31 Aralık 2021 Cuma

Soğan doğrarken niçin gözümüz yaşarır?

 


 


Soğanın anavatanının Güneydoğu Asya olduğu sanılıyor. Günümüzde ise dünyanın her yerinde, özellikle sıcak iklim kuşaklarında yetiştirilmekte ve tüketilmektedir. Soğanın tarihi o kadar eskiye gitmektedir ki, kayıtlı tarihten de önce Çin, Hindistan ve Ortadoğu'da yiyecek olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.

Soğan besleyici bir gıda olmasının yanı sıra müthiş bir aromatik özelliği de sahiptir. Bu aromada içindeki kükürtlü maddelerin büyük etkisi vardır, ancak aroma tek başına kükürtlü maddelerden kaynaklanmamaktadır. Soğan ve sarımsakta sülfür ihtiva eden amino asitlerin türevleri de vardır.

Bir soğanı kestiğinizde bunlardan "S1 propenylcysteinesulphoxide" adı verilen kısım çözülür ve gözlerimizi tahriş eden "proponal-S oxit" adlı kısmı ortaya çıkar. Kimya ilminin karışık kelimeleri aklımızı karıştırmadan esasa geçersek, bu maddenin gözümüze değmesi ile bir çeşit hidroliz olur ve içinde eser miktarda bulunan sülfrik asit gözümüzü yakar ve yaşarmasına neden olur.

Bu bileşimler çok dengeli değillerdir. Örneğin çok düşük bir ısı işlemi sonucunda dahi tamamen yok olurlar. Bu nedenle de pişmiş soğanda hiç bulunmazlar ve göz yaşartamazlar. Soğan doğrarken gözlerinizin yaşarmaması için önerilen birçok önlem vardır.

Önce en ciddisini söyleyelim. Bazı aşçılar soğanı kesmeden önce ıslatmayı, keserken de ıslak tutmayı veya soğanı çeşmeden akan suyun altında kesmeyi öneriyorlar. Bir başka görüş ise soğan doğrarken ağızdan nefes almayı tavsiye ediyor. Bu görüşe göre gaz nefesimizle birlikte burnumuza girip gözümüze yaklaşmak yerine doğrudan ciğerlerimize girer ve çıkarmış. Bunu sağlamak için de dişlerimizin arasına bir metal kaşık koymak yeterliymiş.

Soğan doğrarken gözlerimizin yaşlanmasını önlemek için, dudaklar arasına bir limon dilimi, dişler arasına bir kesme şeker veya dörtte bir dilim ekmek bulundurmayı önerenler de var. Böylece ağzımıza alacağımız bu gibi şeylerin, aldığımız nefesteki sülfür gazını emdiğini iddia ediyorlar.

Diğer görüşler ise, soğanın doğranılmasına tepesinden başlanılması ve cücüğünün en sona bırakılması veya soğanı doğramadan önce yarım saat buzdolabında tutulması şeklinde. Soğan doğrarken deniz gözlüğü veya kontakt lens takılmasının faydalı olacağını ileri sürenler de var. Bu kadar çok önlem seçeneğinin içinde, siz bir tanesini bile uygulamıyorsanız, yapacak bir şey yok, soğanı ağlaya ağlaya doğramaya devam edeceksiniz.


Alıntıdır.


28 Aralık 2021 Salı

İnsanlar yiyeceklerini niçin pişirerek yerler?

  


Vejetaryenler, yani etyemezler lobisine göre, et yemek insan doğasında yoktur. Et yemenin insan sağlığı üzerine olumsuz etkisi olduğu gibi damakta tat alma hissini de bozmaktadır. Ancak etoburların gözleri önde, ot oburların ise yanda olur teorisine göre, insanın ot obur olduğunu iddia etmek biraz haksızlık olur. İnsanlar et de yer, ot da. Ama niçin pişirerek? İnsandan başka yiyeceğini pişirerek yiyen, bilinen hiçbir hayvan türü yoktur.

Genel açılamalara göre, pişirildikçe yiyecekler yumuşamakta, yemek ve hazım kolaylaşmaktadır. Bu şekilde onları küçük parçalara ayırarak yiyebildiğimiz için, zaman ve enerji kaybı en aza indirilmiş olur. Ayrıca pişirilen yiyeceklerde, bazı hoş olmayan kokular ve sağlığımıza zararlı toksik bakteriler de yok olmaktadır.

Bu görüş insanların pişmiş yiyeceklerden niçin daha çok tat aldıklarını tam olarak açıklayamaz. Bu konu kimya ilminin kapsamına girer. Yiyecekler ısıtıldıkça, bünyelerinde bulunan şeker ve amino asitler parçalanır ve her biri ayrı tat ve kokuya sahip yeni moleküller oluştururlar. Örneğin şekeri yeteri kadar ısıtırsanız rengi kahverengiye dönmeye başlar ve etrafa çok güzel bir koku yayılır. Şeker moleküllerinin içindeki karbon, hidrojen ve oksijen atomları, havanın içindeki oksijen ile reaksiyona geçerek, ağzımıza ve burnumuza hoş gelen yüzlerce moleküler yapı oluştururlar.

Pişmiş bir biftekte en az 6 yüz değişik ve hoşumuza giden koku türü oluştuğu ileri sürülüyor. Bunu sadece birkaç değişik koku türü taşıyan buğday ve arpa ile karşılaştırırsak, pişirmenin lezzete yaptığı katkının büyüklüğü ortaya çıkar. Tabiattaki hali ile çok koku türüne sahip yiyecekler sadece meyvelerdir. Bir çilekte yaklaşık 300, ahududunda ise 200 koku çeşidi bir aradadır.

Yiyeceklerin pişirilmeleri sırasında, sağlığımıza zararlı bakterilerin yanında, vücudumuz için gerekli vitaminler de ölür. Yanlarına sadece iyi pişirilmiş et alarak yola çıkan kutup kaşiflerinde, vitamin eksikliği problemlerinin yaşandığı tespit edilmiştir. Bu nedenle pişirilmiş yiyeceğin yanında salata, meyve veya haşlanmış sebzeler de yiyerek bu vitamin açığı kapatılmalıdır. Tost ve kahve makinelerinde veya mangalda çok ısıtılan her şeyde vitaminler yok olur ama lezzet artar. Yiyecekleri çok fazla sıcakken yemenin sindirim sistemimize verdiği zararın dışında hiçbir faydası yoktur.


alıntıdır.

Çumra / Konya

 



27 Aralık 2021 Pazartesi

Olmek ve Chavin Medeniyetleri

 



Amerika' da ortaya çıktığı bilinen ilk medeniyet olan Olmekler, Doğu Meksika ve Meksika Körfezi sahillerinin bataklık halindeki Veracruz ovalarında kurulmuştu. M.Ö. ikinci binyıldan itibaren Orta Amerika'da çiftçilik, köy tipi yerleşimler ve  çömlekçilik  ortaya çıkmıştı. Olmekler M.Ö. 1500 yıllarında bu zeminin üzerinde yükseldi.

Olmek'in odak noktası büyük törensel siteler gibi görünmektedir. Sitelerdeki oyulmuş devasa taştan kafaların yakınında peribacaları bulunur.   Buralarda   yöneticilerini   anmak    için   törenler   yaptıkları düşünülmektedir. Törensel siteler binlerce kişilik bir nüfusu barındırabilmektedir. En büyüklerinden biri La Venta'dadır. Bölge

M.Ö. 400'lere kadar gelişimini sürdürmüş oldukça zengin bir balıkçılar,  çiftçiler,  tüccarlar  ve  sanatçılar  kolonisini  beslemiştir.

M.Ö. 800'den sonraki birkaç yüzyıl boyunca, karakteristik  Olmek sanat tarzı (Genellikle çocuk ve jaguar benzeri figürler işlenmektedir) Orta Amerika boyunca, bugünkü El Salvador'a dek yayılmıştır.

Olmek kültürü M.Ö. 400'lerde yok olmuştur. Mayalar gibi yeni medeniyetler onların yerini almıştır. Olmeklerin üstünü örten Sır perdesi halen varlığını korumaktadır.  Hangi  dili konuştukları ya da yok oluşlarına tam olarak neyin sebep olduğu bilinmemektedir.

Daha güneyde, Peru'da, Chavin Medeniyeti, kendisine Chavin de

 

Huantar'ı merkez almıştır. And Dagları'nın yükseklerinde bulunan Chavin de Huantar törensel bir yerleşim bölgesidir. Chavin Medeniyeti, M.Ö. 900' lerden M.Ö. 200' lere dek varlığını korumuştur. Usta birer taş işçisi olan halkın sanat tarzları, And bölgesinde büyük bir yaygınlık kazanmıştır. Chavin de Huantar' da yaklaşık iki yüz tane işlenmiş taş ürün bulunmuştur. Bölgenin, Peru genelinde yaşayan insanların toplandığı bir hac merkezi olabileceği düşünülmektedir.


alıntıdır.

Alaattin Tepesi / Konya

 




Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak