4 Haziran 2022 Cumartesi

HİTİTLER'DE ŞUPPİLULİUMA'NIN ÖNCESİ VE SONRASI

 


Arnuwanda ve Aşmunikal’den sonra Hitit tahtına oturan ve Büyük İmparatorluğun ilk güçlü kralı olarak tanıdığımız Şuppiluliuma’nın egemenlik döneminin öncesi Hitit tarihinin belge açısından kısır ve bu yüzden de üzerinde hala tartışmalar olan bir kesitidir. İÖ 1380’lerde başa geçtiği anlaşılan Şuppiluliuma’nın özellikle askeri alandaki faaliyetleri, oğlu ve halefi 2. Murşili tarafından ayrıntılı bir biçimde kaleme alınmış olmasına karşın Murşili, dedesinin adını hiçbir yerde vermemiştir. Ancak, yine babasının döneminde başlayıp, 20 yıldır süregelen bir veba salgınına karşı tanrılara yakardığı bir dua metninde, Murşili, babası Şuppiluliuma’nın Hitit Krallığı’nı Genç Tuthaliya adlı bir kraldan zorla ele geçirdiğini anlatmaktadır. Diğer yandan bir başka belge üzerinde kırık bölümlerinin tamamlanması ile Şuppiluliuma’dan önce bir 2. Hattuşili’nin varlığı daha ortaya çıkmaktadır. Ancak yapılan tamamlamanın doğru olup olmadığı başka belgeler yardımıyla kontrol edilemediği için, sözünü ettiğimiz kırıklı tablet, bu kralın gerçekten varolduğu ya da yok sayılması ile ilgili yorumların çatışmasına neden olmaktadır. Bu kral gerçekten varsa, acaba 2. Tuthaliya’dan önce mi başa geçmiştir? Kesin olarak bilinen şey, Şuppiluliuma’nın 3. Tuthaliya olarak da kabul edebileceğimiz Genç Tuthaliya’dan tahtı zorla almış olmasıdır. Öyleyse, bu Tuthaliya kimdir? Acaba bu Tuthaliya ile, Arnuwanda-Aşmunikal zamanındaki toprak bağışı belgelerinde adı geçen tuhkanti unvanlı Tuthaliya aynı mıdır? Bir belgede Tuthaliya’nın oğlunun oğlu Tuthaliya biçimindeki bir anlatım bulunması, bu eşitliği doğrular görünmektedir. Bu durumda Arnuwanda’nın karısı Taduhepa’dan olma oğlu, halası Aşmunikal’in kraliçeliği sırasında tuhkanti unvanıyla devlet işlerinde rol almış, olasılıkla kendi annesinin kraliçeliği döneminde de bu görevde kalmış, sonunda babası Arnuwanda’nın ölümü ile boşalan tahtın sahibi olmuşsa da, kısa bir süre sonra Şuppiluliuma tarafından öldürülmüştür. Bu varsayım akla şu soruyu getirmektedir. Şuppiluliuma’nın taht üzerindeki iddiası nereden kaynaklanıyordu? Yakın zamanlarda, Tokat’ın Zile İlçesi yakınındaki Maşat Höyük’te yapılan kazılarda bulunan bir mühür üzerinde, Şuppiluliuma’nın babası olarak Tuthaliya verilmektedir. Bu, Genç Tuthaliya, yada diğer adıyla 3. Tuthallliya değil, kraliçe Nikalmati’nin kocası olan 2. Tuthaliya olmalıdır. Eğer bu varsayımdan hareket edilirse, Şuppiluliuma da Arnuwanda ve Aşmunikal’in en küçük kardeşidir ve yaşça onlardan küçük olduğu için babası Tuthaliya’nın ölümünden sonra yönetimi ele alamamış, tahta ağabeyi ve ablası ortaklaşa geçmiştir. Ancak ağabeyinin ölümünde boşalan krallığa yeğeni Genç Tuthaliya’nın geçmesini hoş görmemiş ve bertaraf ederek, olgun bir yaşta devletin yönetimini ele almıştır.

Şuppiluliuma’nın oğlu ve halefi 2. Murşili bu olayı veba dualarında şöyle anlatmaktadır: Genç Tuthaliya Hatti ülkesinde egemen iken, ona bütün prensler, memurlar ve askerler bağlılık andı içmişlerdi. Babam da ona bağlılık andı içmişti. Fakat babam Tuthaliya’yı cezalandırmaya kalkışınca, prensler, soylular, Hattuşa’daki yüksek memurların hepsi babamın tarafını tuttular... Tuthaliya’yı ve ona yardım eden kardeşlerini öldürdüler, (ailesinin diğer bireylerini ise) Alaşiya’ya yolladılar. Buna karşın siz tanrılar, efendilerim, babamı korudunuz. Hatti ülkesinin toprakları düşman eline geçtiğinde, babam onlara karşı sefere çıkıp, onları yendi, toprakları geri aldı. Düşman ülkelerinden de toprakları Hatti ülkesine kattı. Onun döneminde Hatti ülkesi iyi idi, ülkedeki insanlar, sığırlar ve koyunlar çoğalıyordu. Fakat, siz tanrılar, efendilerim, (sonradan) Genç Tuthaliya’nın öcünü babamdan aldınız; babam, Tuthaliya’nın katli yüzünden öldü. Babamın tarafını tutan prensler, beyler, memurlar ve askerler de bu yüzden öldüler. Hatti ülkesi de bu yüzden perişan oldu. Şimdi veba daha da kötüleşti. Hatti ülkesi ağır zarara uğradı. Tanrılar, şimdi ben Murşili, size babamın suçunu itiraf ettim. Babam (işlediği suçun affedilmesi için) kurbanlar yapmıştı. Ama, Hattuşa böyle kurbanlar yapmamıştı... Şimdi ben, Murşili, size efendim olan tanrılara ülke adına da kefaret ödeyeceğim. Siz tanrılar, efendilerim, Tuthaliya’nın (dökülen) kanının öcünü almak istiyorsunuz, (ama) Tuthaliya’yı öldürenler (yaptıklarını) ödediler, Hatti ülkesi de ödedi. Şimdi, (felaket) benim üzerime de gelince, ben de tüm ailemle kefaret ödeyeceğim... Ben kötü bir şey yapmadığıma ve günah işlemiş olanlardan kimse hayatta kalmadığına göre... benim yakarışlarımı duyunuz!... (herkes ölünce) size kimse kurbanlar getirmez... Vebayı kovunuz, onu düşman ülkelere gönderiniz. Hatti ülkesine karşı yine iyi olunuz! Ben sizin bir rahibiniz ve hizmetçiniz olduğuma göre, bana karşı merhametli olunuz. Kalbimdeki bu acıyı ve ruhumdaki bu korkuyu alınız! Bu duada da dikkati çeken nokta, veba salgınının ülkeden uzaklaştırılmasında tanrıların çıkarının olacağı, aksi halde tanrılara kurban sunup, dua edecek kimsenin kalmayacağı gözdağının vurgulanmasıdır. Bugünkü Kıbrıs ile eşitlenen Alaşiya’nın, sürgün yeri olarak seçilmesi de ilginçtir; bu ada daha sonraki krallar döneminde de sürgünlerin yollandığı bir yer olarak kullanılıyordu.

Şuppiluliuma tahtı ele geçirdiğinde siyasal durumun iyi olmadığı, Hatti topraklarının büyük bir kesiminin düşmanlara kaptırıldığı, yukarıdaki veba duasında da açıkça belli olmaktadır. Tarih boyunca görüldüğü gibi, devletlerin iç karışıklıkları düşmanların yayılma doğrultusundaki isteklerini sürekli çoğaltmış, her zayıflama, istila ve toprak kayıplarını beraberinde getirmiştir. Fakat Şuppiluliuma daha prensliğinden başlayarak, genellikle hasta olduğu anlaşılan babasını askeri faaliyetlerde temsil ettiğinden, kral olunca çok deneyimli ve yetenekli bir komutan olarak, düşman ülkelerle başa çıkmayı başarabilmiştir. Oğlu 2. Murşili tarafından anlatılan icraatına göre, Şuppiluliuma babasının Kaşkalar ile yaptığı savaşlarda büyük yararlılıklar göstermiş, ayrıca Kaşka korkusu yüzünden boşalmış olan sınır bölgelerinde kaleler ve tahkimatlar yaptırarak, kaçan halkı yeniden buralara yerleştirmiştir. Ayrıca Hatti ülkesinin doğusunda, bugünkü Kuzeydoğu Anadolu’ya yerleştirilen Hayaşa ile Anadolu’nun batı ya da güneybatısındaki Arzawa’ya karşı girişilen seferlerde de yine önemli bir rol oynamıştır. Askerlikten anladığı ve bu işi sevdiği, savaşlara hep gönüllü olarak katıldığı, bunu belirten bölümlerden anlaşılmaktadır: Büyükbabam (yani Murşili’nin adını hiç vermediği büyükbabası, doğal olarak Şuppiluliuma’nın da babası) Kaşkalı Piyapili’nin yaklaştığını duyunca, kendisi hasta olduğundan sordu ‘Kim gidecek?’, babam dedi ki ‘Ben gideceğim!’ Böylece büyükbabam Arzawalı düşmana karşı babamı gönderdi.

Şuppiluliuma krallık tahtına çıktığı zaman, herhalde uzun bir süre Anadolu içindeki kargaşanın yatışması ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Krallığının ilk yıllarında Toros sıradağlarının ötesine doğru yayılma girişiminde bulunmuşsa da, anlaşıldığına göre bunda pek başarılı olamamıştı. İlk olarak, bugünkü Elazığ dolayları ile eşitlenebilen İşuwa ülkesi ile bir çatışması olmuş, arkasından Mitanni kralı ile arasında bir sürtüşme başlamıştı. Mitanni kralına gel dövüşelim diye haber göndermesine karşın, kral, başkenti Waşukanni’den çıkmamış, Hitit ordusu oraya ilerleyince, herhalde Mitanni kuvvetlerince yakılan ekinler ve kapatılan kuyular yüzünden aç ve susuz kalarak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu sırada Mitanni kralı Tuşratta’nın eline geçen ganimetler, Mısır firavunu 3. Amenofis’e armağan edilmişti. Hatti-Mitanni çekişmesinin Şuppiluliuma aleyhine sonuçlanması üzerine, Kaşkalar tekrara saldırıya geçmişler ve kral, yayılma siyasetini bir süre için terk edip, iç düşmanlarla savaşmak için kuzeye yönelmişti. Kaşkalar yatıştırılınca, tekrar güneydoğuya ağırlık verilebilirdi, ki 2. Murşili’nin babası ile ilgili anlattıklarından böyle olduğunu anlıyoruz. Ancak yayılma siyasetini yeniden başlatmadan önce, Anadolu içindeki güvenliğin sağlama alınması gerekiyordu. Bu yüzden, öncelikle Anadolu’nun doğusundaki Azzi-Hayaşa ülkesi ile bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmayı pekiştirmek için de Şuppiluliuma, Hayaşa kralı Hukkana’ya kızını vermiş, fakat antlaşma metnine, iki ülke arasındaki gelenek göreneklerin ayrı olduğunu, bu nedenle kızının eşlik haklarının korunması için bazı koşulları kabul etmesi gerektiğini de koymuştu. Örneğin, karının kız kardeşi ya da bir başka kadın akrabası sana gelirse, ona yiyecek, içecek ver; yiyin, için ve neşelenin, ama onunla cinsel ilişkiye girmeye kalkışma. Buna izin verilemez ve bunun cezası ölümdür! sözleriyle Hukkana uyarılmıştı. Antlaşmaya göre, gerektiğinde isyan ya da savaş halinde silahla yardıma koşmak, düşmanın ihanetini haber vermek, tutsakları geri vermek gibi yükümlülükler de getirilmişti. Aynı amaçlara, yani, siyasal alanda güçlenmeye yönelik bir antlaşma da Kizzuwatna kralı Şunaşşura ile imzalanmıştı. Mitanni ülkesi nasıl Hatti ile Mısır arasında bir tampon oluşturuyor idiyse, Kizzuwatna da Mitanni ile Hatti arasında aynı rolü oynuyordu. Bu bakımdan, zamanla yine Mitanni yanında yer alan bu ülkenin tekrar Hititler’in yanına çekilmesi gerekmişti. Böylelikle, gerek Mitanniye karşı durum sağlamlaştırılmış, gerekse Suriye yolu açılmış olmaktaydı. Antlaşma yapılan Kizzuwatna kralının adının Şunaşşura gibi tam anlamıyla İndo-Ari bir kökene sahip olması dahi, Mitanni’nin yönetici sınıfının buraya da el atmış olduğunu göstermeye yeterli bir kanıttır. Şuppiluliuma bu yüzden Kizzuwatna’yı kendi yanına çekerken, çok akıllı bir dil kullanmıştı: Hurriler Şunaşşura’ya köle diyorlardı. Şimdi ise, majesteleri (yani Hitit kralı) onu gerçek bir kral yaptı... Şunaşşura majestenin huzuruna gelince, majestenin büyükleri onun önünde ayağa kalkacak, kimse oturur durumda kalmayacak. Mitanni kralının, armağanlar vererek Kizzuwatna kralını küçük düşürmesini önlemek amacıyla, antlaşmaya şöyle bir bölüm de eklenmişti: Hurlar, Şunaşşura’nın Hurri kralından ayrılıp, majeste ile anlaştığını duyar da, Hurri kralı majesteye kutlama armağanları yollarsa, ben, majeste Hurri kralından Şunaşşura dolayısıyla verilen bu armağanı kabul etmeyeceğim. Böylece Şunaşşura, alınıp-satılan bir köle durumundan çıkarılmış olacaktı. Antlaşmanın diğer maddelerinde iki devlet arasındaki sınırlar da belirleniyor, gerekli durumlarda Kizzuwatna’nın kaç piyade ve kaç arabalı asker göndereceği saptanıyordu. Herhalde, Kizzuwatna kralını ağır yükümlülükler altına sokarak ürkütmemek için, bu askerlerin beslenme işini Hitit kralı üstlenmişti. Ayrıca, suçluların geriye verilmesi de konu edilmişti. İki kral arasına arabozuculuk sokmak isteyeceklerin bulunacağını da hesaba katan Şuppiluliuma, aralarında gönderilecek elçilerin gerçek ve doğruluğuna güvenilebilir haberler taşımaları konusunda da titizlik göstermişti. Yollanan haber, bir tablette yazılı olarak sunulacak, eğer elçinin söyledikleri ile tabletteki haber birbirini tutuyorsa, elçiye güvenilecekti.

Kizzuwatna ile antlaşma yapılıp, bu ülkenin arkadan saldırmayacağı konusunda güvenceye sahip olunca, Hitit orduları Kuzey Suriye üzerinde baskı kurmaya başlamışlardı. Hurri kuvvetlerinin bir bölümü de yenilmiş, Şuppiluliuma, Kinza (= Kadeş, bugün Humus kentinin güneybatısındaki Tell Nebî Mend) ve Amurru (bugün Trablusşam yakınlarındaki kıyı kesimi) Bölgeleri’ni ele geçirmişti. Ayrıca kıyı kesiminden doğuya doğru içerlere girip, Hurri egemenlik alanında kalan Kargamış kentini de kuşatmıştı. Kuşatma sırasında Lupakki ve Tarhuntazalma adında iki generali, bugünkü Bika Vadisi’nde bulunan Amka Ülkesine göndermişti. Bunlar, Amka’yı yağmalayıp, pek çok tutsak, sığır ve koyun getirmişlerdi. Bu hareket aslında Mısır nüfuz bölgesine saldırmak anlamına geliyordu. Ancak bu arada Mısır firavunu Tutenkamon ölmüş, devlet başsız kalmıştı. Olasılıkla kendilerini güçsüz duydukları için olacak ki, Mısır tarafından bir karşı saldırı olmamıştı. Bu sırada Mısır kraliçesinden Şuppiluliuma’ya bir elçi geldi; elçinin elindeki belgede şu yazıyordu: Benim kocam öldü. Oğlum ise yok. Senin çok oğlun olduğu söyleniyor. Sen oğullarından birini bana verecek olursan, o benim kocam olur. Ben asla kölelerimden birini seçip, kendime koca yapmam. Şuppiluliuma bu haberi dinleyince büyükleri toplantıya çağırdı ve onlara dedi ki: ‘Böyle bir şey yaşamım boyunca başıma gelmedi.’ Sonra Hattuşaziti’yi şu emri vererek Mısır’a yolladı ‘Git ve bana doğru haberi getir! Onlar belki beni aldatıyorlar, belki efendilerinin bir oğlu vardır. Sen işin doğrusunu bana bildir! Bu habercinin Mısır’a gönderilmesinden sonra Kargamış kuşatması Hititlerce başarı ile tamamlanıp, kent fethedildi. Kuşatma 7 gün sürmüş ve 8. gün kent Şuppiluliuma’nın eline geçmişti. 2. Murşili babasının bu başarısından şöyle söz etmektedir: Babam tanrılardan korktuğundan, yukarı kentteki tapınaklara kimseyi sokmadı, kendisi de tek bir tapınağa yanaşmadı, hatta onlara saygı gösterdi. Fakat aşağı kentteki halkın gümüş, altın ve tunç eşyalarını alıp, Hattuşa’ya taşıdı. Saraya getirdiği tutsakların sayısı 3.330 idi. Hititler’in ülkelerine götürdüklerinin sayısı ise belli değildi. Sonra oğlu Şarrikuşuh’a Kargamış kenti ve ülkesinin yöneticiliğini verdi; onu kral yaptı. Şuppiluliuma’nın Ön Asya içindeki siyaseti bu bölümlerle gayet açık bir biçimde ortaya konmaktadır. Yapılan antlaşmalar, olmadığı zaman güce başvurulması, kazanılan toprakları merkezi otoriteye kesinlikle bağlı oğulların yönetimine terk etmek, bu Hitit kralının gerçekten iyi bir devlet adamı ve iyi bir asker olduğunu göstermektedir. Şarrikuşuh bir Hurri adı olduğuna göre, belki de çoğunluğu Hurri kökenli olması gereken Kargamış kenti halkına hoş görünmek için bu ikinci ad prense takılmış olabilir; tanrılara karşı saygılı davranmak da, yine aynı taktik amaca yönelik olsa gerektir. Aynı işlem Halep için de uygulanmış, Şuppiluliuma oraya da oğullarından rahip unvanı ile bilinen Telipinu’yu göndermiştir. Kargamış’ın Hitit egemenliğine girmesinden sonra, Mısır’a doğru haber getirmesi için gönderilen elçi sonunda geri dönmüştü. Yanında Mısır elçisi Hani de vardı. Bu elçinin Mısır kraliçesinden getirdiği haberde şöyle deniyordu: Sen neden ‘beni aldatıyorlar’ diyorsun? Benim oğlum olsa idi, benim ve ülkemin bu utancını yabancı bir ülkeye yazar mıydım? Ben başka ülkeye değil, yalnız sana yazdım. Senin için oğul çok diyorlar. Birini bana ver! O, bana koca, Mısır’a kral olsun! Şuppiluliuma’nın Mısır’la ilişkileri yukarıda adı geçen iki generalin Amka ülkesini yağma etmesine değin iyi gitmişti. Firavun 4. Amenofis’in tahta geçişini kutlamak için Şuppiluliuma ona armağanlar göndermişti. Fakat Amka’da Hititler’in görünmesiyle, Suriye topraklarındaki küçük krallıklar, Mısır ve Hitit güçleri arasında kalmış ve iki yanlı bir siyaset izlemeye çalışmışlardı. Şuppiluliuma bunları da kendi emri altına almayı başarmış ve yanına çekmeyi bilmişti. Şuppiluliuma’nın nüfuz alanı artık Mısır sınırına kadar dayanmıştı. Anlaşıldığına göre, Mısır ile doğrudan bir çatışmaya girmeye de istekli değildi. Mısır kraliçesinden olumlu yanıt gelince, oğullarından Zannanza’yı Mısır’a firavun olmak için göndermeye karar verdi. 2. Murşili’nin anlatımı ile artık Hatti ve Mısır sürekli dost kalacaklar’dı. Ama bu istek gerçekleşemedi. Şuppiluliuma’nın, kraliçenin ilk mektubu üzerine harekete geçmeyip beklemesi, Mısır’da tahta geçme tutkusuna sahip kişilere zaman kazandırmıştı. Onlar da kendi planlarını uygulamak için hazırlanmışlardı. Saraylılardan biri, tahtı çoktan ele geçirmişti. Zannanza, Mısır’a varmadan önce yolda öldürüldü. Mısır kronolojisine göre yaklaşık İÖ 1350’lerde oluşan bu olay, Şuppiluliuma tarafından haber alınınca, kral Zananza için ağıtlar yaktı; tanrılara şöyle dedi: ‘ey tanrılar!’ Ben bir kötülük yapmadım, ama Mısır halkı bana bunu yaptı. Şimdi de sınırlarıma saldırdılar. Hititler’in reaksiyonu doğal olarak sert oldu. Şuppiluliuma sefere çıktı ve Mısır yaya ve arabalı askerlerini yendi. Yakaladığı tutsakları ülkesine getirdi. Bu galibiyetin, Mısır topraklarında olmadığı, yenilen Mısır güçlerinin Mısır ordusunun tümünü oluşturmadığı sanılmaktadır. Fakat ne olursa olsun bu çatışma, daha ileride Kadeş Antlaşması ile bitecek olan Mısır-Hitit savaşına yol açan bir olaydı.

Mitanni ile ilk sürtüşmesi başarısızlıkla sonuçlanan Şuppiluliuma, düşmanı olan bu ülkenin içişlerini her zaman dikkatle izlemiş ve patlak veren bazı iç çekişmeleri kendi lehine kullanmak istemişti. Fakat Mitanni kolayca çözümlenebilecek bir sorun değildi. Şuppiluliuma’nın geri çekilirken bıraktığı ganimetleri Mısır’a armağan gönderen 3. ve 4. Amenofis’e yazdığı mektuplarda kızına selam söylemesinden, kızlarından birini Mısır sarayına gelin gönderdiği anlaşılan Tuşratta’nın Ön Asya içindeki ilişkileri sağlam temellere dayanmaktaydı. Bu kralın tahta geçişi sırasında çıkan kargaşalıklarda Şuppiluliuma, kendi tarafına çekmeyi başardığı Artatama adlı birini başa geçirmeye çalışmıştı. Olasılıkla Mısır güçlerine karşı elde ettiği başarılardan sonra Hatti kralı, Mitanni üzerinde ikinci bir sefer düzenlenmiş, Waşşukanni’yi yağmalamıştı. Bu yenilgi üzerine Mitanni ülkesinde bazı soylular Tuşratta’ya karşı ayaklanmışlar ve onu öldürmüşlerdi. Ülke, güçlenmeye başlayan Asur ve Yukarı Dicle Bölgesi’nde olduğu düşünülen Alşe arasında paylaşılmıştı. Bu savaşımlar arasına Mitanni tahtına geçmek isteyen Mattiwaza, Hitit ülkesine kaçarak, Şuppiluliuma’ya sığında. Hatti kralı ona kızını verdi ve bir antlaşma yaptı. Adı geçen antlaşmada Şuppiluliuma şöyle diyordu: Kral Tuşratta’nın oğlu Mattiwaza’yı elinden tutum; onu babasının tahtına oturtacağım. Büyük bir ülke olan Mitanni, mahva uğramasın diye, kızının hatırına büyük Hatti kralı, bu ülkeyi yeniden canlandırdı. Tuşratta’nın oğlu Mattiwaza’yı elinden tuttum ve kızımı ona eş olarak verdim. Mattiwaza kralı olduğuna göre, Hatti ülkesinin kralının kızı da Mitanni ülkesinde kraliçedir. Sen, ey Mattiwaza, kızımın üzerine başka kadın alma! Ona, başka bir kadın eşdeğer duruma gelmesin, kızımı ikinci kadın derecesine indirme. Mattiwaza, gelecekte benim oğullarımın gerçek kardeşi ve eşitidir. Mattiwaza’nın çocukları da benim çocuk ve torunlarımın eşiti olacaktır. ... Hatti ve Mitanni ülkesinin halkı gelecekte birbirlerine kötülük etmeyeceklerdir... Hatti ülkesi kralı savaşa giderse Mitanni kralı da onunla gidecektir. Mitanni’nin düşmanı olan, Hatti’nin de düşmanı olacaktır. Hatti’nin dostu olan, Mitanni’nin de dostu olacaktır. Bundan önceki bölümde de değindiğimiz gibi, Hitit desteği ile ayakta duran Mitanni, özellikle Kargamış kralı olan Hitit prensi Şarrikuşuh (diğer adı Payaşili)’un çabalarına karşın, Şuppiluliuma’nın ülkede çıkan ve olasılıkla Suriye seferlerinde alınan tutsaklardan kaynaklanan bir veba salgını sonucu ölmesi ile, Asur baskısı altında çökmüştür.

Şuppiluliuma’nın dış siyasetinde önemli bir rol oynayan sülaleler arası evlilikler, yalnız Hitit sarayından başka ülkelere prenses gönderilmesi ile kalmamış, Şuppiluliuma da başka sülalelerden kadınlar almıştı. Belgelerde bu kralın eşlerinden biri olarak, Babilli bir prensese rastlıyoruz.. Suriye’deki krallıklardan biri olan Ugarit’te (bugün Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Ras Şamra), kral 2. Niqmadu ile yapılan diplomatik yazışmalardan biri üzerindeki mühürde, kocasının adı yanında, Tawananna unvanı ile bulunan bu kraliçenin adı Malnigal olarak okunmaktadır. Bu ad, aslen Babilli olan kraliçeye sonradan takılmış Hurri kökenli bir addır. Kraliçe Malnigal, kocası Şuppiluliuma’nın ölümünden sonra da 2. Murşili döneminde unvanını korumuş ve ileride göreceğimiz gibi, Hitit sarayında bazı entrikalar yapmakla suçlanmıştı.


Alıntıdır.


Yazıköy Evleri / Safranbolu

 


Nuh As. Kabri / Cizre

 


DÎNİ SÖZLÜK “A”

  

AHMEDİYYE:

 

1. Evliyânın gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Bu yola Müceddidiyye-i Ahmediyye de denir.

 

Ahmediyye yolunun büyüğü İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir nasîhatlerinde şöyle buyurdu:

 

Her şeye kalbi bağlamaktan kurtulmadıkça, Hak teâlâya bağlanılamaz.

 

İnsana lâzım olan önce Ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak, sonra tasavvuf yolunda ilerlemek, ihlâsı elde etmektir.

 

İhlâs ile yapılan bir iş, senelerle yapılan ibâdetlerin kazancını hâsıl eder.

 

Dünyâya düşkün olanlar âhirette zarar görür.

 

2.     Hindistan'da Gulam Ahmed Kâdiyânî tarafından kurulan sapık bir yol.

 

AHRÂRİYYE:

 

Evliyânın büyüklerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin tasavvuftaki yolu.

 

Ahrâriyye yolunun büyüğü Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurdu:

 

Bizim yolumuzda el helâl kârda (işte), gönül ise hakîkî yârda yâni Allahü teâlâdadır.

 

Biz bu yolu, tasavvuf kitablarından değil, Allahü teâlânın kullarına hizmetten elde ettik.

 

İnsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır. Kulluğun özü de, hiçbir zaman Allahü teâlâyı unutmamaktır.

 

Söz, değerli bir şeydir. Fakat zamânında ve yerinde olmalıdır.

 

AHSEN-İ TAKVÎM:

 

En güzel boy ve sûret. Bedenen ve rûhen en güzel olan.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Biz insanı ahsen-i takvîm üzere yarattık. (Tîn sûresi: 4)

 

AHVÂL:

 

Hâller. Tasavvuf yolunda bulunan kimselerin, kalblerinde meydana gelen değişmeler. Hâl'in çokluk şeklidir.

 

Kalbe gelen bütün mânevî ahvâli, keşifleri (buluşları) bize verseler fakat kalbimizi Ehl-i sünnet îtikâdı ile süslemeseler kendimi mahv olmuş ve hâlimi harâb bilirim. Bütün harâblıkları, felâketleri üzerime yığsalar, lâkin kalbimi Ehl-i sünnet îtikâdı ile şereflendirseler hiç üzülmem. (Ubeydullah-ı Ahrâr)

 

AHZÂB GAZVESİ (Harbi):

 

Hendek gazvesinin diğer adı.

 

Hendek gazvesinde, müslümanlara karşı Kureyş, Gatafan ve yahûdîlerden meydana gelen birkaç düşman kuvveti birleşip savaştığı için bu harbe Ahzâb gazvesi denmiştir. (İmâm-ı Süyûtî, Begâvî)

 

AHZÂB SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin otuz üçüncü sûresi.

 

Ahzâb sûresi Medîne-i münevverede inmiştir. Yetmiş üç âyet-i kerîmedir. Sûre, ismini, birleşik düşman ordusu anlamına gelen ahzâb kelimesinden almıştır. Sûrede İslâm düşmanları nın, İslâmiyet aleyhindeki çalışmaları ve sonunda hüsrana uğradıkları, Peygamber efendimize ve mü'minlere eziyet ve sıkıntı verenlerin şiddetli azâba uğrayacakları, Resûlullah efendimizin mübârek zevcelerinin ve diğer müslüman âilelerin tesettüre (örtünmeye) nasıl riâyet edecekleri, kâfirlerin âhirette şiddetli azab görecekleri ve çok pişman olacakları, üzerlerine düşen vazîfeleri yerine getirdiklerinde, takvâya sarılıp günahlardan sakındıklarında mü'minlerin, cenâb-ı Hakk'ın pekçok ihsânlarına kavuşacakları anlatılmaktadır. (İbn-i Abbâs, Begâvî, Râzî)

 

Ahzâb sûresinde meâlen buyruldu ki:

Ey îmân edenler! Allahü teâlâyı çok zikr ediniz, her zaman hatırlayınız, hiç unutmayınız... (Âyet: 41)

 

Ey peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına (ihtiyaçları için dışarı çıkacakları zaman) dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle... (Ayet: 59)

 

Kim Ahzâb sûresini okur ve âilesine ve câriyesine öğretirse, kabir azâbından kurtulur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-tenzîl ve Esrâr-üt-te'vîl)

 

AKÂİD:

 

Akîdeler. Akîde kelimesinin çoğulu. İslâm dîninde inanılacak şeyler, îmân bilgileri.

 

Âkıl ve baliğ olan (ergenlik yaşına ulaşan) erkek ve kadının birinci vazîfesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette Cehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Ehl-i sünnetin akâidde iki kolu vardır: 1) Mâturîdiyye mezhebi. 2. Eş'ariyye mezhebi. Birincisinin imâmı Ebû Mansur Mâturîdî, ikincisininki İmâm-ı Ebü'l-Hasen Eş'arî hazretleridir. İkisinin bildirdiği îmân esasları aynıdır. Yalnız aralarında, teferruatla ilgili, îzah, ifâde ve uslub tarzından doğan cüz'î farklılıklar vardır. (Taşköprüzâde)

 

Hudâ Rabbim nebim hakkâ Muhammeddir Resûlüllah Hem İslâm dînidir dînim, kitâbımdır kelâmullah Akâidde, Ehl-i sünnet oldu mezhebim, hamdolsun Amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah

 

(İbrâhim Hakkı Erzurumî)

 

Akâid İlmi:

 

Îmân esaslarını anlatan ilim dalı.

 

Akâid ilmi, îmânın esaslarını geniş ve derin olarak anlatır. Bu ilme önceleri Fıkh-ı ekber, sonraları Kelâm ilmi denildi. Akâid ilmi ile ilgili ilk eser İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin yazdığı El-Fıkhu'l-Ekber'dir. Daha sonra Ehl-i sünnet îtikâdını anlatan pekçok eser yazıldı. (Muhammed Muhyiddîn)

 

AKÇE:

 

Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından îtibâren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimi.

 

İlk sikkesi gümüşten yapıldığı için ak (beyaz, parlak) para mânâsına akçe denildi.

 

Buyurdu akçeye sikke kazalar

 

Ki Osman bin Ertuğrul yazalar

 

(Hadîdî)

 

AKD:

 

Anlaşma, sözleşme. Nikâh, hibe (bağış), vasiyet, alış-veriş gibi işlerde taraflardan birinin teklifi, diğerinin kabûlü ile gerçekleşen sözleşme.

 

Ticâret, vekâlet ve bütün akdlerde, senet yazmak şart değilse de, ödünç vermekte lâzım, nikâhta ise müstehâbdır. (İbn-i Âbidîn)

 

ÂKIL:

 

Akıllı kimse; iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırabilen kimse.

 

Çocuk yedi yaşında âkıl olur. Yedi ile onbeş yaş arasında iken akıllı çocuk denir. (Hamza Efendi)

Âkıl olmayan çocukların bütün sözleşmeleri bâtıldır, hükümsüzdür. (İbn-i Âbidîn)

 

Âkıl olan bir çocuk, şeker, meyve gibi kendine yarar şey isterse ona satmak câiz değildir. Çünkü velîsi izin vermemiş demektir. Eğer, tuz, pirinç gibi evle ilgili bir ş ey isterse, satmak sahîh (geçerli, doğru) olur. Çünkü velîsinin izin verdiği anlaşılır. Bunun izin ile alış-veriş etmesi câizdir. Çocuk akıllı olmamış ise, velîsinin izni olsa da, alış-veriş etmesi sahîh olmaz. (Hamza Efendi)

 

Âkıl isen kıl namazı çün seâdet tâcıdır

 

Sen namazı şöyle bil ki mü'minin mîrâcıdır.

 

(Seâdet-i Ebediyye)

 

Âkıl-Bâliğ:

 

Faydalı ve zararlı olanı birbirinden ayırabilen ve evlenme çağına gelip gusül abdesti almaya başlayan akıllı kimse.

 

Âkıl bâliğ olduktan sonra kişi yetim sayılmaz. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ul-Ehâdîs)

 

Âkıl ve bâliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazîfesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları inanılacak şeyleri öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette yâni öldükten sonra Cehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Her müslümanın, çocuğuna âmentüyü (îmânın altı şartını) ezberletmesi, mânâsını, farzları (emirleri) ve haramları (yasakları) öğretmesi lâzımdır. Âkıl bâliğ olunca; îmânı, İslâm'ı bilmeyen kimse müslüman olmaz. (İbn-i Âbidîn)

 

Âkıl bâliğ her müslümanın, her gün beş vakit namaz kılması farzdır. Kız ve oğlan çocuk yedi yaşına gelince, namaz kılmalarını emretmek velîsi üzerine vâcib (lâzım) olur. Oruç tutmaları için de emreder. On yaşına gelince, namaz kılmaları için el ile hafifçe vurulur. Sopa ile dövülmez. Falaka ile vurulmaz. El ile üçten fazla vurulmaz. Velîsinden başkası döğmez. (İbn-i Âbidîn, Ebû Bekr Râzî el-Cessâs)

 

ÂKILE:

 

Kâtilin, öldürme işindeki yardımcıları, bunlar yoksa öldürmede kendisine yardım eden kabîlesi (köylüleri, şehirlileri) ve akrabâsı.

 

Kâtilin cinâyeti işlemesine mâni olmadıkları, bilakis bu hususta onu koruyup, gözettikleri ve kâtil, onlardan kuvvet alarak bu suçu işlediği için âkıle, cinâyete karışmış gibi olurlar. Kâtil ile birlikte diyeti (para cezâsını) yüklenmeleri bu sebeptendir. (Kıvâmuddîn Kâkî)

 

Kâtilin ödeyeceği diyet, ödemeleri için âkıleye taksim edilir, paylaştırılır, üç senede alınır. Kadın, deli ve çocuk âkıleye katılmaz. (İbn-i Âbidîn)

 

Müslüman olan kâtilin âkılesi ve vârisi (öldüğünde malından mîrâs alacak kimse) yoksa, diyetini beytülmâl verir. Yâni hükûmet verir. Beytülmâl yoksa, kendi üç senede öder. (İbn-i Âbidîn)

 

ÂKİBET:

 

1. Son, netîce.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

 

(Habîbim!) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da bakın ki (peygamberleri)

 

yalanlıyanların âkibeti nasıl olmuştur. (En'âm sûresi: 11)

 

Niyet hayır ise âkıbet de hayır olur. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

 

2. Dünyâda zafer, âhirette sevâb ve kurtuluş.

Kur'ân-ı kerîmde buyruldu ki:

 

O hâlde(Habîbim) sen de (Nûh gibi, kavminden gelen eziyetlere ve peygamberlik vazifesinin ağırlığına) sabret. Âkibet; hiç şüphesiz, takvâya erenlerindir (günâhlardan sakınanlarındır). (Hûd sûresi: 49)

 

AKÎDE:

 

İnanılacak şey.

 

AKÎKA:

 

Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.

 

(Çocuk doğduğunda) yedinci günü akîka hayvanı kesilir, ismi konur, saçı traş edilir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Ahmed bin Hanbel)

 

Akîka, erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için bir koyun kesmektir. (Hadîs-i şerîf-Şir'ât-ül-İslâm)

 

Hicretin sekizinci yılında, oğlu İbrâhim dünyâya gelince, yedinci günü Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem İbrâhim'in başını traş ettirip, saçının ağırlığı kadar gümüş sadaka verdi ve akîka olarak iki koç kesti. Saçlarını gömdü. (İmâm-ı Kastalânî)

 

Çocuğa yedinci günü isim koymak ve başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermek ve erkek için iki, kız için bir akîka hayvanı kesmek müstehâbdır. Akîka hayvanı, kurbanlık hayvan gibi olmalıdır. Sonra da kesilebilir. Hanefî mezhebinde, etleri pişmiş veya çiğ olarak, zengin, fakir herkese verilebilir. (Seyyid Alizâde)

 

Akîka, çocukları belâlardan, hastalıklardan korur. Akîkası yapılanlar, kıyâmette anaya babaya ayrı bir şefâat ederler. (Seyyid Alizâde)

 

AKL (Akıl):

 

İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.

 

... Akıl, sâhibini iyiliğe götürür, kötülükten alıkor. Aklı olgunlaşmadıkça kişinin dîni doğru ve îmânı kâmil (olgun) olmaz. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

 

Sizin akılca en üstününüz, Allah'tan en çok korkanınızdır. En güzeliniz, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet edeninizdir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

 

Kişi güzel ahlâk ile gündüz oruç tutup gece ibâdet edenler derecesine ulaşır. Fakat akılca kâmil (olgun) olmadıkça, ahlâkı kâmil olmaz. Aklı olgunlaşınca, îmânı da olgunlaşır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

 

Akıllı kimsenin, dünyâ ile ilgili bir menfaati kaçırdığı zaman, bunu kendine gam ve üzüntü yapması uygun değildir. Çünkü üzülmekle ele bir şey geçmez. Fazla üzülmek akla zarar verir. (İbn-i Hibbân)

 

Akıl göz gibidir, din bilgileri ışık gibidir. Akıl yalnız başına din bilgilerini, faydalı ve zararlı şeyleri anlayamaz. Bunun için Allahü teâlâ, peygamberleri ile râzı olduğu, beğendiği yol olan İslâmiyet'i bildirdi. Aklın eksikliği peygamberlerin gönderilmesiyle tamamlandı. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Akıl ile anlaşılan şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, yâni his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlıyamayacağı gibi, akıl da, Peygamberlik makâmında anlaşılan şeyleri kavramaktan âcizdir. İnanmaktan başka çâresi yoktur. (İmâm-ı Gazâli)


Akl-ı Feâl:

 

İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.

 

Felsefecilerin akl-ı feâl dedikleri yalnız onların hayâllerinde bulunup, kısa akılları ile ortaya attıkları bir şeydir. İslâm bilgilerine uymamaktadır. Bunların bozuk inanışlarına göre, insan sıkışınca Akl -ı feâle yalvarır, Allahü teâlâdan bir şey istemez. Allahü teâlânın dünyâda olup bitenlerle hiç ilgisi yoktur derler. Bunlar sapık fırkaların hepsinden daha aşağıdırlar. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Akl-ı Meâd:

 

Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.

 

Akl-ı meâd, peygamberlerde (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) ve evliyâda bulunur. Akl-ı meâdı kuvvetlendiren şeyler, ölümü ve âhireti düşünen kimselerle bulunmaktır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Bir kimsenin nefsi mutmainne olunca yâni bütün varlığı ile Rabbine dönüp İslâmiyet'in emirlerine başkaldıramaz hâle gelince, aklı da, akl-ı meâd olur. (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî)

 

Dâimâ Allah adamları ile berâber olmak, akl-ı meâdın artmasına sebeb olur. (Behâeddîn-i Buhârî)

 

Akl-ı Meâş:

 

Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.

 

Akl-ı meâş , dünyânın geçici lezzetlerine bakarak, (büyüklenmek, kıskanmak, kendini beğenmek, kin ve düşmanlık gibi) hâlleri kalb hastalığı saymaz. Akl-ı meâş kısa görüşlüdür. Akl-ı meâşı, mala düşkün ve dünyâya bağlı olanlar beğenir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Akl-ı Sakîm:

 

Kısa görüşlü akıl. Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılan ve çok kere pişmanlığa sebeb olan akıl.

 

Akl-ı sakîm bâzan doğruyu bulur, bâzan yanılır. Yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, mütehassıs (uzman) olduğu dünyâ işlerinde bile çok hatâ eder. Bu sebeble din ve sonsuz olan âhiret işlerinde akl-ı sakîme güvenilmez. Düşündükleri şeylerde ve yaptıları işlerde yanılır. Hepsi üzüntüye ve pişmanlığa, zarâra, sıkıntıya sebeb olur. (Abdülhakîm Arvâsî)

 

Herşeyi akl-ı sakîmle çözmek isteyen kişi,

 

Tahta ayak takmış kimselere benzer.

Kısa aklına uydurmak ister her işi,

 

Dün yaptığını, bugün bozmak ister.

 

(İmâm-ı Rabbânî)

 

Akl-ı Selîm:

 

Selîm akıl, hiç yanılmayan, hatâ etmeyen akıl.

 

Selîm akıl, peygamberlerde aleyhimüsselâm bulunur. Onlar her başladıkları işte muvaffak (başarılı) olmuşlardır. Pişman olacak, zarar görecek bir şey yapmamışlardır. Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşları). Tâbiînin (Eshâb-ı kirâmı gören büyükler), Tebe-i


tâbiînin (Tâbiîni görenler) ve din imâmlarının rıdvânullahi aleyhim ecmaîn akılları, derece bakımından peygamberlerin akıllarından sonra gelir. Bunların akılları, din bilgilerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür. Bu bilgileri bunlara isbât etmeğe, açıklamağa lüzûm olmadığı gibi, tenbih etmeğe, haber vermeğe de lüzum yoktur. (Abdülhakîm Arvâsî)

 

İslâmiyet'i işitmeyen çok kimse vardır ki, akl-ı selîmleri olduğu için, bozulmuş, uydurulmuş dinlerin mensuplarına aldanmamışlar, astronomide, fen bilgilerinde ve bilhassa tıb ilminde gördükleri nizamlı (düzenli) hâdiselerin (olayların) birbirlerine bağlantılarını düşünerek hilkatin (yaratılışın) sırlarını, bu hesâblı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir. Bunlar yine akl-ı selîmleri sâyesinde İslâmiyet'in bildirdiği güzel ahlâkın bir çoğunu bulup, müslüman gibi yaşamış , kendilerine ve başkalarına faydalı olmuşlardır. Allahü teâlâ bunları îmân etmelerine sebeb olacak rehberlere ve kitablara kavuşturacağını Ankebût sûresinde vâdetmektedir. (Abdülhakîm Arvâsî)

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak