7 Ağustos 2022 Pazar

Niçin hapşırıyoruz?

 Hapşırma, ani, irade dışı, sesli bir şekilde ağızdan ve burundan nefes vermektir. Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması sonucu oluşan psikolojik bir reaksiyondur. Aslında burnumuz nefes almamızda çok önemli bir görev yapar. Hava onun dar kanallarından türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır, hem de içindeki toz burada filtre edilir.

Buradaki sinirlerin uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok alerjik etkilenmedir ama toz, duman, parfümler hatta aniden ışığa bakma gibi başka bir çok nedenleri daha vardır. Hapşırmadan önce sanki bir yerimiz ısırılmış gibi sinir uçlarının ikaz göndermesi sonucu, burnumuzdan önce bir salgı gelir. Biz bunun pek farkına varmayız.

Bu salgının ardından beyine giden ikaz neticesinde baş ve boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır. Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir sesle dışarı verilir. Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve soğuk algınlığı yaratan mikroplar da. Ancak tıp bilimi hapşırma ile yayılan mikropların, elle yayılanlardan çok daha az olduğunu saptamış bulunmaktadır.

Uyku sırasında özellikle rüya safhasında sinir sisteminin bazı elemanları kapalı olduğundan normal şartlarda hapşırma olmaz. Uyarı çok kuvvetli ise olabilir ama anında uyanılır. Ancak bu beyin tarafından tehlike olarak algılanmaz. Uyurken ayağını gıdıkladığımız kişinin ayağını çekip, arkasını dönüp, uyumaya devam etmesi gibi.

Hapşırma refleksinin detayları tam bilinmese de kesin olarak bilinen bir şey var. Hapşırırken gözlerinizi açık tutamazsınız. Bunu bilim insanları vücudumuzda bir acı veya ağrı duyduğumuzda gözlerimizi kapatmamıza bağlıyor. Kibarlık olsun diye hapşırığı tutmaya çalışmak ise kesinlikle tavsiye edilmiyor.

Güneş ışığı ile karşılaşınca hapşırmanın genetik olduğu ileri sürülüyor. Dünya nüfusunun en az yüzde 18'i bu hassasiyete sahip. Hapşırma sayısının da genlerle nakledildiğini ileri süren bilim insanları var. Bazı ailelerde üç kere hapşırılırken, bazılarında sekizinci de duruyormuş.

İnsanlara hapşırdıktan sonra "çok yaşa " deme adetinin kökenin Hıristiyanların "God bless you" yani "Tanrı seni takdis etsin" veya "Tanrının hayır duası üzerinde olsun" cümlesine dayanmaktadır. Altıncı yüzyılda hapşıranlara vücutlarındaki şeytanı attıkları için tebrik anlamında söylenen bu söz büyük veba salgını başlayınca Papa tarafından söylenmesi zorunlu kılındı ve kanunlaştırıldı.


Alıntıdır.


Hezil Çayı Irak Sınırı / Silopi


 

GÖK-TÜRK DEVLETİNİN İKİYE AYRILMASI VE DOĞU GÖK-TÜRK DEVLETİ - 3

 


Tou-lan Kağan Devri (588-600)


Baga Kaganın beklenmedik ölümünden sonra devlet adamları yabguluk vazifesini ifa eden Işbara'nın oğlu Yung-yü-lü'yü tahta geçirdiler. Tahta çıktıktan sonra unvanı Hsİe-chia-ch'i-to-na tou-lan Kağan oldu. O da Çin ile münasebetlerini iyi derecede tutmak için saraylarına elçi gönderdi . Kendisine üç bin top mal sunuldu. Her yaz sonunda devamlı Çin'e elçi göndererek vergi sunuyordu. Gök - Türk devletinin kuruluşundan itibaren ilk defa böyle bir olay vuku bulmuştu. 552 yılından hemen sonra Çin'i baskı altına alan Gök-Türkler, 585'te Çin siyasî üstünlüğünü kabul etmişlerdi. Baga Kağan devrinde de durum aynen devam etmiş, nihayet Doğu Gök-Türk devleti Çin'e yıllık vergiye bağlanmıştı.



580 yılında Çin'de önemli bir hadise meydana geldi, Han hanedanının (m.ö. 206-m.s. 25-220) yıkılışından yaklaşık 360 yıl sonra Çin siyasî olarak birleştirildi. Bunu da Gök-Türklerin en büyük rakibi ve komşusu Sui hanedanı gerçekleştirdi. Güneydeki Ch'en devleti, bu hanedan tarafından ortadan kaldırıldı. Neticede bir birlik haline gelen bütün Çin ülkesine Sui hanedanı tamamen hakim oluyordu. Bu savaşlar sırasında Sui hanedanının bazı devlet adamları Gök-Türk ordusundan faydalanmayı teklif etmişlerdi . Fakat, imparator Wen, Gök - Türklerin Çin'in güneyindeki dağları dereleri bilmediğini ileri sürerek kabul etmedi. Kendi devleti menfaatleri açısından çok faydalı olan bu teklife karşı çıkmasını, Gök-Türklerin yağma yapacağı endişesi taşımasına bağlıyoruz.


Çin tesirine girmiş olan Doğu Gök -Türk devleti hakkında 589 ve takip eden yıllarda fazla bilgi bulunmamaktadır . Bu bir bakıma pasifize olmuş, Tou-lan Kağanın Çin'e karşı her hangi bir teşebbüse geçmediğinin göstermektedir. Sadece 591 yılının nisan ayında Çin'e elçi göndererek yedi adet kıymetli kâse sunmuş idi . Tou-lan iki ay sonra haziranda bir tegini elçi olarak Çin'e gönderdi. Ertesi yıl bir elçi daha gönderdi.


Çin'de Ch'en hanedanının yıkılıp, hakimiyetin tamamen Suilere geçmesiyle birlikte, bazı muhalifler kaçıp Gök- Türklere giderek Ta-i prensesin yanına sığındılar. Aslen Chou hanedanınından gelen ve nihayet Tou-lan Kağanla da evlenmiş olan Ta-i, eski adıyla Chien - chin prenses, kendisinin mensup olduğu Yü Wen ailesini araştırıp ve Sui hanedanı aleyhine gizli faaliyetlerde bulunuyordu. Ancak Sui imparatoru bunu duydu ve Gök-Türklere gönderdiği hediyelerin miktarını azalttı. Diğer taraftan Çin'den bazı bölgelerin dükleri de (P'eng dükü Liu Ch'ang vb.) Chou asıllı bu prensesi desteklemeye başladı. Başka bir muhalif Yang Chin de, Sui ordularına mağlup olarak, Gök-Türklere sığınmak zorunda kaldı. Bu şahıs Özellikle Liu Ch'angi tahrik ederek Sui hanedanına karşı harekete geçirmek istiyordu. Neticede Doğu Gök-Türk devleti topraklarında Sui hanedanı aleyhine bir ittifak kuruldu. Bu muhaliflerin başında da Tou - lanin hatunu Ta-i prenses geçmişti.



Doğu Gök-Türk devleti tarihi açısından gelişen bu hadiselerin ayrı bir önemi vardır. Bu önem "Tou-lanin da onların fikrine katılması, neticede Çin'e yolladığı yıllık vergiyi kesmesi ve onun sınırlarına bir çok defa saldırıda bulunmasıdır. 585 yılında Çin'in üstünlüğünü tanıyan Doğu Gök-Türk devleti daha sonra iyice pasifıze olmuş, yıllık vergiye dahi bağlanmıştı. Ancak, bu durumu fazla sürdürmeyen Tou-lan, bu olayı fırsat bilerek, önce vergiyi kestiği gibi Çin'e akınlara dahi başladı.


Gök-Türklerle olan ilişkilerinde vaziyetin Sui aleyhine dönmesi üzerine, imparator Wen, harekete geçerek Ch'ang Sun-shengi casusluk yapmak üzere tekrar Gök-Türk ülkesine yolladı. Bu casus Otüken'e vardığında eskiden gördüğü ilgiyi göremedi . Kağanın hatunu Ta-i prenses, ona kötü sözler söyleyip hakaret etti. Kendisine destek arama çalışmalarını devam ettiren prenses, o sırada Doğu Gök-Türk merkezinde bulunan Soğd'lu An-Sui-chia'yı Yang Chin ile işbirliğini geliştirmek için kullanıyordu. Bu şekilde ortak planlar yaparak Tou - lani etkiliyorlardı. Bununla birlikte A–po nun neslinden gelen Ni-li Tegin ile de irtibat kurmuş, onu da kendi tarafına çekmişti.




Durumu iyice tetkik eden casus Ch'ang Sun-sheng, Sui imparatorluğu merkezine geri dönerek, gördüklerini ve duyduklarını imparatora rapor etti. imparator Wen, bu sefer Ch'ang Sun-shengi elçi sıfatıyla Tou-lan Kağan'a gönderdi . Elçi durumu kağana açıklayacak ve de onu etkileyecek idi . Ancak, Tou-lan, Ch'ang Sun-sheng ile hiç ilgilenmeyerek, "biz misafirleri ülkemizde renklerine bakmadan değerlendiririz" dedi ve hiç yüzüne bakmayarak, muhatap olmadı.



Tou-lan Kagan'dan hiç yüz bulamayan, Çinli casus-elçi çareyi Gök-Türk devleti meclisi üyelerinden (Toygun,ta-kuan) birine rüşvet vermekte buldu. Rüşveti alan toygun gece toplantı halinde prenses ve müttefiklerini yakalayıp, Tou-lan'a gösterdi. Dolayısıyla prensesin çevirdiği bütün gizli işler açığa çıkınca, diğer devlet adamlarının hepsi, bu durumla alay ettiler. Çok utanan Tou-lan önce An-sui-chia ve adamlarını hapse attırdı. Bunu ortaya çıkardığı için Ch'ang Sun-sheng'a mükafatlar verdi. Bu sayede düştüğü zor durumdan kendini kurtarmak istiyordu. Yang Ch'in de tutuklanmıştı. Tou-lan, ayrıca imparator Wen'a balık tutkalı ve su kestanesi renginde bez gönderdi.



Elçi dönüşünde faaliyetinden çok memnun kalan imparator tarafından üç makam daha terfi ettirilmek suretiyle ödüllendirildi. Tekrar Tou-lan Kağan'a Ta-i prensesin unvanının kaldırıldığını bildirmek ve prensesin öldürülmesi için gönderildi. Tou-lan Kağanın kızmasını önlemek maksadıyla ise dört güzel cariye, dûklerden Niu Hung ile yola çıkarılmıştı. Bu arada saray içi bakanlarından P'ei Chü, söz konusu prensesin Tou-lan Kağan'a öldürtülmesini teklif etmişti.


Doğu Gök-Türk ülkesinde Sui hanedanı aleyhine gelişen bu tehlike ortadan kalktığı sıralarda, ülke içinde başka hadiseler de cereyan ediyordu. Tou-lan Kağanın kardeşi olup gittikçe kuvvetlenen Ch'in-yü Şad, bir tehlike durumuna gelmişti. Onun aleyhine kuvvetlenmesinden endişelenen Tou-lan, üzerine yürüyüp, yaptığı savaşta kardeşini öldürdü . Aynı yıl annesinin kardeşi Ju-tan Tegin'i gönderip Ho-ten'in yeşim taşlı asalarından sundu. Çin'e geldikten sonra bu tegine K'ang-kuo düklüğü ve de Shang-chu-kuo unvanı verildi. Bunu takip eden yılda da Gök-Türklere mensup boyların büyük adamları beraberce elçi göndererek, Çin'e on bin baş at, yirmi bin koyun, beş yüz deve ve beş yüz baş sığır sundular. Bunu takiben bir elçi daha gönderen bu boylar, Çin sınırında pazar kurmayı ve de Çin ile ticaret yapmayı teklif ettiler. Sui imparatoru Wen, onların isteklerini kabul ettiğini bildiren bir ferman yayınladı. Bu sayede Gök-Türk devletinin kuruluşundan beri A-shih-na soyuna mensup olmayan diğer boylar ilk defa Çin ile siyasî temas kuruyorlardı. Bu durum ileri de Çin'in çok işine yarayacak ve bu boyları kullanarak avantajlar elde edecektir. 593 yılında yukarıda belirtiğimiz hadiseler meydana gelirken, Doğu Gök-Türk devletini tekrar felakete sürükleyecek bir başka olay oluyordu. T'u-li Kağan unvanını almış olan Baga Kağanın oğlu Jan-kan kuzey taraflarda yani Baykal Gölü'nün civarında hüküm sürüyordu. Çin'e elçi göndermiş ve siyasî münasebet tesis etmek arzusu taşıdığının bildirmişti. Bu şekilde müstakil olduğunu ispat etmeye uğraşıyordu. Çin'den bir isteği daha vardı; o da evlilik yoluyla müttefik olmak idi.





Beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan bu yeni durumdan çinliler yine kurnaz bir şekilde faydalanmak istediler. İleri gelen Sui devlet adamlarından P'ei Chü, imparatorundan aldığı emirler uyarınca T'u-li'nin elçisine "eğer Ta-i prensesi öldürürse evlilik işinin gerçekleşeceğini" söyledi. Bunu haber alan T'u-li, Tou-lan Kağan aleyhinde muhteviyatını ögrenemedigimiz iftiralar attı. Hatta onu suçladı. Neticede çok kızan Tou-lan, Ta-i prensesi çadırında öldürttü . Arkasından Çin'e elçi göndererek, yeni bir prensesle evlenmek istediğini bildirdi. Tou-lan Kağanın teklifi Çin sarayında müzakere edilirken, devreye giren Ch'ang Sun-sheng fikirlerini sıraladı. Onun müşahadesine göre: Tou-lan güvenilir değildi ve tekrar Çin'e karşı harekete geçebilirdi. Tardu ile de arasında anlaşmazlık olduğunu, onun devletini de kendisine bağlamak niyetini taşıdığını, Çin ile evlilik yoluyla müttefik olsa bile, sonuçta yine saldıracağını" belirtip, prensesle evlenirse Sui ile yakınlaşıp güçleneceğini, Tardu ve T'u-li'nin onun gücünü kabul eımek zorunda kalacağını bu sebeple güçlenip, Çin'i istilâ edeceğini diğer taraftan T'u-li'nin saygılı olduğunu, hem daha önce evlilik işi için müracaat ettiğini, ayrıca kolayca güneye çekilip etki altına alınabileceğini ve Tou-lanin yaratacağı tehlikelere karşı kullanılabileceğini, icabında Çini dahi savunacağını" söyleyerek vaziyeti izah etti. İmparator Wen, onun bu planından ve açıklamalarından pek memnun oldu. Onu T'u-li'ye elçi olarak gönderdiği gibi prenses Shangin da yollanmasını kabul etti.



Tou-lan Kağan eski büyük Gök-Türk devletini yeniden kurmak gayesi taşıyordu. Buna engel olan kuvvet de Batı Gök-Türk kağanı Tardu idi . 582 yılından beri müstakil olarak kağanlığını sürdüren Tardu bunda epey başarılı idi. Tou-lan ve Tardu aralarında defalarca savaştılar. Bu çarpışmalar sona ermeyince devreye giren Sui imparatoru her ikisi arasında mahiyeti bilinemeyen bir anlaşma yaptırdı. Daha sonra iki kağan da askerleriyle kendi bölgelerine döndü .



a - Ch'i-min'İn Siyasî Güç Olarak Ortaya Çıkması:


597 yılında T'u-li'nin Çin'e elçi gönderdiğini ve bir Sui prensesiyle evlenmek istediğinden yukarıda bahsetmiştik. Gök-Türk ülkesini parçalamayı kendisine gaye edinen Çin imparatoru, derhal bu teklifi kabul etti. Harem işleri müdürüne hanedan ailesinden bir kıza alu merasim (liu-li)yi öğretmesini emretti. Seçilen bu prensese An - i unvanı verilmişti. Sui imparatorunun esas niyeti Tou-lan Kagani Gök-Türk ülkesinden saf dışı etmek idi. Bundan dolayı T'u-li'nin elçisine çok fazla hürmet gösterilen bu tören düzenlendi. Bu şekilde T'u-li'ye daha değer verildiği gösterilmek istenmişti.



Bununla birlikte imparator Wen, Tou - lanin kuvvetinden çok çekiniyordu. Onun kızgınlığını yatıştırmak için de Niu Hung, Su Wei ve Hu-Iü Hsiao-ch'ing birbiri ardına elçilik heyetleriyle Tou-lan Kaganin yanma gönderildi . Tou-lan Kagann Su Wei evlilik yolu ile müttefik olmak konusunda anlaştılar. Zaten arkasından Tou-lan Kağan, üçyüz-yetmiş elçilik heyetini Çin sarayına yollamışur. Bu bir bakıma aynı sıralarda Doğu Gök-Türk-Sui münasebetlerinin resmî olarak devam ettiğini göstermektedir. Kuzey taraflarından oturan ve halâ reis durumunda olan T'u-li, An-i prenses ile evlendi. Casus elçi Ch'ang Sun-sheng, bu sırada onun yanında idi. Ona çok zengin Çin hediyeleri sunarak, güneye hareket edip Otüken'i ele geçirmesini ve Doğu Gök-Türk devletinin kağanı olması yolunda teşvikler yapıyordu. Bu gelişmelerden haberdar olan Tou-lan çok kızdı. Çin'e gönderdiği hediyeleri kesti; kendisinin büyük kağan olduğunu, T'u-li gibi olmadığını söyleyerek, Çin'e karşı fevkalâde büyük bir saldırıya hazırlandı. Onun bu niyetini öğrenen T'u-li, Çin adına casusluk yaparak acele adam gönderip, saldırıyı bildirdi. Zamanında Gök-Türk akınlarının düzenleneceğini haber alan Çinliler, sınır garnizonlarında hazırlıklar yaptılar. Ertesi yıl(598) Tu eyaleti prensi Hsiu, Ling garnizonuna, onunla savaşmak için çıktı. Tou-lan Kagan'ın harekât yolları üzerinde vaktinden önce gerekli müdafaa tedbirleri alındığı için, Gök-Türkler bu akınlarda fazla başarılı olamadı.





T'u-li- Sui işbirliğine karşı Çin'i cezalandırmaya kararlı görünen Tou-lan Ka­ ğan, 599 yılında tekrar harekete geçti. Nisan ayında gelişen bu akınların hedefi Ta-t'ung kalesi idi . Ancak, T'u-li yine Çin adına casusluk yaparak, akın yolunu Suİ İmparatoruna bildirdi. İlerleyen Gök-Türk ordularına karşı altı Çin kumandanı savunma yapmak için gönderildi . Baş kumandanları ise Han bölgesi prensi Liang idi. Kuzey sınırlarda uzun bir savunma hattı meydana getirilmişti. Fakat, Çinli baş kumandan Liang, savaşmaya yanaşmadı. Bunu Gök - Türk kuvvetleriyle karşılaşmaktan çekindi diye yorumlamak mümkündür . Çünkü akabinde Tou-lan çok daha fazla avantajlar elde edecekti.


Kendisine karşı hazırlanan Çin ordusunun duraklamasından faydalanan Tou - lan, Batı Gök-Türk kağanı Tardu ile ittifak yaptı. Ordularını birleştirdiler. Müttefik ordu Işbara Kağan zamanından beri Gök-Türk devletine ve milletine devamlı ihanet eden T'u-li'yi cezalandırmak üzere harekete geçti. Çin şeddinin kuzeyinde bir yerde hücuma uğrayan T'u-li ve çinli danışmanı Ch'ang Sun-sheng ağır bir mağlubiyet aldı. T'u-li'nin ağabey, kardeş ve yeğenlerini yakalayan Tou-lan, bunları öldürdü. Arkasından Sarı Irmağı geçen Tardu ve Tou - lanin kuvvetleri Wei eyaletine kadar girdi. Mağlup T'u-li'ye bağlı bütün boylar dağılmışlardı. Yalnız kalan T'u-li, yanında Ch'ang Sun-sheng ile beraber beş süvariyle birlikte güneye doğru kaçtılar. Gece yapılan bu kaçış sabaha kadar sürerken, bir kaç yüz süvari toplamayı başardılar. Yüz li(5V,6 km.)lİk bir mesafeyi yürüyerek aşmışlardı. T'u-li ve yanındakiler mağlubiyetlerinden dolayı Çin imparatorunun tepkisinden korkuyorlardı. Tardu-'ya sığındıkları takdirde hayatlarının kurtulma imkânı olacağını düşünüyorlardı . Bu durumu sezen Ch'ang Sun-sheng, bir plan hazırladı. Gizlice Fu-yüan garnizonuna adam göndererek, kalenin yükseklerinde işaret ateşi yaktırdı. Birden bire kaleden dört ateşin yükseldiğini gören T'u-li bunun sebebini çinliye sordu. Ch'ang Sun-sheng cevap olarak kalenin yüksek ve sarp bir yerde olduğunu, Çin usulüne göre uzaktan düşmanlar geldiğinde iki İşaret ateşi, sayıları çok ise üç işaret ateşi, eğer büyük bir kuşatma var ise dört işaret ateşi yakıldığını söyleyip, arkalarından gelen askerlerin kaleye yakın olduklarını ve her taraftan sardıklarını belirtti. Bunun üzerine endişelenen T'u-li, yanındakilerin kaleye girmelerini emretti. Neticede kurnaz Ch'ang Sun-sheng, kolay bir şekilde T'u-li ve beraberindekileri kaleye sokmuş idi.





Kaleye sığındıktan sonra Ch'ang Sun-sheng, T'u-li'nin toygunu Chth-shih'yı Gök-Türk süvarilerinin başında kumandan olarak bıraktıktan sonra T'u-li'yi yanına alarak, hızla başkent Ch'ang-an'a doğru harekete geçti. Haziran ayında sarayda imparatorun huzuruna çıkabildiler. Bu hareketinden dolayı mükafat olarak Hsün-wei Piao-ch'i generalliği unvanını tevcih etti. Üstelik Çin'e sığınan Gök-Türkleri gözetme görevi de tevdi edilmişti.


Çin imparatoru, kuzeyde hızla gelişen GÖk-Türk hücumlarını durdurmanın zor olduğunu anlamıştı. Bu sebepten o sırada Çin sarayına gelen Tou - lanin elçisi Yın-t'ou Tegin ile T'u-li'nin kendi aralarında anlaşmaların istedi. T'u-li durumu çok iyi anlatınca, Çin imparatoru, ona çok derin hürmet gösterip, hediye sunmakta gayet cömert davrandı.

 


 



Bu arada Tou-lan Kaganin kardeşi Yü-su-lu karısı ve oğullarını bırakarak gelmişti. Çin'e gidip sığındı. İmparator, Bu şahıs Yü-su-lu ile T'u-li'nin zar oyunu oynamalarını emretti. Bu kumar oyunu neticesinde Yü-su-lu bütün değerli eşyalarını kaybetti. Hiç bir şeyi kalmayınca Yü-su-lu, Çin imparatoruna bağlılığını bildirmek zorunda kaldı. 



Aynı sıralarda (haziran ayı) sınırlara yığılmış olan Çin kirveden harekete geçti. Kao Kung'un idaresindeki kumandanlardan Chao Chung-ch'ing, üç bin askerle öncü kuvvet olarak yürüyüşe geçti. Tsu-li dağına ulaştığında az sayıda Gök-Türk kuvvetleriyle karşılaştı. Yedi gün durmadan savaşıldı. Mağlup olan Gök-Türkler geri Ch'i-fu-po'ya çekildiler. Burada takip eden Çin ordusu tarafından tekrar mağlup edildiler ve binden fazla esir verdiler. On binden fazla sürü hayvanları Çinlilerin eline geçti. Gök-Türk ordusu kendisini toparladı ve Chao Chung-ch'ing'e karşı büyük bir hücum başlattı. Dört gün süren yeni savaşta Çİn ordusu tam yenilmek üzere iken Kao Kung'un takviye kuvvet olarak yetİşmesiyle durum tersine döndü. Tekrar mağlup olan GÖk-Türk kuvvetleri geri çekildi. Çin ordusu onları Pai-tao'-daki Ch'in-shan'a kadar takip etti. Ancak Çin sınırlarına ulaşıldığında Çin ordusu dışarı çıkmaya cesaret edemedi ve geri döndü. Bu savaşlar esnasında on binden fazla Gök-Türk askeri Çin'e teslim olmak zorunda kalmıştı. Wo-ye'de Tardu ile karşılaşan Çinli harekât orduları baş kumandanı Tuan Wen-chen , onu mağlup etti.



b - Tardu-Yang Su Savaşı:


Yang Su'nun başkumandanlığı altında kalabalık bir Çin Ordusu Tardu'yla savaşmak üzere yola çıktı. Tou-lan-Tardu ittifakında Batı Gök-Türk kağanı olmasına rağmen, Tardu'nun ön planda olduğu görülmektedir. Yang Su, Tardu'nun akınlarını ilk anda durdurduğu için Çin imparatorundan iki bin top ipek ve yüz chin sarı altın mükâfat aldı. Bu orduda bulunan bütün kumandanlar. Gök-Türklerin aniden kaçıp giden süvarileri için bir plan yaptı. Bu plana göre savaş arabaları ve süvariler birlikte hareket edecekti. Neticede geyik boynuzu gibi düzenlenen savaş arabalarının ortasında süvariler yer aldı. Kaynakların ifadesi ile geyik boynuzu gibi oldular. Çin ordusunun baş kumandanı Yang Su, bundan tatmin olmamıştı. Bu savaşın zor bir yola benzediğini, ayakla yürüyerek kazanılamayacağını ileri sürdü. Diğer kumandanlar da buna katıldılar ve bütün orduyu süvari şeklinde hazırladılar. Çin ordusunun bu şekilde düzenlendiğini duyan Tardu, çok memun oldu. Sevincinden atından inip, eğilerek, göğü selâmladı; "bu bana Tanrının bir lütfü" dedi. Yüz binden fazla hafif süvariyle onların karşısına çıktı. Gök-Türk ordusunun vaziyetini yakından takip eden çinli kumandanlardan Chou Lou-hou, baş kumandanına "Tardu'nun ordusunun hazırlıklarını henüz tamamlamadığını, bunu fırsat bilerek hemen savaşın başlatılmasını" ileri sürdü. Onun bu teklifi derhal kabul edilip, çinli süvariler hücuma geçti. Onları Yang Su takip etti. Beklenmedik bir saldırıya maruz kalan Tardu'nun ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Savaş alanında ağır yaralanan Tardu, kaçmayı başardı. Çarpışmalarda ölenlerin sayısı sayılmayacak kadar çoktu. Arta kalan Gök - Türkler büyük bir üzüntü içinde savaş meydanını terketti. Ağustos ayında Tou-lan üzerine sürpriz bir hücum yapan Kao Kung, Pai-tao mıntıkası tarafından Gobi Çölü'nün kuzeyine çıkarak, yeni savaşlar yapmak istiyordu ise de Çin sarayında bazı vezirlerin onun aleyhinde imparatora konuşmaları üzerine ülkesine geri döndü.



Ahmet Taşağıl'ın Göktürkler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Boyabat / Sinop

 


Halfeti / Şanlı Urfa

 


Kuzey Amerika'daki Avrupa Yerleşimleri

 


Kuzey Amerika'daki ilk ingiliz kolonisi 1607 yılında Jamestown, Virginia'da kuruldu. ("Jamestown" adı ingiltere Kralı I. James ve Virjinya adı Kraliçe I.Elizabeth onuruna verilmiştir. Bu isimleri bölgeye veren 1584 yılında burada koloniler kurmak isteyen ama başarısız olan Walter Raleigh'dir).

Kolonilerde yaşam çok riskliydi. Burada yaşayanların %80'inden fazlası 1609-1610 yıllarının kışlarında hayatlarını kaybetmişlerdi. Amerikan yerlisi olan Powhatanlar başlarda yeni yerleşimcilerle yiyeceklerini paylaştılar. Ne var ki aralarındaki ilişkilere zamanla güvensizlik hakim oldu. Virginia'daki yerleşim giderek artan bir biçimde tütün tarımına dayanıyordu. Başlarda sözleşmeyle bağlanmış hizmetçiler,   daha   sonraları,    1619' dan    itibaren,   Afrikalı    köleleri tarımda çalıştırdılar.

1620  yılında  şimdi  Massachusetts  olan  Plymouth'a  Mayflower isimli  yolcu  gemisiyle   gelmiş   Protestan   ayrılıkçılar   yerleştiler. Koşullar son derece ağırdı. Yine de yerleşimcilerin yarısına yakını yerlilerin desteğiyle ilk kışı atlatmayı başarabildiler. 1629' da daha fazla ingiliz Puriten bölgeye geldi. Koloni gelişiyordu.

1623 ile 1732 yılları arasında Amerika'nın doğu kıyısında New Hampshire ' dan Güney Carolina' ya kadar bir dizi yeni koloni kuruldu.

17.yüzyılda farklı Avrupa  uluslarından  yerleşimciler  de  gelmeye başladılar. Bunların arasında 1624 yılında bir koloni kuran Hollandalılar da bulunuyordu. Bugün ''New York" sınırları içerisinde yer alan kolonilerine New Netherland başkenti New Amsterdam adını  verdiler. 1638 yılında isveçliler Delaware'e yerleştiler. Her iki koloni de   1660' larda   ingilizlerin   eline   geçti.   Almanlar   Pensilvanya   ve Georgia'ya     yerleştiler.     Aralarında     iskandinavların,     isveçlilerin ,  irlandalıların, italyanların ve Fransızların da bulunduğu çeşitli ulusların üyeleri yerleşimlere kültürel çeşitlilik kazandırdılar. Bu süreçte gemilerle Batı Afrika sahilinden köleler taşınmaya devam ediyordu. 


Alıntıdır.

DÎNİ SÖZLÜK “A”

  

 

 

ÂMİN:

 

Kabûl et mânâsına, duâ sonunda söylenen söz.

 

Her kim namazdan sonra imâm ile duâ edip, âmin derse, âmin kelimesinin harfleri dörttür, her harfine bin melek nâzil olur (iner). Bunlar tâ kıyâmet gününe kadar bu kimse için duâ ederler. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ül-Cenne)

 

Allah'ım! Bize, yeterli rızık, bedenimize sıhhat, ölümden önce tövbe etmek, ölürken rahatlık, ölümden sonra mağfiret (bağışlanmak) ve ateşten kurtuluş, Cennet'e girmek, dünyâ ve âhirette âfiyet nasîb eyle! Âmin. (Kitâb-üs-Salât)

 

Bir kimse elindeki kat'î (kesin) haram olan maldan sadaka verse ve sevâb umsa, alan fakir de haram olduğunu bilerek verene Allah râzı olsun dese, veren veya başka bir kimse âmin dese hepsi küfre girer. (Ahî Yûsuf Çelebi)

 

Cemâatle namaz kılarken imâm (Veled-dâllîn) deyince, imâm ve cemâatin ve yalnız kılanın, kendisi Fâtiha-i şerîfeyi bitirdikte, yavaşça (âmîn) demeleri sünnetdir. (Halebîy-i Sagîr)


AN'ANE:

 

Âdet, örf.

 

ANÂSIR-IERBE'A:

 

Dört temel unsur. Maddelerin asıllarını teşkil ettiği kabûl edilen dört unsur; toprak, su, hava, ateş.

 

Allahü teâlâ mahlûkları, anâsır-ı erbe'adan yarattı. (Abdullah bin Abbâs)

 

İnsan bedeni, anâsır-ı erbe'adan meydana gelmiştir. Onların herbirinin kendilerine has bir özelliği olup, insanların tabiatı ve mizâcı üzerinde tesirleri vardır. Meselâ ateş; isyân ve kibre; toprak, alçaklık ve tevâzuya; havâ, arzu ve isteğe yol açar. (İmâm-ı Rabbânî)

 

AND:

 

Allahü teâlânın ismini anarak söz verme, ahd.

 

ANGLİKANİZM:

 

İngiltere kralı Sekizinci Henry'nin kurduğu hıristiyanlık mezhebi.

 

Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği Îsevîlik zamanla bozuldu. Hazret-i Îsâ'nın telkîn ettiği insanlık, merhamet, şefkat esasları tamâmen unutuldu. Bunun yerine; taassub, kin, nefret, düşmanlık ve zulüm hâkim oldu. Engizisyon mahkemeleri kurularak yüz binlerce insan haksız yere işkence ile öldürüldü. Nihâyet bu gidişe hıristiyanlar içinden isyân edenler çıktı. Luther ismindeki papas gibi İngiltere kralı Sekizinci Henry de papaya isyân ederek, Katolik kilisesiyle alâkasını kesip, protestanlık esâsına ugun anglikan kilisesini kurdu. Böylece Anglikanizm mezhebi meydana geldi ve İngiltere'nin resmî dîni oldu. Protestanlık mezhebinin temel inanışlarına bağlı olan Anglikanizm kilisesi, ilk zamanlar bilhassa katolikleri sindirmek için sert tedbirlere başvurduysa da son zamanlarda katolikler ve ortodokslarla diyalog kurulması fikrini benimsedi. (Herkese Lâzım Olan Îmân)

 

ANKEBÛT SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin yirmi dokuzuncu sûresi.

 

Ankebût sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Altmış dokuz âyet-i kerîmedir. Sûrede; putlara ve diğer güçsüz varlıklara tapanların hâlleri, onların dünyâlık elde etmek için kurdukları tuzak ve gayretleri, ankebût denilen örümceklerin pek zayıf olan ağına benzetildiğinden, Ankebût kelimesi, bu sûreye isim olmuştur. Sûrede, mü'minlerin (inananların) Allah yolunda bâzı sıkıntılara uğrayacaklarına, bunun, kendileri için dünyâ ve âhirete âit fâidelere vesîle olacağına işâret olunmakta, bâzı peygamberlerin kıssaları kısaca anlatılarak, onların Allah yolundaki fedâkarlıkları ve netîcede muvaffak oldukları gözler önüne konulmakta, Kur'ân-ı kerîmin büyük bir mûcize olduğu ve insanlık için fazîlet vesîlesi olduğu beyân edilmekte, İslâmiyet'e cephe alanların acı sonları bildirilmekte, müslümanların, âhirette ebedî nîmetlere kavuşacakları müjdelenmekte, Allah yolunda çalışanların emeklerinin boşa gitmeyeceği, büyük mükâfatlara nâil olacakları ve daha başka hususlar bildirilmektedir.

 

Ankebût sûresindeki bâzı âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:

 

(Habîbim) Namaz ı vaktinde şartlarını yerine getirerek kıl. Çünkü namaz insanı, aklın ve dînin beğenmediği ve yasaklanan her şeyden men eder, alıkor. (Âyet-45)

 

Müşrikler, ne olur rabbinden (Muhammed'e (aleyhisselâm) nübüvvetine delâlet eden Îsâ aleyhisselâmın sofrası, Mûsâ aleyhisselâmın asâsı gibi) mu'cizeler indirilmiş olsaydı dediler.(Ey Habîbim!) Sen onlara de ki, mu'cizeler, Allahü teâlânın kudreti ve irâdesi ile olur. (Ne zaman ve nasıl isterse öyle yaratır. Bunları yapmak benim elimde değildir.) Doğrusu ben ancak O'nun azâbını size tebliğ edici, haber vericiyim. Kur'ân gibi bir kitâbı sana indirmiş


olmamız, onlara (mu'cize olarak) yetmez mi?Bunda, inanan kavm için, rahmet ve nasîhat vardır. (Âyet: 50-51)

 

Her canlı, ölümün tadını tadacaktır. (Âyet: 57)

 

AR:

 

Utanma.

 

ARAB:

 

Güzel. Nûh aleyhisselâmın Sâm adlı oğlunun soyundan gelenler.

 

Allah katında en kıymetliniz, takvâsı çok olanınızdır. Arabın Arab olmayana bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak) iledir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

 

Arablar beyaz, buğday benizli olur. Bilhassa Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sülâlesi beyaz ve çok güzeldi. Resûlullah'ın babası Abdullah'ın güzelliği Mısır'a kadar şöhret bulmuştu ve alnındaki nûrdan dolayı, iki yüze yakın kız evlenmek için Mekke'ye gelmişti. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

 

ARABÎ AYLAR:

 

Hicrî senenin on iki ayı. Hicrî takvimde kullanılan Arabî ayların adları sırasıyla şunlardır: 1. Muharrem, 2. Safer, 3. Rebî'ul-evvel, 4. Rebî'ul-âhir, 5. Cemâzil-evvel, 6. Cemâzil-âhir, 7. Receb, 8. Şa'bân, 9. Ramazan, 10. Şevvâl, 11. Zilka'de, 12. Zilhicce.

 

ARABÎ SENE:

 

Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medîne'ye hicret ettiği mîlâdî 622 senesinden başlayan kamerî veya şemsî sene.

 

A'RÂF:

 

Cennet ile Cehennem arasında yer alan ve birinin te'sirinin diğerine geçmesine mâni olan sûrun (engelin) yüksek kısımları.

 

A'râf Eshâbı (Ehli):

 

A'râf denilen yerde bulunanlar.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

A'râf üzerinde bir takım kimseler vardır ki, onlar Cennet ehlini (mü'minleri) yüzlerinin beyazlığı ile, Cehennem ehlini, yüzlerinin siyahlığı ile tanırlar. Henüz Cennete girmemişler fakat oraya girmeyi şiddetle arzu ederler. Cennet ehline selâmün aleyküm diye seslenirler. Gözleri Cehennemliklere çevrildiği zaman; "Ey Rabbimiz! Bizi zâlimler (kâfirler) ile berâber (Cehennem'e) koyma" derler. A'râf eshâbı (ehli), yüzlerinin (karalığından) tanıdıkları kâfirlerin ileri gelenlerine; "(Dünyâda iken malca ve evlatça ve yardımcılar bakımından) çokluğunuz (hak söze yâhut halka karşı yaptığınız) kibriniz (büyüklenmeniz) size fayda vermedi" (diye) seslenirler. (A'râf sûresi: 46-48)

 

A'râf ehlinin kimler olduğu hakkında değişik rivâyetler vardır. Bunlardan birisi şöyledir: A'râf ehli, sevâbları ile günâhları eşit olup, iyilikleri Cehennem'e girmelerine mâni olan, fakat Cennet'e girmelerine de yetmeyen mü'minlerdir. Sonra Allahü teâlânın ihsânı ile Cennet'e girerler. Cennet'e en son girecek olanlar bunlardır. (Senâullah Dehlevî)

 

A'râf Sûresi:

 

Kur'ân-ı kerîmin yedinci sûresi.

 

A'râf sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). 206 âyet-i kerîmedir. 46'dan 50'ye kadar olan âyet-i kerîmelerde A'râf'da bulunanlardan bahsedildiği için, sûre A'râf adını


almıştır. Sûrede, îtikâda ve diğer dînî hükümlere âit bir çok esas bildirilmekte, bâzı peygamberlerin kıssaları, ümmetlerinin halleri geniş olarak anlatılmaktadır. (Fahreddîn-i Râzî).

 

A'râf sûresinde meâlen buyruldu ki:

 

Allahü teâlâ rüzgârı, rahmeti olan yağmurdan önce müjdeci gönderir. Rüzgârlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırırız. O yağmurla yerden meyveler çıkarırız. Ölüleri de mezârlarından böyle çıkaracağız. Umulur ki, düşünüp ibret alırsınız. (Âyet: 57)

 

Rabbinizden size indirilen (Kur'ân-ı kerîm)e uyun. O'ndan başkasını (insan ve cinden sizi doğru yoldan saptıracak kimseleri) dost edinmeyin. (Arâf: 3)

 

ARAFÂT:

 

Mekke-i mükerreme şehrinin yirmi beş kilometre güneydoğusunda bulunan ve haccın farzlarından biri olan vakfenin yapıldığı mübârek yerin adı.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

(Hac mevsiminde ticâretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günâh yoktur. Arafât'tan (döndüğünüzde) Meş'ar-i Haram'ın yanında(tehlîl ve telbiye ile) Allah'ı zikredin, anın. O, size nasıl hidâyet ettiyse, siz de O'nu öylece anın... (Bekara sûresi: 198)

 

Arefe günü Allahü teâlâ Arafât'ta vakfe yapanlardan râzı olur. Sonra onlarla meleklere karşı iftihâr ederek; "Bunlar ne isterler ki işlerini bırakıp burada toplandılar" der. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

 

Haccın farzlarından biri de arefe günü Arafât'ın (Vâdî-yi Ürene) denilen yerinden başka her hangi bir yerinde, öğle ve ikindi namazlarından sonra bir miktar vakfeye durmaktır. Arefe günü veya gecesi Arafât'ta bulunmayan veya Arafât'tan geçmeyen hacı olmaz. (İbn-i Âbidîn-Mevkûfât)

 

Sevgili Peygamberimiz vefâtına yakın meşhur vedâ hutbesini Arafat'ta okudu. Âdem aleyhisselâm ile Havva vâlidemiz Cennet'ten ayrılıp yeryüzüne indirilince Arafat'ta buluştular. Bir rivâyete göre buraya bu yüzden buluşup, tanışmak mânâsına Arafat denmiştir. (Zerkânî)

 

Arafât dağıdır bizim dağımız,

 

Orada kabûl olur duâlarımız.

Medîne'de yatar Peygamberimiz,

 

Yâ Muhammed cânım arzular seni.

 

(Yûnus Emre)

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak