2 Ekim 2022 Pazar

Türk Tarihi Açısından Çin Yıllıkları

 İslâmiyet öncesi Türkistan Türk tarihinin yazılı kaynaklarının başında Çin Kaynakları gelmektedir. Dünyada tarih yazma geleneğinin en eski olduğu millet Çinlilerdir. M.Ö. 841 yılından itibaren kronolojik olarak tarih yazdıkları bilinmektedir. Çinliler kendileri ile alâkâlı bu tarihleri yazarlarken kendilerine komşu olan ve karşılıklı münasebet kurdukları milletlerin ve boyların tarihlerini de kaleme almışlardır. Her ne kadar bu eserler yıllık mahiyetinde kendi tarihlerini ön planda tutmak ve Çin imparatorlarının faaliyetlerini methetmek amacıyla yazılmış olsalar bile yıllıkların sonunda verdikleri yabancılarla ilgili bilgiler Türkistan Türk tarihine ışık tutacak niteliktedirler. Ayrıca Çin tarihi ile ilgili kısımlarda da Türk tarihi ile ilgili bilgilere rastlamak mümkündür. Bu nedenle Çin kaynakları ile ilgili bilgiye sahip olmak ve bu kaynaklardan istifade etmek Türk Tarihi açısından bir zorunluluktur. Çin kaynakları şu şekilde sınıflandırılmaktadır:


1-Metal ve taş eserler üzerindeki yazılar


2-Kemik ve kaplumbağa kabukları üzerindeki yazılar


3-Klasik kitaplar


4-Hanedan tarihleri


5-Ansiklopedik eserler


6-Kronolojik eserler


Metal-taş yazıları, kemik ve kaplumbağa kabukları üzerindeki yazılar ile klasik eserlerde verilen bilgiler, efsanevi olarak nitelendirilseler de bunlardaki bilgiler Türklerin ilk atalarına ait bilgiler olarak değerlendirilmektedirler.


Hanedan Tarihleri


Batı’da Hanedan Tarihi (Dynastic Histories), Türkiye’de ise Çin Yıllıkları olarak bilinen eserler en önemli ve en hacimli kaynaklardır. Yıllık ifadesi söz konusu kaynakların tam karşılığı olmamakla beraber, ülkemizde bu tabir kullanılmaktadır. Yıllık bu hanedan tarihlerinin sadece bir bölümünü oluşturmaktadır.


Resmi Çin tarihinin yazılmaya başlanılması M.Ö 104 yılında Shih-chi (Tarihi Hatıralar) ile başlamış, 1911’de yıkılan Ch’ing imparatorluğunun resmi tarihinin yazıldığı 1927 yılında son bulmuştur. Ancak dönemin hükümetinin son tarihin dağıtımını yasaklamasıyla bütün Çin tarihleri 26 hanedan tarihi yerine 25 hanedan tarihi adıyla ifade edilmiştir.


26 hanedan tarihinde toplam 4052 cilt vardır. Her bir cilt 4 ile 7 varak arasında değişmektedir.


En küçük tarih 36, en geniş tarih ise 536 cilde sahiptir.


Hanedan tarihleri 5 ana bölüme ayrılmaktadır:


1-İmparator yıllıkları


2-Asil aileler


3-Kronolojik tablolar


4-İlmi risaleler


5-Biyografiler: Türk tarihi hakkındaki en zengin malzeme, bu bölümün sonunda yer alan yabancıların biyografilerinde yer almaktadır.

Bu kaynaklarda sıklıkla geçen ve Çinli olmayanlar için kullanılan “barbar” kelimesine dikkat çekmek isteriz. Bilindiği üzere Çinliler kendilerinden olmayan boyları, kabile ve kavimleri kendilerine ait özel adlarının (yani hangi boy kendisini hangi adla adlandırıyor ise o ad ile) yanında “kuzeyli yabancılar, güneyli, batılı-doğulu yabancılar” şeklinde genel adlarla anmışlardır. Barbar kelimenin aslı “Çinli olmayan kuzeyli, güneyli veya batılı yabancılar” iken, Batılı araştırmacılar tarafından bu kelime “eski barbar” anlamında kullanılmış ve ilim dünyasına da bu şekilde yerleştirilmiştir. Aslında Çinliler kendilerinden olmayan boylara barbar dememişlerdir.


Bu kaynaklar ile ilgili dikkatlerden kaçan bir diğer nokta da Çinlilerin olayları kendi bakış açılarından ve taraflı bir şekilde kaydetmelerinin göz ardı edilmesidir. Çinliler Türkleri her zaman asi ve kendilerine tabi olması gereken bir millet olarak görmüşlerdir. Nitekim onlar İmparatorlarını göğün oğlu ve yeryüzünde tanrının temsilcisi olarak görerek, bunun kendilerine bir üstünlük sağladığına inanmışlardır. Yine kendi başarılarını güzel cümleler ile yüceltirken; Türklerin başarılarını küçümsemişlerdir. Ne yazık ki Batılı tarih yazımında bu durum da göz ardı edilmiştir.


a. Shih-chi (Tarihi Hatıralar)


Shih-chi Çin yıllıklarının ilkidir. Çin tarihçilerinin atası olarak kabul edilen Tsi Ma-ch’ien tarafından M.Ö. 104-91 yılları arasında yazılmıştır. Çin’in en eski devirlerinden başlayıp Han İmparatoru Wu-ti dönemine kadar olan Çin tarihini kronolojik bir şekilde anlatmaktadır. Bu kaynak aynı zamanda dünya tarihinde de tezkere şeklinde yazılan ilk eserdir. Eserin 110. bölümü Hunlar Tezkeresi’dir. Bununla birlikte diğer bölümlerde de yine Hunlarla ilgili kısımlar bulunmaktadır. Hunlarla ilgili olarak Asya Hun Devletinin kuruluşu ile Hunların ilk kez kuzey ve güney diye ikiye ayrılmalarına kadar olan tarihleri hakkında bilgiler verilmektedir.


Yıllığın tam olarak batı dillerine çevirisi yapılmamıştır. Ancak, E. Chavannes, B. Watson gibi ilim adamları bazı bölümlerini çevirmişlerdir. Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı Uygur Özerk Bölgesi’nde bulunan Xinjiang Üniversitesi İlmi Araştırmalar Dairesi’nin “24 Tarih’teki Türkistan’a Dair Materyalleri Tercüme Heyeti” bu kaynağın tamamını Uygur Türk Lehçesinde neşretmiştir.








 

b. Han-shu (Hanname/ Han Hanedanı Yıllığı)


Çin’in Han İmparatorluğunun kuruluşundan Wang-mang dönemine kadar resmi tarihini anlatmaktadır. Han İmparatorluğu Batı Han ve Doğu Han olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu kaynak Batı Han ile ilgili bilgiler vermektedir.


Tarihçi bir babanın oğlu olan Pan-ku tarafından yazılmıştır. Pan-ku’nun ölümünden sonra eseri kızkardeşi Pan-chao ile imparatorun görevlendirdiği tarihçi Ma-hsü 10 yılda tamamlamışlardır. Bu eserin de 94. bölümü Hunlara ayrılmıştır. “Hunlar” ve “Güney Hunlar” olarak ikiye ayrılan bölüm Hunlarla ilgili Shih-chi’ye göre daha ayrıntılı bilgi vermektedir. Eserin diğer kısımlarında da Hunlarla ilgili bilgilere rastlamak mümkündür.


Esere başka tarihçiler tarafından ilaveler yapılmış ve eser bu ilavelerle açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak Sui Hanedanlığı dönemi ve T’ang İmparatorluğunun ilk devrelerinde yaşayan tarihçi Yan Shih-ku o güne kadar bu kaynak üzerine çalışmış olan tarihçilerin çalışmalarını bir araya getirmiş ve bunlara yeni ilaveler yapmıştır. 110 bölümlük eseri 120 bölüme çıkarmıştır. Bugün kullanılmakta olan eser de onun tasnif ettiği bu 120 bölümlük eserdir.


Bu yıllığında Batı dillerine tam bir tercümesi yoktur. E. H. Parker, F. Hirth, E. Chavannes, Homer H. Dubs gibi ilim adamları eserin bazı bölümlerini neşretmişlerdir. Eserin Hunlardan bahseden tüm bölümlerini Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı Uygur Özerk Bölgesi’nde bulunan Xinjiang Üniversitesi İlmi Araştırmalar Dairesi “24 Tarih’teki Türkistan dair Materyalleri Tercüme Heyeti” bu kaynağı Uygur Türk Lehçesinde neşretmiştir.


Türkiye’de ise Çin kaynaklarındaki Türklerle ilgili kayıtların Türkçe’ye tercüme edilmesi Türk Tarih Kurumu’nun projelendirmesi ile 1990’lardan sonra başlamıştır. Bu yıllıktaki Hunlarla ilgili kayıtlar Prof. Dr. Ayşe Onat başkanlığındaki bir heyet tarafından Türkçe’ye tercüme edilerek “Han Hanedanı Tarihi Hsiung-nu (Hun) Monografisi” adı ile Türk Tarih Kurumu yayınları arasından yayınlanmıştır.


c. Chiu T’ang-shu (Eski T’ang Hanedanı Yıllığı)


Liü-hsü tarafından kaleme alınarak 945 yılında tamamlanmıştır. T’ang Hanedanlığının 618 yılından 907 yılına kadar olan 290 yıllık tarihini kaydetmiştir. İçinde tarihi değere sahip pek çok makale de bulunmaktadır. Toplam 200 bölümden oluşan eserin 194, 195, 198 ve 199. bölümlerinde Türk boyları ve onların yerleşim bölgeleri hakkında bilgiler yer almaktadır. Özellikle Kök-Türkler ve onların doğu ve batı kolları ile Uygurlar ve Uygur birliğine giren Türk boyları hakkında ayrıntılı bilgiler vermesi bakımından Türk tarihi açısından son derece önemli bir yıllıktır. Ancak bu tür T’ang Yıllıkları sonradan kopyalandıkları ve yapıştırılmak suretiyle yazıldıkları için olaylar sık sık birbirine karıştırılmıştır.


 

Prof. Dr. İsenbike Togan’ın başkanlığındaki ekip tarafından Eski Tang Hanedanı Tarihi içinde yer alan Kök-Türkler kısmının 194A bölümünün tamamı Türkçe’ye tercüme edilerek açıklamalı metin neşri 2006’da yapılmıştır. Ayrıca Prof.Dr. Ahmet Taşağıl bu kaynağın verdiği 617-630 yılı arasındaki kronolojik bilgileri Kök-Türk kitabında değerlendirmiştir.


d. Hsin T’ang-shu (Yeni T’ang hanedanı Yıllığı)


Kuzey Sung Hanedanı döneminin ünlü edebiyatçılarından Song-ch’i ve Ou Yang-hsu tarafından yazılmıştır. Yıllık 1044 yılında yazılmaya başlanıp 1061 yılında tamamlanmıştır. Kaynağın yazımında Eski T’ang tarihi temel alınmış ve bu tarih geliştirilerek yazılmıştır. Bu yıllık; diğer Çin kaynaklarına göre Türklerle ilgili çok daha fazla bilgiye sahiptir. 225 bölümlük eserin 215, 217, 219 ve 221. bölümleri Türk devletlerine ayrılmıştır. İlk olarak Hunlardan başlayarak tüm yabancı boyların tarihinin bir özeti yapıldıktan sonra onların siyasi, içtimai ve kültürel faaliyetlerinden, yaşadıkları coğrafyalardan, nüfuslarından, askerlerinden ve sahip oldukları hayvanlardan bahsedilmektedir.


Yeni T’ang Yıllığı ile Eski T’ang Yıllığı’nın bir karşılaştırmasını yaptığımız zaman Yeni T’ang Yıllığı’nın daha özlü bir şekilde yazılmış olduğu görülmektedir. Yeni yıllık devlet arşivinden alınan yeni bilgilerle genişletilmiştir. Ancak bu yenilikleri yaparken hem olayların sırası karıştırılmış hem de eski tarihteki bazı olaylar alınmamıştır. Bu açıdan bakıldığında Eski T’ang Yıllığı, Yeni T’ang Yıllığı’na göre daha düzgün ve daha zengindir.


Kaynağın Kök-Türkler bölümündeki bilgiler yine Prof. Dr. Ahmet Taşağıl tarafından incelenmiştir.


e. Türkler Hakkında Bilgi Veren Diğer Çin Kaynaklarından Bazıları


1- Hou Han-shu (Sonraki Hanname) (Hunlar)


2- San Kuo-chih (Üç Padişahlık Tezkeresi) (Hunlar)


3- Sung-shu (Sung Hanedanı Yıllığı) (Hunlar, Tabgaçlar)


4- Liang-shu (Liang Hanedanı Tarihi) (Kök-Türkler)


5- Ch’en-shu (Ch’en Hanedanlığı Yıllığı) (Kök-Türkler)


6- Wei-shu (Wei Hanedanı Yıllığı) (Tabgaçlar, Kanglılar)


7- Pei Ch’i-shu (Kuzey Ch’i Hanedanı Yıllığı) (Kök-Türkler)


8- Sui-shu (Sui Hanedanı Yıllığı) (Kök-Türkler)


9- Chiu Wu-tai shih (Eski Beş Hanedanlık Dönemi Tarihi) ( Uygurlar)


10- Sung-shih ( Sung Hanedanı Tarihi) ( Uygurlar)


11- T’ung-tian (Kanunlar Külliyatı) ( Kök-Türkler)

 

12- T’se- fu Yuan-kui (Kitaplar Cevheri) ( Kök-Türkler ve Uygurlar)


Çin yıllıklarının ilk incelemesini Fransız araştırıcısı De Guignes (1756-1758) yapmış ve daha sonra Rus ilim adamı Yakinev, Fransız St. Julien, E. Chavannes, P. Pelliot ile Alman De Groot, O. Franke yaptıkları çalışmalarda bu yıllıkları değerlendirmişlerdir. Türkiye’de ise Çin yıllıklarını ilk kullanan Bahaeddin Ögel ve Özkan İzgi olmuş onlardan sonra İsenbike Togan, Ayşe Onat, ve Ahmet Taşağıl bu kaynakları kullanmışlardır.


Alıntıdır.


Yenişehir / Bursa

 


DÎNİ SÖZLÜK “C-Ç”

 CEBBÂR:

1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarının hallerini ıslâh edip tövbeye götüren, dilediğini yaptırmaya gücü yeten.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

... Allahü teâlâ Müheymindir (her şeyi gözetip koruyandır), Azîzdir (hükmünde gâlibdir),Cebbârdır, Mütekebbirdir (kibriyâ ve azamete büyüklüğe ancak o müstehaktır). Allah müşriklerin koştukları ortaklardan münezzehtir (uzaktır). (Haşr sûresi: 23)

 

Cebbâr (olan Allahü teâlâ) kıyâmet günü mülkü olan gökleri ve yerleri eline (kudretine) alır ve buyurur ki: Cebbâr benim, Melik benim. Hani cebbârlar, mütekebbirler(kendilerini büyük görenler) nerede? (Hadîs-i şerîf-Sünen-i İbn-i Mâce)

 

Sabah ve akşam el-Cebbâr ismi şerîfini okumaya devâm eden kimse zâlimlerin zulmünden korunmuş olur. Yolculukta da olsa zarar görmez. (Yûsuf Nebhânî)

 

2. Kibirli, zorba, gaddâr.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

O   peygamberler düşmanları üzerine Allah'tan zafer istediler ve her inatçı cebbâr da hüsrâna uğradı. (İbrâhim sûresi: 15)

 

Cennet ile Cehennem şöyle münâkaşa ettiler. Cehennem; bende cebbârlar, mütekebbirler var dedi. Cennet de bende Allah'tan korkan, zaîfler ve fakirler var dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ bunların dâvâlarını şu sûretle halletti: "Ey Cennet! Sen benim rahmetimsin. Seninle dilediğime rahmet ederim. Ey Cehennem, sen de benim azâbımsın. İstediğime seninle azâb ederim. Her ikinizi de doldurmak bana âittir. (Hadîs-i

 

şerîf-Müslim, Riyâz-üs-Sâlihîn)

 

İnsanlar kibirlene kibirlene cebbârlar sırasına geçer. Cebbârın başına gelen azâb onların da başına gelir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, İbn-i Mâce)

 

CEBEL-İ NÛR:

 

Nûr dağı. Mekke-i mükerreme yakınında Peygamber efendimize ilk vahyin geldiği mübârek dağ. Hirâ, Hirâ Nûr dağı da denir.

Peygamber efendimiz, peygamberliği bildirilmeden önce yanına yiyecek alarak Cebel-i Nûr'a gider burada bir kişinin kalabileceği büyüklükte olan ve Hirâ mağarası adı verilen yerde tefekkür ve ibâdetle meşgul olurdu. Kırk yaşında Ramazanın on yedinci Pazartesi gecesi Hirâ mağarasında yine tefekkür hâlindeyken Cebrâil aleyhisselâm kendisine Alak sûresinin ilk beş âyetini getirdi. (Yûsuf Nebhânî, Kastalânî)

 

CEBEL-İ RAHMET:

 

"Rahmet dağı" mânâsına, Arafat ovasındaki tepe.

 

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Vedâ haccında Arefe günü Cebel-i rahmet denilen koyu yeşil taş yığınlarından meydana gelen tepenin eteğinde, yüzbini aşkın müslümana Kusvâ adlı devesinin üzerinde Vedâ hutbesini okuyup, Eshâb-ı kirâmıyla vedâlaştı. (Halebî)

 

Âdem aleyhisselâm ile Havvâ vâlidemiz, Cebrâil aleyhisselâmın yol göstermesiyle Arafat ovasında buluştular. Âdem aleyhisselâm Cebel-i rahmet tepesi üzerinde iken, Allahü teâlâdan rahmet ve mağfiret (bağışlanmasını) dileyip duâsı kabûl oldu. Onun için bu tepe Cebel-i rahmet diye anıldı. (Altıparmak Muhammed Efendi)

 

CEBÎRE:

 

Kırık ve çıkığın iki yanına bağlanan tahtalar.

 

Gusülde ve abdestte cebîre üzerine mesh câizdir. (İbrâhim Halebî)

 

CEBR:

 

Zorlama, zor kullanma. İrâde ve ihtiyârın zıddı.

 

İnsanın hiç bir irâde ve ihtiyâra sâhib olmadığını, her şeyin cebr elinde esir olduğunu ve varlığının otomatik, fakat zembereği kırık bir makina gibi olduğunu iddiâ etmek yanlıştır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

 

CEBRÂİL ALEYHİSSELÂM:

 

Dört büyük melekten biri. Peygamberlere vahy getirmek, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmekle vazîfeli melek. Buna Cibrîl, Rûh-ul-emîn, Rûh-ul-kuds, Nâmûs-ı ekber de denir.

 

Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:

 

Gerçekten Cibrîl, Kur'ân-ı kerîmi, Allahü teâlânın izniyle senin kalbine indirdi (Bekara sûresi: 97)

 

Allahü teâlâ Cebrâil'e (aleyhisselâm), filân şehri yerin dibine geçir, diye emr etti.

 

Cebrâil, yâ Rabbî! Bu şehirdeki filanca kulun sana bir ân isyân etmedi. Hep itâat ve ibâdet ediyor deyince; Allahü teâlâ onu da berâber geçir! Zîrâ günâh işleyenleri görünce, bir kerrecik yüzünü değiştirmedi buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

 

Cebrâil aleyhisselâm çok defâ Resûlullah'ın huzûruna, Eshâb-ı kirâmdan Dıhye-i Kelbî sûretinde gelirdi. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Benî Ümeyye'den üç kişiyi üç kişiye benzetti ve şöyle buyurdu: "Dıhye-i Kelbî, Cebrâil'e; Urve bin Mes'ûd Sekafî, Îsâ'ya; Abdül-üzza ise Deccâl'e benzer." (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)

 

Şüphesiz Allahü teâlâ bir kulundan râzı olup, onu sevdiğinde, Cebrâil aleyhisselâmı çağırır ve ona buyurur ki: "Ben falan kulumu seviyorum sen de onu sev." Cebrâil aleyhisselâm onu sever. Sonra semâda seslenip der ki:"Allahü teâlâ falan kulu seviyor, siz de onu sevin." Semâdakiler de onu sever. Sonra onun sevgisi yerdekilerin gönüllerinde yerleşir. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)

 

Âdem aleyhisselâmın boyu ve ömrü kesin olarak bildirilmedi. Bir rivâyette, bin sene yaşayıp beş yüz yaşında iken peygamber oldu. Allahü teâlâ, kendisine on kitap gönderdi. Cibrîl aleyhisselâm ona on iki sefer gelmişti. (Nişancı Muhammed Efendi)

 

CEBRİYYE:

 

Hicrî birinci asrın sonlarında ve ikinci asrın başlarında Cehm bin Safvân tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Buna mürcie fırkası da denir.

 

Cebriyye fırkası; "İnsan aslâ bir iş yapmaz, cansızlar gibi hareket eder. İnsanın kudreti, kastı, ihtiyârı (isteği) yoktur. İnsanlar iyi iş yapınca sevâb kazanmaz, kötü işlerine azâb yapılmaz. Kâfirler günâh işleyenler mâzûrdur, mes'ûl olmazlar. Çünkü insanın her işini yalnız Allah yapıyor. İnsan istese de istemese de günah yaratıyor ve insan günâh yapmaya mecbûrdur. Günah insana zarar vermez. Âsî, fâsık kimseler azâb görmeyecektir." diyorlar. Cebriyyenin bu sözleri küfürdür ve hepsi mel'undur. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Mürcie mezhebinde olanlara yetmiş peygamber lânet etmiştir." buyurdu. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Cebriyye fırkası mensûblarının dediği gibi insanda irâde ve ihtiyâr olmasaydı, kötülükleri günâhları Allahü teâlâ zor ile yaptırsaydı, eli-ayağı bağlanıp dağdan aşağı yuvarlanan kimse ile yürüyerek etrâfını seyrederek inen kimsenin hareketlerinin birbirlerinden farklı olmaması gerekirdi. Hâlbuki birincinin yuvarlanması cebr ile, ikincisinin inmesi irâde ve ihtiyâr ile (kendi isteğiyle) olmaktadır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

 

CEDEL:

 

Münâkaşa, mücâdele, tartışma, kavga. Mantıkda, meşhur veya doğruluğu herkesçe kabûl edilen kadiyye (önerme)lerden meydana gelen kıyas'a verilen ad.

 

CEFÂ:

 

İncitmek, eziyet etmek, kötülük.

 

Hayâ îmândandır. Fuhuş (çirkin şeyler) söylemek cefâdandır. Îmân Cennet'e, cefâ Cehennem'e götürür. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

 

Şu üç günah, îmânın gitmesine sebeb olur: Birincisi, îmân nîmetine kavuştuğuna şükretmemek. İkincisi, îmânın gitmesinden korkmamak. Üçüncüsü, müminlere ezâ ve cefâ etmek. Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Haksız yere bir müslümanı incitmek, Kâbe'yi yetmiş defâ yıkmaktan daha büyük günahtır. (Hakîm-i Tirmîzî)

 

Peygamber efendimizin aklı o kadar çoktu ki, Arabistan Yarımadası'nda, sert, inatçı insanlar arasında gelip, çok güzel idâre ederek ve cefâlarına sabrederek, onları yumuşaklığa ve itâate getirdi. Çoğu eski dinlerini bırakıp müslüman oldu. (Yûsuf Sinânüddîn)

 

Her işe Besmele ile başla. Temiz ol. Dâimâ iyiliği âdet edin. Tembel olma. Namaza önem ver. Nîmete şükr, belâya sabret. Dünyâ rahatına aldanma. Kimseye kızma. Eziyet ve cefâ etme. (Akşemseddîn)

 

CEHÂLET:

 

Bilmeme, bilgisizlik. Din bilgilerini bilmeme. Câhillik.

 

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Âyetlerimize îmân edenler sana geldiği zaman şöyle de: "Allah'ın selâmı üzerinize olsun. Rabbiniz, size rahmet ve merhamet vaad buyurdu. Öyle ki, içinizden kim cehâletle bir fenâlık yapmış da arkasından tövbe edip (hâlini) düzeltmişse (Allah'ın ona mağfireti vardır.) Muhakkak ki Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir. (En'âm sûresi: 54)

 

Cehâletten daha şiddetli bir fakîrlik yoktur. (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ül-Ahbâr) Bilmediklerinizi sorunuz. Cehâletin ilâcı süâldir (yâni soru sorup öğrenmektir). (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)

 

Dârü'l -İslâm'da, İslâm memleketinde bulunan bir kimsenin meselâ namazın ve orucun farz, içki, kumar ve zinânın haram olduğu konusundaki cehâleti mâzeret kabul edilmez. (İbn-i Âbidîn)

 

Câhil, cehâletinden dolayı mâzur sayılsaydı, cehâlet ilimden üstün olurdu. (İmâm-ı Şâfiî)

 

On şey insanın varlığını öldürür: 1) Terbiye azlığı, 2)Cehâlet çokluğu, 3) Halktan nîmet beklemek, 4)Şehvet azgınlığı, nefis kudurganlığı, 5) Baş olma sevdası, 6) Dünyâya düşkün olmak, 7) Nefisle dostluk kurmak, 8) Çok yemek, 9) Çok uyumak, 10) Kabalık sertlik yapmak. (Bâyezîd-i Bistâmî)

 

Kişiye ilim olarak Allahü teâlâdan korkması, cehâlet olarak ucub, kendini, yaptığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek bunlarla övünmesi yetişir. Ucb artınca ahmaklık hâlini alır. İnsanın kendi ayıplarını görmesine mâni olur. (Mâcid-ül-Kürdî)

 

CEHD:

 

Gayret, olanca gücü ve kuvveti sarf etmek.

 

İctihâd; insan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek cehd etmek demektir. Yâni, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde sarîh ve açık bildirilmemiş hükümleri ve meseleleri, açık ve geniş anlatılmış meselelere benzeterek, meydana çıkarmak için cehd etmektir. Bunu ancak Peygamber efendimiz, O'nun Eshâbının hepsi ve diğer müslümanlardan ictihâd makâmına yükselen âlimler yapabilir. (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)

 

Akıllı kimse; dünyâ işini kanâat ile (ele geçenle yetinmekle), âhiret işini hırs ve acele ile, din işini ise ilim ve cehd ile yapar. (Ebû Bekr Merâgî)

 

Genç kardeşlerim! Benim yaşıma gelmeden evvel cehd ediniz, Yoksa benim gibi zayıflar ve benim gibi amel ve ibâdette kusûr edersiniz. (Sırrî-yi Sekâtî)

 

Sâlih (Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği) insanlar derecesine ulaşmanın bir yolu da, rahatlık kapısını kapatıp, cehd ve gayret kapısını açmaktır... (İbrâhim bin Edhem)

 

CEHENNEM:

 

Kâfirlerin devamlı, günahkâr müslümanların ise, günahları kadar âhirette azab görecekleri yer.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Kim Allahü teâlâ ve Resûlüne ısrarla isyân eder, inkar etmek sûretiyle Allahü teâlânın koyduğu sınırları çiğneyip geçerse, onu içinde sonsuz kalıcı olarak Cehennem'e koyar. (Allahü teâlânın ve peygamberi Muhammed'in (aleyhisselâm) emirlerine aldırış etmiyenler, beğenmiyenler, asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyâçlara kâfi değildir diyenler, kıyâmette Cehennem ateşinden kurtulamıyacaklardır.) Bunlara Cehennem'de, çok acı azâb vardır. (Nisâ sûresi: 14)

 

Ey müslümanlar topluluğu! Allahü teâlânın sizi teşvik ettiği şeye rağbet ediniz ve O'nun yasak ettiklerinden kaçınınız. Allahü teâlânın korkuttuğu şeylerden korkunuz. O'nun cezâsından, azâbından Cehennem'inden korkunuz. Şu bulunduğunuz dünyâda O'nun ateşinden bir damla kıvılcım bulunmuş olsa, bu dünyâyı sizler için yaşanmaz hâle getirir. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn, Tezkîre-i Kurtubî)

 

Cehennem yedi tabakadır: Birinci tabaka en hafifidir. Fakat dünyâ ateşinden yetmiş kat daha şiddetlidir. Adı Cehennemdir. Burada müslümanlardan bir kısmı yanıp, günahlarından temizleneceklerdir. Kâfirlerin devamlı azab görecekleri Cehennemin diğer tabakaları ise; Sa'îr, Sakar, Cahîm, Hutame, Lazy ve Hâviye'dir.(Seâdet-i Ebediyye)

Bir şeyi arayan onun peşinden koştuğu ve bir şeyden korkan ondan kaçtığı halde, Cennet'i arayıp, Cehennem'den kaçan kimselerin bunlara hiç aldırış etmeden uyuyup kalmaları ne kadar şaşılacak şeydir. (Âmir bin Abdullah)

 

Cehennem'e girmek ve sonsuz olarak orada kalmak, îmânı duyduktan sonra şirk (Allah'a ortak) koşanlar içindir. (Kâdızâde)

 

Cennet ve Cehennem hâlihâzırda vardırlar ve ebediyyen bâkidirler (kalıcıdırlar). (Ömer Nesefî)

 

Cehennem'den en son çıkacak mü'min, yedi bin âhiret senesi yanacaktır. Âhiretin bir günü, dünyânın bin senesi kadar uzundur. (Kâdızâde Ahmed Emîn Efendi)

 

Günahlar gaflete, Allahü teâlâyı unutmaya, gaflet ise, kalbin katılaşmasına sebeb olur. Kalbin katılaşması, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Allahü teâlâdan uzaklaşmak ise, Cehennem'e götürür. (Hâris el-Muhâsibî)

 

CEHL (Cehil):

 

İlimsizlik, bilgisizlik, dînî bilgilerden haberi olmamak.

 

Cehl-i Mürekkeb:

 

Câhil olduğu hâlde, câhilliğini bilmeyip, kendini âlim zannetmek.

 

Sağırı, dilsizi, tedâvî ettim. Ölüyü dirilttim. Fakat cehl-i mürekkebin ilâcını bulamadım. (Îsâ aleyhisselâm)

 

CEHMİYYE:

 

Cebriyye fırkasının bir kolu olup, Hicrî ikinci asırda Cehm bin Saffân tarafından kurulan bozuk fırka.

 

Cehmiyye fırkasında olanlar, kulların amellerinde cebr (zorlama) ve mecbûriyet altında olduklarını söyleyip, kulun yapabilme gücünü bütünüyle inkâr ettiler. Îmânın yalnızca yüce Allah'ı bilmek, küfrün de yalnızca O'nu bilmemek olduğunu ileri sürdüler. Âhirette Allahü teâlânın görülmeyeceğini söyleyip, kabir azâbını, sırat ve mîzânı inkâr etmişlerdir. (Abdülkâhir Bağdâdî)

 

CEHRÎ:

 

Açıktan, alenî olarak, yüksek sesle söylemek, okumak.

 

Namazın vâciblerinden on dördüncüsü cehrî okunacak yerde cehrî okumaktır. (İbrâhim Halebî)

 

Bayram namazını  kılmak için câmiye giderken bayram tekbirlerini, Fıtr (Ramazan)

 

bayramında sessiz, Kurban bayramında cehrî söylemek sünnettir. (Mehmed Zihnî)

 

CELÂBİB:

 

Uzun ve geniş örtü, manto. Cilbâb'ın çoğuludur.

 

CELÂL:

 

Allahü teâlânın kahr ve gazab sıfatlarından. Azamet, büyüklük, ululuk, hiçbir şeye muhtâç olmamak.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Yeryüzünde bulunan her canlı fânîdir (yok olucudur). Ancak celâl ve ikrâm sâhibi olan

 

Rabbinin zâtı bâkîdir. Böyle iken Rabbinizin hangi nîmetlerini yalan sayabilirsiniz? (Rahmân sûresi: 26, 27, 28)

Hiç şüphe yok ki, kıyâmet gününde Allahü teâlâ, nerede benim celâlim için birbirini sevenler! Bugün ben onları arşımın gölgesinde gölgelendireceğim... buyuracaktır. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

 

Yâ zel-celâli vel-ikrâm'ı çok söyleyin, ona çok devâm edin. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

 

Melekler, Allahü teâlânın azameti, celâli ve büyüklüğünden korkudadırlar. Kendilerine verilen emirleri yapmaktan başka işleri yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

CELÎL (El-Celîl):

 

Celâl sâhibi mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).

 

CELÎS-İİLÂHÎ:

 

Allahü teâlâya yakın kimse, velî.

 

Celîs-i ilâhî olanlarla birlikte bulunanlar, şakî (Cehennemlik) olmaz. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

 

CELLE CELÂLÜH:

 

"O yücedir" mânâsına Allahü teâlânın ismi-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince, söylenilen ta'zîm (hürmet, saygı) ifâdesi. 

Ayasofya Camii / İstanbul

 


1 Ekim 2022 Cumartesi

İnsanlar niçin dondurularak saklanamıyor?

 Tedavisi günümüzde mümkün olmayan hastaları ölmeden önce dondurup, teknolojinin gelişip, tedavi imkanlarının üzerinde çok çalıştıkları bir konudur ve bilim insanlarını bu araştırmalara iten sebep kurbağalardır.

Doğada bazı cins kurbağalar kış uykusu süresince donarlar; kalp atışları, nefes alışları ve kan dolaşımları tamamen durur. Hatta aort damarları kesildiğinde bile kanama olmaz. Buzlar çözüldükten sonra, önce kalp atmaya başlar ve kurbağa hayata geri döner.

Yapılan araştırmalarda kurbağaların aniden donmadıkları, 24 saat süresince kan ve hücrelerinin arasındaki su dondukça geriye donma noktası düşük bir tip antifriz çözelti bıraktıkları ve glikoz üretimlerini çok yükselttikleri tespit edilmiştir. Oysa insanda bu oranda şeker yükselmesine mani olacak birçok mekanizma vardır ve iyi çalışmalarının sonucu ise şeker hastalığıdır.

Bir memelinin hücresinin dondurularak saklanabilmesi için, hücrenin içinde oluşan buzun en az seviyede olması gerekir. Hücre içindeki suyun tamamen donması ölüme yol açar. Bunun için de dondurma işlemine hücre dışı sıvılardan başlanılmalı, sadece hücre aralarındaki ve kandaki su donmalı, hücredeki zar ve proteinlerin yapıları bozulmamalıdır. Donmuş kan, besin ve oksijen taşıyamayacağından, metabolizmada ne gibi aksaklıklar görülebileceği hala bilinmemektedir. Ayrı bir sorun da suyun donduğu vakit genişlemesidir. Bu yüzden kan damarları parçalanabilir, doku yapısı bozulabilir, hücre zarı yırtılabilir.

Aslında artık günümüzde insanın yumurta hücreleri, sperm ve beyaz kan hücreleri, deri ve korneası dondurularak saklanabilmektedir. Ancak bunların hücre sayıları çok azdır. Nakil için böbrekler ve karaciğer buz içinde saklanır ama bunun da süresi en fazla 2-3 gündür. Üstelik bu organlar soğuk ortamda saklanmakta ama dondurulmamaktadır.

Halen bir organ bile dondurulup saklanmadığına göre, bütün bir vücudu dondurarak saklama konusunda bilim insanları pek iyimser değiller ama çalışmalar devam ediyor. Daha doğrusu insanı dondurup saklamak şüphesiz mümkün de, tekrar ısıtılıp canlandırmanın yolu henüz bilinmiyor.


Alıntıdır.

Balıklı Göl / Şanlı Urfa

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak