27 Mart 2022 Pazar
Haçlı Seferleri
Papa II. Urban'ın Batı Avrupalı asillere Filistin'i Müslüman Türklerden kurtarma çağrısında bulunması Ortadoğu'da 200 yıl sürecek bir mücadeleye neden oldu. Bu savaşlara Haçlı Seferleri denilmektedir.
Türk mezalimine ilişkin anlatılanlar (Onların Kudüs'teki kutsal kalıntılara saygısızlık yaptığı ve yağmaladıkları söyleniyordu) binlerce Hıristiyan'ın " kafirlere" karşı harekete geçmesine neden oldu. Ticari kazancın yanında ruhsal kurtuluş sözü de verilmişti. Toprak sahipliği, servet ve prestij elde edeceklerdi. Tüm bunlar Haçlılar arasında giderek artan bir motivasyon kaynağı haline gelmişti.
ilk Haçlı Seferi' nin başını Normanlar çekti. Fransa, Almanya ve Güney italya da sürece dahil olmuştu. iki yıllık bir seferin ardından Kudüs şehri 1099 yılında ele geçirildi. Kudüs'te yaşayan Müslümanlar katledildiler. Haçlılar Kudüs'ü bir asır boyunca ellerinde tuttular. Haçlılara ait arazilerin çoğunluğu ile birlikte Kudüs 1187 yılında Mısır, Suriye , Yemen ve Filistin Sultan Selahaddin tarafından ele geçirildi. Selahaddin'in zaferlerinin Avrupa'da yarattığı şok III. Haçlı Seferi'nin hazırlanmasına neden oldu. Bu sefer de başı Fransa Kralı II. Philip, Aslan Yürekli Richard diye de bilinen ingiltere Kralı I. Richard ve Kutsal Roma imparatoru Frederick Barbarossa çekiyordu. Akka'yı ele geçirseler de Kudüs'ü alamadılar. Kudüs Müslüman kontrolünde kalmış olmasına rağmen silahsız hacıların ve tüccarların şehre girişine izin verilecekti.
IV. Haçlı Seferi sırasında, Venediklilerin ticari kaygıları Haçlıların Konstantinopol'ü yağmalamasına neden oldu. VI. Haçlı Seferi sırasında Kudüs kısa bir süre için geri alındı. 1244 yılında yeniden kaybedildi. 1291 yılında IX. Haçlı Seferi sırasında Akka'daki son Hıristiyan kalesinin düşmesi Haçlıların azminin kırılmasına neden oldu.
Aralıklarla devam eden 200 yıllık çatışmalara rağmen Filistin Müslümanların elinde kaldı. Haçlı Seferleri sırasında ticaret gelişti. Egzotik Arap mallarının yanı sıra, Arapların yaptığı yenilikler , yeni fikirler, Arap harfleri, sulama teknikleri, Avrupa'ya taşındı. Bu ekonomik ve kültürel temasın Avrupa medeniyetine çok önemli katkıları oldu. Rönesans'ın başlamasında belli ölçüler içerisinde bu olayın da etkisi oldu.
Alıntıdır.
26 Mart 2022 Cumartesi
Gündelik Hayatımızda Mutfak Tarihi - 2
Gaz Ocağından Akıllı Fırına
Yemek pişirmek için kullanılan aletler, ısınma, enerji kaynağı sorunundan ayrı düşünülemez ve ocak, mangal, sobanın gelişimi pişirme ve ısınmanın ortak çözümü için üretilmiş türevleri gösterir. Örneğin, tandır pişirme tekniği iken, hem de Doğu Anadolu’dan Rusya’ya, Orta Asya’ya kadar tek ısınma aracıdır. Ocak, şömine, mangal için de aynı durum söz konusudur. Isınma çözümlerinin çok daha geç tarihlerde üretildiği görülmektedir. Bu alanda icatların tarihi ile günlük kullanıma girmeleri arasında çok uzun zamanlar geçmiş, elektrikli aletler üretilip elektrik yaygınlaştıktan sonra hızlı bir değişim yaşanmıştır.
Üstü kapalı dökme demir mutfak ocağının patentini 1802 yılında İngiliz George Bodley aldı. Aynı yıl Alman mucit Frederick Albert Winson gazla ısınan ilk mutfak ocağını yaptı. Fakat yemeğin gazla pişirilebileceğini kanıtlayan bu icat, dumanı, patlamaları nedeniyle kullanılabilir durumda değildi. Evlerde kullanılabilen ocaklar 1860’lara kadar üretilemedi. Edison’un icadından sonra
1892’de R . E. Crompton ve J. H. Dowsing elektrikli ocağı yaptılar, fakat ısı ayarlama yeteneğinin düşük oluşu ve pahalılığı oluşu nedeniyle bu icadın yaygınlaşması da ancak 1920’lerden itibaren başladı.
Türkiye’de 1960’lara kadar şehirlerde gaz ocağı kullanılıyordu. Bakkallarda satılan gazla çalışan ve tıkandıkça iğneyle açılan gaz ocakları, elektriğin gelmesi ve aydınlanmada kullanılmaya başlamasından sonra da bir süre varlıklarını devam ettirdiler. Önce LPG, havagazı veya elektrikle çalışan ocaklar sonra ızgara fırınlar (Latince/umus, yani sıcak sözcüğünden) üretildi. 1980’lerin başında Koç Holding’e bağlı Ardem ve Türk Demirdöküm ile Auer başlıca fırın üreticileriydi, fakat fırına talep esas olarak 1980’den sonra arttı. Fırınların zaman ve derece ayarı otomatikleşir, bilgisayarla donanırken, daha küçük aile bütçeleri için ocaklardan ayrı çeşitli boylarda elektrikli fırınlar, silindir biçiminde olanlarına verilen adla davul’lar üretildi. Bir dönem gazete kuponuyla da verilen bu fırınlarla çocuklar evde hazırlanan malzemeyi mahalle fırınına götürüp çeşitli tatlı ve pidelerin pişmesi için beklemek zahmetinden kurtuldular. Ekmek fırınlarının yerini ekmek fabrikaları aldığında pidecilerden başka fırını olan da kalmadı.
Mikrodalga Fırın
Ateş olmadan yemek pişiren mikrodalga fırında kullanılan mikrodalga enerjiyi —magnetron—üreten elektrik tüpleri Ingiltere’de Sir John Randall ve Dr. H. A . Boot tarafından 1940’da icat edilmişti. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin radar savunmasını güçlendirmek için çalışan bilim adamları magnetron kullanıyorlardı.
1946’da magnetron tüpünü test ederken, Dr. Percy Spencer pantolon cebindeki çikolatanın erimiş olduğunu gördü. Tüpün ısı ürettiğini bilmekle birlikte, ne kadar yakınını ne derecede ısıttığını ölçmek için önce mısır aldırtarak tüpün yanına koydu ve patladıklarını gördü. Ertesi gün laboratuvara yumurtayla gelen Spencer, yumurtaların kabuklarını patlatacak biçimde hızla piştiklerini gördü.
Spencer’in şirketi Raytheon mikrodalga fırınlar üretmeye başladı ama, bütün elektrikli aletlerde olduğu gibi, büyüklüğü, kocaman soğutma pervaneleri ve birçok kablosu nedeniyle bazı lokantalarda rağbet görse de, evlere giremedi, ilk gerçek ev modeli 1952’de üretilen mikrodalga fırınlar da yüksek fiyatları nedeniyle fazla yaygınlaşmadı.
Kap Kacak
Kap, Kaşgarlı Mahmud’un Divan’ında kap, tulum, çuval, dağarcık, zarf, anası karnında çocuğun bulunduğu yer anlamlarına gelir. Yemek kabının taşıdığı bu anlam genişliği birçok kültürde, örneğin Sahalin’de yaşayan Gilyaklardan Amerika yerlilerine kadar görülmektedir. Kızılderililerde yemek kazanı rahimden, çadıra, obanın yerleştiği sahaya kadar çevreleyen, içine yerleşilen birçok kutsal değeri ifade eder. Kazan uygarlığın simgesidir, kabileye atalardan mirastır. Yeme içme konusunda görüleceği gibi pişirme ve kazan, beslenme tekniği, sağlık ve ayırt edici kültür öğesi olarak kabile geleneğinde ve değer sisteminde önemli yer tutar. Anadolu’da da ocakla birlikte kazan aynı değerlere sahiptir. Divan’da kazgan sel sularının yardığı yer, kazgan yer içinde yarlar, bataklıklar, çatlaklar bulunan yer anlamına da gelir. Farsça hajgarı’ın sözcüğün kökeni olduğunu ileri sürenler varsa da, konu tartışmalıdır; Çuvaşça huran sözcüğü, ses değişim kurallarına dayanılarak kazan sözcüğünün Türkçedeki eskiliğinin kanıtı olarak gösterilmiştir. Dede Korkut’ta Oğuzların beylerbeyi konumundaki kahramanın adı Salur Kazan’dır. Kaşgarlı Mahmud’un verdiği bilgiye göre, Türklerde ayak kap kacak demektir ve bu sözcüğü Oğuzlar bilmez, çanak derler. Bu ayrımın, beslenme tekniklerinden kültürel ilişkilere kadar ifade ettiği anlamlar konusunda Türkolog ve antropologların -çalışsalardı—söyleyebileceği çok şey olabilirdi. Çanak sözcüğü Çinceyle ilişkili görüldüğü gibi, kap sözcüğünün de çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa dillerine Latinceden geçerek çeşitli türlerde kap kaçağı anlatan cupa sözcüğü tekne, leğen, fıçı anlamlarına gelirken, Sanskritçe kupa çukur, oyuk, boşluk demektir. Avrupa dillerinde bardak ve sürahi konusunda olduğu gibi ‘kap’ sözcüğünde de anlam ayrışmamıştır, örneğin İngilizcede cup kupa, kadeh, fincan anlamlarına gelir.
Pişirme kapları, toprak, ahşap ve metal oluşlarına, işlev ve büyüklüklerine göre çok çeşitli adlar alırlar. Hane halkının sayısı azaldıkça kazanlar tencereye dönüştü; yemek çeşitleri ve öğün sayısı arttıkça çeşitli boyda tencerelere ihtiyaç duyulmaya başlandı. Kazanlar önce yalnızca reçel, pekmez kaynatmak için kullanılır oldu, sonra onlar da yapılmaz olup bakır kıymetlenince satıldı. Bakırın yerini alüminyum, teflon, cam malzeme, düdüklü tencere alırken, ateşte kendi yağıyla pişen et yemeklerini, türlüyü vb. sevenler halen üretimi devam eden güveci evlerinden eksik etmediler.
Porselen
Isıya dayanıklı beyaz porselen Almanya’da Württemberg’deki Konigsbroom şirketi tarafından 1788’de üretildi. Porselen temizleme kolaylığı nedeniyle tutuldu. Külle kazan, tencere dibi ovma dönemi kapandı.
Porselen adını, ortaçağ İtalya’sında domuza benzetilerek porcellarıa veya porcellata adı verilen salyangoz kabuklarından alır. Kabuklar kırılarak kap olarak kullanılırdı. Marko Polo 1298’de hem Çin malı çanaklardan hem kabuklardan söz eder, Barbara 1440’da artık yalnızca Çin işi kaplar için porselen sözcüğünü kullanmaktadır. 15.-16. yüzyıla kadar porselen eşya Çin’den satın alınır. Çin efsanelerine göre üretimi IO 4000 yılına kadar giderse de, bugüne gelen porselenler IS 4- yüzyıldan kalmadır. 13. yüzyıldan itibaren özellikle İtalya’da yapılan üretim denemeleri başarısız olmuş, önce Portekiz, sonra İngiltere ve Hollanda’nın açtığı misyon ve şirketlerle ithalatı devam etmiştir. 17. yüzyıl sonunda Fransa ve İtalya’da üretimi başlamıştır. Sert porseleni ilk kez Saksonyalı Walter von Tschirnhaus’un (1651-1708) ürettiği sanılmaktadır, imalatı sır olarak saklanmaya çalışılsa da Avrupa’ya yayılan imalathanelerle 18. yüzyıl başında porselen üretimi en yüksek seviyeye ulaştı ve Çin porselenlerini taklit dönemi sona erdi.
Türkiye’de Sümerbank’ın Yıldız (1962), İstanbul (1963) ve Yarımca (1968) tesisleriyle porselen sanayiinin gösterdiği gelişmeyle 28 Ağustos 1967’de porselen ve seramik eşya ithali yasak edilmişti.
Alüminyum, Teflon
İlk alüminyum yemek takımlarını Napoleon Bonaparte kullanmıştı. Altından pahalı bu takımın moda olmasıyla 1820’lerde Avrupa zenginleri altın yemek takımlarını bozarak alüminyum takımlar aldılar. 1807 yılında Sir Humprey Davy’nin alüminyumu oksit halindeki bileşiğinden ayırmasından sonra 1886’da elektroliz yönteminin bulunması ile endüstriyel çapta üretim başladı. 1890’lardan itibaren alüminyum üretimi arttı ve ucuzladı. 1886’da Amerika’da alüminyum tencere yapılmıştı. Ancak ev kadınları yeni metale karşı direnç gösterdiler. Alüminyum tencereye yöneliş insanların, 1903’te bir firmanın yaptığı gösteriyle bu tencerenin yapışmadığına ikna olmalarıyla hızlandı.
Dünyada oksijen ve silisyumdan sonra en çok bulunan element olan alüminyum yüz küsur yıllık endüstriyel kullanımı içinde çelikten sonra en çok kullanılan metal haline geldi. Türkiye’de inşaat sektörü dışında sanayide alüminyum kullanımı dünya ölçülerine göre çok geri, fakat mutfaklarda alüminyum tencereler, eski bakırcı çarşılarının alüminyumcu perakende satış yerlerine dönmelerine yol açacak kadar yaygınlaştı. Bakırın fiyatı ve kalaylanmasının gerekmesi, alüminyumun hafifliği ve temizliği, çelik tencerelere yöneliş başlayana kadar bir dönem her mutfakta bu değişimin yaşanmasına yol açtı.
Türkiye’de alüminyum kullanımı 1950’lerde başladı, üretim 1974 yılında Etibank Seydişehir tesislerinin faaliyete geçmesiyle oldu. Taşıt araçları, inşaat sektörü, elektronik, ambalaj ve meşrubat ve bira kutuları için yapılan üretimle karşılaştırıldığında alüminyum mutfak eşyası için alüminyum üretimi içinde çok küçük bir yer tutuyor.
Alüminyum kapların yapışmazlığı iddiasını temel özelliği haline getiren ise teflon oldu. Du Pont şirketinde çalışan Dr. Roy Plunkett buzdolabı ve air condition üretiminde kullanılan gazlar üstünde deney yaparken 6 Nisan 1938’de gaz yerine katılaşmış bir maddeyle karşılaştı. Bu maddenin kayganlığı ve her türlü pas yapıcı maddeye karşı direnci dikkatini çekti ve kimyasal adı olan tetrafloreetilen’den kısaltarak teflon adını verdi. On yıl sonra madde sanayide kaplama malzemesi olarak kullanılır olmuştu. 1950’lerin başlarında Du Pont şirketi sanayide kullanılan teflonla tencerelerini kaplattı ve başarılı olunca piyasa için üretime başlandı. Amerika’da 1960 yılında piyasaya sunulan teflon, kısa sürede benimsendi; Türkiye’de 1970’lerin sonunda orta sınıfın evlerine teflon takımlar girdi. Metalle çizildikten sonra bu kapların aldığı biçim, birçok evi teflondan soğuttu.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
Selçuklular
11. yüzyılın ortalarında Selçuklular adıyla bilinen bir grup göçebe Türk, Orta Asya'dan geldiler (Muhtemelen bu durum Çin'deki Tang Hanedanlığının çöküşü ile ilişkiliydi). Pers ülkesi 'ne doğru ilerlediler ve süreç içerisinde Gazellileri yerlerinden ettiler. Daha sonra Abbasi Halifesi tarafından karşılandıkları Bağdat'a ilerlediler. Halife, liderleri Tuğrul Bey'i kendi vekili yaptı ve ona Sultan unvanını verdi.
Tuğrul Bey Suriye ve Filistin'e yerleştikten sonra yeğeni Alp Arslan Küçük Asya ve Ermenistan'ı istila etti. 1071 yılında Malazgirt Savaşı'nda Bizanslıları yenilgiye uğrattı. Bizans imparatoru Romanos esir düştü ama daha sonra serbest bırakıldı. Selçuklular daha sonar kalabalık gruplar halinde Küçük Asya'ya yerleşmeye başladılar. Yerleştikleri yerlere Rum Hükümdarlığı adı verilmekteydi (Araplar Roma İmparatorluğu'na bu ismi vermekteydiler, onları eski Roma İmparatorluğu'nun varisleri olarak görüyorlardı). Küçük Asya'nın bir bölümü Hıristiyanlıktan İslamiyet'e geçti. Türkçe adım adım Yunancanın yerini aldı.
Selçuklular edebiyat ve sanatı desteklediler. Orta Asya, İslam ve Anadolu stillerinin kombinasyonu olan bir sanat anlayışı ortaya çıktı. Rubaiyat'ın yazarı Pers matematikçi ve şair Ömer Hayyam (1050- 1123) Selçuklu egemenliği altında yaşamıştı.
Bizans'a yönelik tehdit ve kutsal toprak Kudüs 'ün fethi (1098 'e kadar), Papa II. Urban' a, Selçuklulara karşı kutsal savaş ya da Haçlı Seferi çağrısı yapma fırsatı verdi. ilk iki Haçlı Seferi sırasında Selçuklular zayıfladılar (Kısmen sancaklar arasındaki iç kavgalar da bu duruma neden olmuştu). 13. yüzyıldaki Moğol istilası sırasında ise bağımsız devletlere ayrıldılar. Küçük Asya'daki beyliklerden biri ileride Büyük Osmanlı Devleti haline gelecekti .
Alıntıdır.
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...