmlamak ve el sürüp öpmek. İzdihâm (kalabalık, sıkışıklık) dolayısıyle el
sürülemiyorsa, uzaktan elleri kaldırıp, işâret yapmak, sonra avucunun içlerini
öpmek.
İstîlâm,
haccın sünnetlerindendir. (İbn-i Âbidîn)
İSTİMDÂD:
Yardım isteme,
yardıma çağırma.
Peygamberlerin ve evliyânın, Allahü teâlânın
sevgili kullarının ve sâlih (iyi) mü'minlerin rûhlarından, her kim nerede ve ne
zamanda ve her ne hâlde istimdâd ederse, Allahü teâlânın izniyle orada bulunur,
yardım ederler. Hızır aleyhisselâmın, sıkıntıda olanların imdâdına (yardımına)
yetişmesi böyledir. Resûlullah efendimizin, ümmetinin (kendine inananların) her
birine, hele ölüm zamânında imdâda (yardıma) yetişmesi de böyledir. (Ahmed Fârûkî)
İSTİMNÂ:
El ile
menîyi dökme, masturbasyon.
El ile
istimnâ, zevk için olursa haramdır. Ta'zîr olunur. Sükûnet bulmak için câiz,
zinâ tehlikesi olursa vâcib olur. (İbn-i Âbidîn)
Günâhların hepsi, Allahü teâlânın emrini yapmamak
olduğundan büyüktür. Fakat bâzısı, bâzısına göre küçük görünür. Meselâ, yabancı
kadına şehvetle bakmak, zinâ yapmaktan daha küçüktür. El ile istimnâ her
ikisinden daha küçüktür. Bir küçük günâhı yapmamak, bütün cihânın nâfile (farz
ve vâcib olmayan) ibâdetlerini yapmaktan daha sevâbdır. Çünkü nâfile ibâdet
farz değildir. Günahlardan kaçınmak ise herkese farzdır. (Muhammed Rebhâmî)
İSTİMRÂR:
Kadından
âdet hâlinde gelen kanın devâm etmesi.
Bir kadından; on beş gün içinde hiç temiz gün
olmadan, kan istimrâr ederse, âdetine göre hesâb olunur. Yâni, âdetinden sonra
başlayarak bir evvelki ay içindeki temizlik günü kadar temizlik ve sonra âdeti
kadar hayz kabûl edilir. Âdeti beş gün kan, yirmi beş gün temizlik olan kadında
kan istimrâr ederse, ilk görülen beş gün kan hayz, peşinden gelen yirmi beş gün
temiz kabûl edilir. Kızda ilk görülen kan istimrâr ederse, ilk on gün hayz,
sonra yirmi gün temiz kabûl edilir. (İbn-i
Âbidîn)