1 Mayıs 2022 Pazar

TARİH ÖNCESİNDEN TARİHE

 Toplumların tarihöncesi çağları, henüz kendileriyle ilgili dolaysız bilgi veren yazılı belgelerin bulunmadığı, başka bir deyişle herhangi bir yazı sistemini dillerine uygulamaya geçmedikleri zaman kesitleridir. Bu dönemlerde toplumların yarattıkları uygarlıkların düzeyi ve yaşam biçimleriyle ilgili bilgiler, günümüze gelebilmiş maddi belgelerin arkeologlar tarafından yapılan kazılarda ortaya çıkarılması sonucu elde edilmektedir. Maddi belgelerden, günümüzde artık yaşamayan insan topluluklarından kalan her türlü eşya ile, mimarlık ve sanat eserleri anlaşılmaktadır. Bu suskun belgelerin dışında, bir de o günkü toplumların fikir ürünleri diyebileceğimiz yazılı belgeler bulunmaktadır ki, bunların okunması ile elde edilen bilgilerin ışığı altında insanlığın geçmişi hemen her yönüyle anlaşılabilir bir duruma gelir. Bu aşamaya gelen toplumlar, tarihöncesi çağlardan tarihsel çağlara geçmiş sayılırlar. Eğer, bir toplum henüz kendisiyle ilgili dolaysız bilgi sağlayan belge yaratma aşamasına gelmemiş, fakat çevresinde bulunan ve yazıyı kullanmasını bilen başka toplumların belgeleri o toplumla ilgili bilgi veriyorsa, söz konusu insan topluluğu protohistorik (tarih öncesi) bir çağ yaşıyor demektir.

Anadolu’da yaşayan toplumlar da tarih çaplarına geçmeden önce, Ön Asya adını verdiğimiz ve yaklaşık olarak batıda Ege Adaları’ndan başlayarak Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır, Mezopotamya ve İran’ı içine alan coğrafi alanda yaşamış yazıyı kullanmaya Anadolulu insanlardan çok önce başlamış toplumların bıraktıkları yazılı belgeler yardımıyla böyle bir protohistorik çağa ulaşmıştır.

Anadolu, Ön Asya’nın kapsamına giren yukarıdaki alanlar içinde iki bakımdan önemli bir yere sahipti. Bu önemin birinci nedeni Anadolu’nun coğrafi konumundan kaynaklanmaktaydı; Ege dünyası ile Doğu dünyası arasında ilişkiyi sağlayan Anadolu Yarımadası idi. Ancak, bu durumu nedeniyle Anadolu’yu çoğu kez görüldüğü gibi, bir köprü olarak da nitelemek doğru değildir, çünkü köprü daha çok bir geçiş aracıdır; oysa Anadolu sadece bir yerden bir yere geçilen bir toprak parçası değil, yerleşilen, yurt edinilen, yöresindeki bütün kültürlerden etkilenen ve onları etkileyen, değerli bir yaşam alanı idi. Anadolu’nun ikinci önemli yönü ekonomikti. Anadolu, ilgili komşu toplumların yazılı belgelerinden sağlanan ilk bilgilere bakılacak olursa Ön Asya’nın, özellikle Mezopotamya’nın, inşaat ahşabı, bakır ve gümüş gereksinmesini karşılayan bir hammadde deposu durumundaydı. Anadolu toplumları henüz büyük bir devlet haline gelmemişken, Mezopotamya’da bir İmparatorluk kurmuş olan Akad Kralı Sargon (İÖ. 2340-2284), tarihsel içerikli yazıtlarında Amanus ve Toros Dağları’na, yani Anadolu’nun güneydoğu sınırlarına değin geldiğinden söz etmektedir. Kendinden sonra, fakat yine Akadlı Sargon’a atfen yazılan, daha çok efsanevi karakter taşıyan ve literatüre Savaş Kralı Efsanesi olarak geçmiş belgede ise, Sargon’un Anadolu içlerine sefer düzenlediği anlatılmaktadır. Belgeye göre, Anadolu’da bulunan ve Hitit dönemindeki Puruşhanda kenti ile eşitliği kuşkusuz olan Burşahanda kenti tüccarlarından bir kurul Dünyanın Kralı olarak niteledikleri Sargon’a başvurarak, ondan kendilerini korumasını, rica ederler; çünkü onlar asker değildirler. Sargon’un gideceği ülke çeşitli ağaçlarla dolu, ormanlık, zengin bir ülkedir; ama, Burşahanda’ya değin yol uzun ve zahmetli bir yolculuk gerektirecektir. Sargon’un bu sefere girişip, girişmediğini bu belgeden öğrenemiyoruz. Fakat, eğer Puruşhanda kenti, araştırıcıların Hitit metinlerinden çıkardıkları sonuca göre gerçekten Tuz Gölü’nün güneyinde yer alıyor idiyse, buradan Sargon’un koruması altına girmek isteyen tüccarların bulunması ilgi çekicidir. Hemen şunu söylemek gerekir ki, Tuz Gölü yöresi bugün olduğu gibi kurak değildi. Bu bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkan hayvan ve bitki kalıntıları, buranın yağışlı bir iklime ve ormanlık bir bitki örtüsüne, doğal olarak da buna uygun hayvan varlığına sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Bu bölgedeki tüccarların Anadolu ile Mezopotamya arasındaki ticaret ilişkilerinin sıkılığını vurguladıkları açıkça belli olmaktadır. İki ülke arasındaki dağlık bölgeler düşünülecek olursa, tüccarların Sargon’a yolun zahmetinden söz ederken hangi güçlükleri anlatmak istedikleri anlaşılır. Bu güçlüklere karşın, tüccarları Anadolu’ya çeken şey, herhalde buradaki hammadde zenginliği olmalıdır. Sargon’dan sonra bir başka Akad Kralı olan Naramsin (İÖ 2260-2223) de, yazıtlarında Anadolu sınırlarına değin varan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi seferler yaptığını anlatmaktadır. Ona atfedilen efsanede ise, Naramsin’in Anadolu’ya girdiğinden, hatta kendisine karşı 17 kralın birleşmesiyle kurulan bir koalisyona karşı savaştığından söz edilmektedir. Bunlar, efsane türünde yazılı belgeler olarak tarihsel gerçeği yansıtmasalar bile, Akad krallarının Anadolu’nun tüccarlardan dinledikleri zenginlikleri karşısında kayıtsız kalmadıklarını ve burayı ele geçirmek için emeller beslediklerini göstermeye yeterlidir. Anadolu protohistorik çağında yalnız Mezopotamya ile değil, Manyas Gölü yakınındaki Dorak’ta bulunduğu söylenen (bu mezar buluntularının şimdi nerede olduğu belli değildir) kral mezarlarında ele geçirilen ince bir altın levha üzerinde bulunan 5. sülale firavunlarından Sahure’nin (İÖ 2475) adına bakılacak olursa, Mısır ile de siyasal ilişkiler kurmuştu. Ne yazık ki, bu ilişkilerin nedenleri ve yoğunluk derecesi ile ilgili fazla bilgi edinemiyoruz.

Anadolu’nun tarihsel çağları, Çorum’un Sungurlu İlçesi’ne 5 km. uzaklıkta bulunan ve yapılan kazılarda Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa olduğu anlaşılan Boğazköy’de, Yozgat’ın güneydoğusuna düşen Alişar Höyük’te ve Kayseri’nin kuzeyindeki Kültepe’de bulunan, çiviyazısı ile yazılmış ve adına tablet dediğimiz kil levhacıklar ile başlar. Sayıca Alişar ve Boğazköy’de az, Kültepe’de ise onbinleri aşan bu tabletlerin yazılmış olduğu dil, Mezopotamya’da çok geniş bir zaman kesiti içinde konuşulmuş olan ve günümüzdeki Arapça ve İbranca ile aynı dil ailesine giren Akadça’nın Eski Asur lehçesidir. Bu tabletlerin yazısı ise, İÖ 4. bin yılda Mezopotamya’da Sümerler tarafından resimyazısı olarak icat olunan ve zamanla gelişerek basitleşip, resim biçimlerini kaybederek, dış görünüşü bakımından çiviye benzedikleri için zamanımızda çiviyazısı adı takılan, hece işaretlerinden kurulu bir yazı sistemidir. Bu yazı, genellikle her bilinmeyen yazı sisteminin çözülmesinde olduğu gibi, aynı yazıtın birden fazla dilde tekrarlandığı çift-dilli ya da çok-dilli denilen yazıtlar yardımıyla, bir Alman lise öğretmeni olan Grotefend’in öncü çalışmaları sonucunda, 19. yüzyılın başında okunabilmiştir. Anadolu’da bu yazı ve Akadça yazılan tabletlerin ortaya çıkışı ise 1881 yılına rastlar, yani bu tabletler bulunduğu sırada çiviyazısının ilk okunuşu üzerinden 80 yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Tabletler, ilk önce antikacılar tarafından eski eser piyasasına sürülmüş ve bulunduğu coğrafi yerin Roma dönemindeki adı olan Kappadokya Bölgesi gösterilerek geçiştirilmiştir. Bu yüzden çeşitli dünya müzelerince satın alınan Anadolu’nun bu ilk yazı ürünler, Kapadokya Tabletleri adıyla tanınmaya başlanmıştır. Eski eser tüccarlarının bir sır olarak sakladıkları esas çıkış yerini bulmak için birçok girişimlerde bulunulmuşsa da bunlar başarısız kalmıştır. 1893-94 yıllarında E. Chantre bu tabletlerin Kültepe’de doğrulanamamış ve 1925’e değin her yıl daha çok sayıda tablet eski eser pazarlarına sunulmuştur. Sonunda Çek bilgini B.Hrozny, Kültepe’de kazılar yapmaya başladığında, tabletlerin höyükte değil de, çok yakınındaki bir tarladan çıkarıldığını köylülerden öğrenebilmiş ve gerçekten de orada başlattığı kazıda 1000 kadar tablet ele geçirmiştir. Daha sonra Hrozny bu kazıları sürdürememiş ve araya giren 2. Dünya Savaşı nedeniyle araştırmalara ara verme zorunluluğu doğmuştur.

Gerek Kültepe Höyüğü’nde, gerek Asurlu tüccarların oturmuş olduğu anlaşılan ve tabletlerin bulunduğu yerleşmede, 1948 yılından beri Türk Tarih Kurumu adına Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından sistemli kazılar yapılmaktadır. Bu kazılar sonucunda, bir Asurlu tüccarlar kolonisi olarak niteleyebileceğimiz yerleşmenin 4 tabakası olduğu saptanmıştır. Bunlardan IV. Ve III. Tabakalar en eski yerleşmeler olup, yazılı belgeden yoksundur. II ve Ib tabakalarında bulunan tabletlerin sayısı ise onbine varmaktadır.


Alıntıdır.


KURAN'DA KELİME TEKRARLARI

  

Kuran'da birbiriyle ilgili bazı kelimeler şaşırtıcı bir biçimde aynı sayıda tekrarlanır. Aşağıda bu tür kelimeler ve Kuran içindeki tekrarlanış adetleri verilmiştir.

*            "Yedi Gök" tabiri 7 kere geçiyor. "Göklerin yaratılışı (halku semavat)"

ifadesi de 7 kere tekrarlanır.

*            "Gün (yevm)" tekil olarak 365 kere geçerken, çoğul yani "Günler (eyyam ve

yevmeyn)" kelimeleri 30 defa tekrarlanır. Ay kelimesinin tekrar sayısı ise 12'dir.

*            "Hıyanet" kelimesi 16 kere geçerken, "habis" kelimesinin tekrar sayısı da 16.

*            "Bitki" ve "ağaç" kelimelerinin tekrar sayısı aynı: 26.

*            "Ceza" kelimesi 117 kere yer alırken, Kuran'ın temel prensiplerden olan "af

etmek" ifadesi bu sayının tam 2 katı kadar yani 234 kere tekrarlanıyor.

*            "De" kelimelerini saydığımızda çıkan sonuç 332. "Dediler" kelimesini

saydığımızda da aynı rakamı görüyoruz.

*            "Dünya" kelimesi ve "ahiret" kelimesinin tekrarlanış sayıları da aynı: 115.

*            "Şeytan" kelimesi 88 kere geçiyor. "Melek" kelimesinin tekrar sayısı da 88.

*            "İman" (tamlama almadan) kelimesi Kuran boyunca 25 kere tekrarlanır,

"küfür" kelimesi de...

*            "Zekat" kelimesi 32 kere tekrarlanırken, "bereket" kelimesinin tekrarlanış

sayısı da 32.

*            "Rahmet" kelimesi 79, "hidayet" kelimesi de 79 kere tekrarlanır.

*            "İyiler (ebrar)" 6 kere, facirler ise tam yarısı kadar yani 3 kere geçer.

*            "Yaz- sıcak" kelimeleri ile "Kış-soğuk" kelimelerinin geçiş sayıları da aynı: 5.

*            "Sizi (insanı) yarattı" ifadesi ve "kulluk" kelimesinin geçiş sayıları da aynı: 16.

*            "Şarap (hımr)" ve "sarhoşluk (sekere)" kelimeleri de aynı sayıda tekrarlanır: 6.

*            "Zenginlik" 26 ve "fakirlik" ise yarısı kadar, 13 kere geçer.

*            "İnsan" 65 kere geçer; insanın yaratılış safhalarının sayısının toplamı da

aynıdır:

                      Toprak (turabun)  17

                          Nutfe (nutfun)  12

                         Embriyo (alak)  06

          Bir çiğnemlik et (meda'a)  03

                       Kemik (ızamun)  15

                             Et (lehmun)  12

                                TOPLAM 65

 

KURAN'DA 19'LAR

Kuran'ın matematiksel mucizesinin bir başka örneği ise 19 sayısının ayetlerin içine şifresel bir biçimde yerleştirilmiş oluşudur. Müddessir Suresi'nin 30. ayetinde dikkat çekilen bu sayı, Kuran'ın bazı yerlerinde şifrelenmiştir. Bunun örneklerini şöyle sayabiliriz:

* Besmele 19 harftir.

* Kuran 114 (19x6) sureden oluşur.

* İlk vahyedilen 96. sure sondan 19. suredir.

* İlk vahiy olan, 96. surenin ilk 5 ayeti, tam 19 kelimeden oluşur.

*            Bu 19 kelime 76 (19x4) harftir.

*            Vahyedilen ilk sure 19 ayete sahiptir.

*            Son vahyedilen sure olan Nasr 19 kelimedir. Ayrıca bu surenin

Allah'ın yardımından söz eden ilk ayeti de 19 harftir.

*            Kuran'da 114 (19x6) besmele bulunur.

*            Kuran'da başında besmele bulunmayan tek sure 9 numaralı Tevbe

Suresi'dir. Bu sureden evvel yer alan 8. sureden 19 sure sonra gelen 27 numaralı Neml Suresi'nin hem başında hem de 30. ayetinde besmele vardır. Besmeleleri 114'e tamamlayan 27 surenin 30 ayetidir. Sure ve ayet numaralarını yani 27 ve 30'u topladığımızda 57 (19x3) sayısını buluruz.

* Kuran'da geçen toplam "Allah"sayısı 2698 (19x142)'dir.

* Kuran'da geçen toplam "rahim"sayısı 114 (19x6)'tür.

* Kuran'da geçen tüm sayıları (tekrarları dikkat alınmadan) topladığımızda

çıkan sayı 162.146 yani 19x8534'tür. (1+2+3+4+5+6+7+8+9+10+11+12+19+ 20+30+40+50+60+70+80+99+100+200+300+1000+2000+3000+5000+50000+100000)

*            Başlangıç harfli ilk sure ile başlangıç harfli son sure arasında 38 (19x2) adet

başlangıç harfsiz sure vardır.

*            29 surenin başında 14 harften oluşan 14 değişik harf kombinezonu

bulunur. 29+14+14=57 (19x3)

*            Allah'ın isimlerinden dört tanesinin sayısal ebced değeri 19'un tam katıdır.

Vahid (tek) 19 (19x1)

Zulfadlil azim (Büyük Lütuf Sahibi) 2698 (19x142)

Mecid (Yüce) 57 (19x3)

Cami 114 (19x6)

*            Kuran'ın en başından itibaren 19 ayete sahip ilk suresi İnfitar Suresi'dir. Bu surenin diğer bir özelliği son kelimesinin Allah olmasıdır. Bu aynı zamanda Kuran'daki sondan 19. Allah kelimesidir.

*            Sure numaraları 19'un katı olan surelerin ayet sayılarını (besmele dahil) topladığımızda:

                                             Sure No    Ayet Sayısı

                                              19. sure    99

                                              38. sure    89

                                              57. sure    30

                                              76. sure    32

                                              95. sure     9

                                            114. sure    7

                                          TOPLAM    266 (19x14)

*             Kaf harfi ile başlayan 50. surede 57 (19x3) adet kaf harfi vardır. Başında

kaf harfi bulunan 42. surede yine 57 (19x3) adet kaf harfi bulunur. 50. surenin 45 ayeti vardır. Bunları toplarsak sonuç 95 (19x5)'tir. 42. surenin 53 ayeti vardır. bunları toplarsak 42+53 yine 95 (19x5)'tir.

*            Kaf Suresi'nin ilk ayetinde Kuran için kullanılan Mecid kelimesinin ebced

değeri 57(19x3)'dir.Aynı şekilde sure içindeki kaf harflerinin toplamı da 57'dir.

*            Kaf Suresi'ndeki kaf harflerinin geçtiği ayetlerin numarasını topladığımızda

19'un 42 katı olan 798 sayısını elde ederiz. 42 sayısı ise başlangıç harfleri arasında kaf olan diğer bir surenin numarasıdır.

*            Nun harfi sadece 68. surenin başında bulunur. Bu suredeki nun harflerinin

toplam sayısı 133 (19x7)'tür.

Tüm Kuran'da;

*            Rasul (elçi) kelimesi 513 (19x27) kere,

*            Etiu (itaat ediniz) kelimesi 19 kere,

*            Rab (tamlama ile kullanılmayanlar) kelimesi 152 (8x19) kere,

*            Abd (kul), Abid (kulluk eden kişi) ve İbadet kelimeleri ise toplam 152

(8x19) kere geçmektedir.

 

Alıntıdır.

Habur Sınır Kapısı / Silopi

 


Mardin

 


Britanya Adalarının Söylenceleri - 1

 Britanya adalarında çeşitli Avrupa kültürleri yerleşmiştir ve söylenceleri bu çeşitliliği yansıtır. Pagan geleneğine yakınlık duyan bir Hıristiyan tarafından, MS 8. yüzyılın başlarında yazılmış olan Beowoulf destanı, İngiliz topraklarına yerleşmiş Kuzey geleneğini yansıtır. İrlanda söylenceleri 1100 ile 1500 yılları arasında keşişlerce kaydedilmiştir. Son olarak Kral Arthur “un öyküsü, on ikinci yüzyılın başlarından on beşinci yüzyılın sonlarına değin uzanan Gal, İngiliz ve Fransız geleneklerinin bir bileşimidir.


İrlanda söylenceleri, Keltlerin, birbirini izleyen dalgalar halinde İrlanda'ya yerleşmelerini betimleyen mitolojiyi tarihle kaynaştırır. Karanlığın gücünü temsil eden ve Fomorianlar denilen halkla aydınlığın gücünü temsil eden Keltler arasındaki savaşlar, hem kuzey bölgesinin sertliğini hem de işgalcilerin bölgedeki yerleşiklerle karşılaşmasıyla ortaya çıkan siyasal kargaşayı yansıtır. Büyünün kullanımı, yaratılış ve verimlilik söylenceleri de dahil bütün masallara canlılık verir.


Beowoulf, Germen edebiyatının günümüze ulaşan en eski, en büyük örneğidir ve bir başyapıttır. Adı bilinmeyen yazarın konu olarak bir bütünlük yarattığı çalışmada, her ayrıntının parçalar içinde onu bütüne bağlayan bir rolü vardır. Yazarın psikolojik olarak karmaşık karakterler yaratmadaki yeteneği, Kuzey Avrupa'dan elimize kalan çalışmalar içinde eşsizdir. Çok fazla ciddiye alınmaması gerektiği de söylenebilir. Sözün kısası Beowoulf, Süpermen'e benzeyen bir kahramandır ve anılmaya değer üç canavarla savaşır. Beowulf u çevirisinden okuyanlar, araştırmacıların bu eseri okumak İçin Anglosakson dilini öğrenmeyi niçin seçtiklerini anlayacaklardır.


Kral Arthur destanı, başka bir nedenle de aynı biçimde şaşırtıcı bir eserdir. Öykü, Batı kahramanlık geleneğinde büyük ne varsa hepsini Kral Arthur'a atfeder. Ataları, yanan Troya kentinden gelmişlerdir. Babası ve amcası Stonehenge'le bağlantılıdır. Yarı peygamber yarı büyücü Merlin, masalın ilk bölümü boyunca mucizeler yaratır. Arthur'un birçok ünlü şövalyesi öyküye kendi maceralarıyla can verirler.


Beowoulf gibi Arthur da bir devle savaşır. Roma İmparatorluğu'nun başına geçen Arthur, Büyük İskender gibi dünyanın büyük fatihlerinden birisidir. Son olarak, Arthur'un Fransız geleneğinden aktarılmış trajik aşk öyküsü olan Guinevere ve Lancefcf'da, kişisel istekler, kahramanların topluma karşı olan sorumluluğunun önüne geçer ve büyük bir krallığın yıkılmasına neden olur. Kral Arthur'da her türlü zevk için bir şey vardır, bugün de okuyucu ve yazarlara esin kaynağı olmayı sürdürmektedir.



Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Hezil Çayı Irak sınırı

 


Mardin

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak